Orta Doğu’nuzun hayrını görün diyeceğim ama...
Sonradan arada kaynar filan -unutmadan- dün “Esad’ın katilleri” manşetiyle çıkarak, organik yandaşlara dahi tur bindirmeyi başaran Vatan’ı tebrik ederek başlayayım.
Bu manşet, -mucize gibi bir şey olur ama- ola ki iktidar ülkeyi batırdığı Suriye’den kendini çıkarmayı becerirse, patronunuza ihya tesirli bir geri dönüş sağlayacaktır elbette.
Aferin size!
***
Kabil’de bir pazar yeri sanki...
Kandahar’dan gönderilmiş bir fotoğraf karesi...
Kerkük’ten, Necef’ten, Kazımiyye’den son dakika görüntüleri...
Bağdat’tan bir “Cuma namazı çıkışı pususu” sahnesi...
Muhabirler Miranşah’tan, Karaçi’den bildiriyor gibi...
Faili gölgeli / “belirlendiğinde” dahi hep şaibeli bombaların patlatıldığı o sokaklar bizim mi şimdi?
O yıkık dökük evler...
O harabeler...
O viraneler...
Camı çerçevesi kalmamış binalardan sarkan hikayeler;
Bir bebek battaniyesi, bir yemeni, gencecik bir kızın elbisesi...
Bu kısmını dünkü dahiyane açıklamanın stratejik derinlikli zeka sahibi açıklasın:
-Reyhanlı sakinleri, bir tatil günü evlerinde otururken “tecavüze uğrayacaklarını” tahmin etmediklerinden kaçmadılar ülkelerinden, ilçelerinden; zamansız ölümleri bunun bedeli mi?
***
O “hayalet şehir” manzaraları “memleketimden” mi sahi?
Ateş... Alev... Duman... İs...
Ve geriye kalan insan eti kokusu buram buram!
Ellerini göğe açmış yakaran o kadın...
Sarıklı adamlar...
Maskeye dönmüş sakallar...
Şuursuzca sağa sola kaçışanlar...
Ceset toplayıcılar;
Bu ülke kurulduğu günden bu yana ilk defa bu kadar ucuzlayan hayatlar; ölümleri örtbas edilirken -ister istemez- yaşamları da yok sayılanlar...
“Bir varmış, bir yokmuş...”diye masalı bile anlattırılmayanlar...
Duadan ve bedduadan başka sığınak bulamayanlar...
Manasız bakışlar;
Donuk, hissiz, boş; bomboş...
***
“Rakamlar”a endeksli madem aklınızı, fikrinizi, mantığınızı, vicdanınızı devreye sokma eşiğiniz; Cumhuriyet tarihinin “en büyük(!)” saldırısı karşısında bile sancılanmayanlar:
Ve sağıra yatma üstadı...
Ve kan gölüne bakıp da gelincik tarlası görebilen...
Ve adam sendeci...
Ve gemisini kurtaran kaptan...
Ve kendisine dokunmayan yılanın başını ezmeye lüzum görmeyen, tiksindirici bir kadercilik, miskinlik, rehavet, gaflet giyinmiş bu toplum...
***
Yukarıdan aşağıya toplayın şimdi yazdıklarımı.
***
Diye diye, söyleye söyleye devletin bitip “bedevi çadırları”nın, milletin bitip kabileler, aşiretler, tarikatlar karanlığının başladığı coğrafyaya, Orta Doğu’ya çevirdiler sonunda bizi!
“Lider”liğini yapmak istedikleri yerdeler şimdi.
Konum bildiriyorum:
Burası cayır cayır yanan bir yeryüzü cehennemi!
Hayrını görsünler diyeceğim ama;
“Şer” di önceki gün yüzlerindeki ifadenin tercümesi!
“Milli yas” ilan etmelerini beklerken “yasak” ilan ettiklerinden Reyhanlı’da aslında ne olduğunu anlatamıyoruz belki, ama “yasak” kapsamında bulunmayan o “ifade” bundan sonra ne olacağının belgesi... Çünkü içinde;
Saddam Hüseyin gizli;
Zeynelabidin bin Ali...
Hüsnü Mübarek... Ali Abdullah Salih... Ahmet Şefik... Muammer Kaddafi...
- Ne diye müdahil olduk biz Suriye’nin iç işlerine?
- Ne diye komşu bir devletin seçimle işbaşına gelmiş başkanını devirmeye kalkıştık?
- Ne diye besledik elalemin teröristlerini?
- Ne diye silahlandırdık?
- Ne diye Akdeniz’den başlayıp, İran, Rusya derken ülkemizi Karadeniz’e kadar kuşatacak bir savaşın kışkırtıcılığını yaptık?
- Ne diye Esad’ı geçtim, kendi Alevi ve Nusayri vatandaşlarımızı bu ithal provokatörlerin tacizine terk ettik?
- Ne diye kevgire çevirdik sınırlarımızı, ne idüğü, neye hizmet ettiği belirsiz tiplerin “iç savaş” zemini döşemesine göz yumduk?
Hadi diyelim insanlar bütün bunları sorgulamaya başlamasın, gözlerindeki perdeyi aralamasın diye boğma teli taktınız kalemlerimize...
Peki...
Hatay’dan yazan Şerife Yiğitbaşı “Sela sesleri eksilmiyor” diyordu dün.
Katili aramaktan vazgeçtik diyelim;
Hiç merak ettiniz mi o selalarla davet edildiğimiz cenaze namazlarının asıl sahibi kim?
Musalla taşı görününce ufukta;
İmamları da mı yasaklayacaksınız acaba, duyurmasınlar diye erdiğinizi dört nala koştuğunuz “intihar” durağına!..