Ortaçağ aydınlığı
Günümüz Batı dünyasında türeyen donanmış akıla, bilim ve insancıl değerlere bir zamanların Doğu insanı yabancı değildi. Avrupa, (bilerek Avrupa diyorum, çünkü ABD gerçekte Avrupa’nın çocuğudur; boynuzun kulağı geçmesine bakmayınız) evet Avrupa, ortaçağ karanlığını yaşarken, Doğu -özellikle İslâm dünyası- apaydınlıktı. İslâm coğrafyasında 7. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar süren bilimin baş tacı olduğu dönem çok ilginçtir. Çünkü bu aydınlık iklim, sadece Doğu’yu değil Avrupa’yı da etkisi altına almıştı. O dönemde özgür ve özgün bilimsel çalışmalar için Doğu, dünyada tek ortamdı. Sözgelimi, Hıristiyan devletlerin baskısından yılan bilim insanları, Doğu’ya kaçıyorlardı; Harran (Urfa), Bağdat, böylesi bilim insanlarıyla dolup taşıyordu.
Ortaçağda Avrupa, yeterli özgün bilgi üretimi yapamıyor; bilimsel bilgiler konusunda daha çok Doğu’dan besleniyordu. Avrupalılar, eski Yunan düşünürlerinin kitaplarını bile Yunancadan değil, daha çok Arapça çevirisinden Latinceye aktarıyorlardı. Diğer yandan, tıp biliminde İbn Sina’nın kitapları, kimya konusunda Câbir Bin Hayyan’ın eserleri, Farabî’nin, Harizmî’nin, Birunî’nin ve daha pek çok İslâm bilgininin çalışmaları, Avrupa’da kapanın elinde kalıyordu.
Doğu, sadece fen, matematik, gök ve tıp bilimleri konusunda değil; insana bakış ve zihniyet açısından da klasik ortaçağ anlayışının çok ilerisindeydi. Bu ‘ilerilik’günümüzle yarışacak değerdeydi. Bir başka deyişle; günümüz dünyasının pek çok yöresinde yaşanmayan ileri zihniyet iklimi ve yüksek insan anlayışı; ilginçtir, ortaçağda, Doğu’da yaşanıyordu. Aynı dönem Avrupa’sında ise değil din ayrılığı; aynı dinin insanları mezhep ayrılığı yüzünden birbirlerini kırıyordu.
Lütfen şu tarihi gerçeğe bir bakınız:
Düşünebiliyor musunuz, 12. yüzyılda Müslüman bir devlet başkanı, Hıristiyan bir din adamına gönderdiği mektupta, Hıristiyan bir devlete karşı kazandığı zaferden söz ederken, “Allah bu zaferi sizin duanızla bize nasip etmiştir” diyebilmiştir. (Tarih: 1176. Mektubu gönderen Anadolu Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan. Mektubu alan ise, aynı zamanda tarihçi olan Malatya Mar Barsuma Manastırı Patriği Süryani Mihael).
Yine şu olay çok ilginçtir:
11. yüzyılda Sultan Melikşah ve Nizamülmülk, farklı mezhepten olan Ebû İshâk Şirazî’ye, Nizamiye Medresesi’ne ‘öğretmen/profesör’ yapmak için ortak bir davet mektubu gönderirler. Sultan Melikşah ve Nizamülmülk yazdıkları bu mektupta, Şirazî’ye hitaben; “Burada rahat çalışacaksınız; çünkü biz bu medreseyi bir mezhebi savunmak için değil, bilimi yüceltmek için kurduk” demektedirler...
Kadından söz edelim: 12. yüzyıl Avrupa’sında sosyal etkinlikte ‘kadının adı’yokken, Selçuklu Anadolu’sundaki Divriği’de Tıp öğrenimi de veren Darüşşifa vakfının tüm kurucuları kadın idi!
Şimdi, bu açık gerçekler karşısında, ortaçağda ‘Doğu aydınlığı’ndan söz etmek gereksiz bir abartı olabilir mi?
Ortaçağda Doğu’nun ‘insan anlayışı’, ‘bilim üretimi’ konusunu anlatmak birkaç satıra kuşkusuz sığmaz. Bu konu, kitap serileriyle ancak anlatılabilecek yoğunluktadır.
Bir gerçek daha var ki; günümüzde yaşanan vahşetler, zihniyet geriliği ve sömürü amaçlı işgaller karşısında; ortaçağ Doğu’sundaki bilim dolu hoşgörü iklimine özlem duymamız, ‘gelişmişlik’ adına kuşkusuz bize acı vermektedir.