Orta Doğu ve Türkler (2)
Orta Doğu’dan söz ediyorduk... Yıkım, talan, sömürü bu coğrafyanın ‘kaderi’ demeye inanın dilim varmıyor. Çünkü bu coğrafya, bir de, Türk egemenliğini tanıdı.
Kimse şu gerçeği örtemez: Özellikle 11. yüzyıldan itibaren Bağdat’daki Abbasi Halifesi’nin, dolayısıyla yöre halkının huzurunu sağlayan Selçuklu Türkleridir. Türklerin, sömürü niyetini perdelemeden devam eden bu ‘hizmet’ geleneği, 20. yüzyılın başlarına kadar sürdü. 1517 yılında bir Osmanlı sultanı ise, “Ben buraların hâkimi değil, hademesiyim” diyordu... Selçuklu’dan sonra Osmanlı, 400 yıl boyunca buralara gözü gibi baktı. Yemedi, yedirdi. “Mekke-Medine fukaraları, için” diye gönderdiği, gerçekte ise tüm yöre halkına dağıtılan “Sürre Alayı altınları” aktı bu coğrafyaya... Bu şefkat, 1917 yılına kadar artarak sürdü.
1910’lu yıllar, Arapların ‘emperyalizmle’ iyice sıkı-fıkı olduğu yıllardır. Bu yıllar, gerçekten acılı yıllardır. Adını aldığım Mevlüt dayımın Filistin cephesinde, kutsal toprakları İngiliz emperyalizmine karşı savunurken şehit olduğu yıllardır... Ve o yıllarda, dayım gibi nice Anadolu çocuğu, kutsal yerlere ‘küffar’ ayağı değmesin diye, kara toprağa düşerken, İngiliz komutanı General Allenby 1917’de Kudüs’ü alır. Kutsal taşın üzerine çıkar ve “Haçlı seferlerinin yapamadığını biz yaptık!” deyince alkış tufanı kopar. Alkışlayan Araplardır. Şerif Hüseyin’in İngiliz altınlarıyla aldattığı Araplar!
Türkler, Arapların ihanetini iliklerinde hissetse de, 1917 yılının o karışık ortamında bile, İstanbul’dan “Sürre Alayı” çıkartırlar. (İliştiri: Buradaki ‘alay’ sözcüğü askerî anlamda değil, ’özel amaçlı sivil grup’ anlamındadır.) Bu alay, her yıl olduğu gibi, Mekke’nin örtüsünü değiştirecek, ihtiyaç sahiplerine para dağıtacaktır... Ne var ki bu son “Sürre Alayı” olacaktır. Çünkü General Allenby Kudüs’te, kutsal taşı çiğnerken; bu son hizmet alayı da bizzat Arapların engellemesiyle Şam’dan öteye gidemez ve geri döner!
Türklerin, Orta Doğu denilen bu coğrafyada, Tuğrul Bey zamanında başlayan ve 1918’e kadar süren karşılıksız hizmet aşkı için kitaplar dolusu bilgi vermek olanaklı. Ama sadece küçük; çok küçük bir ayrıntıdan söz edeceğiz.
Yıl 1077... Malazgirt Zaferi’nden altı yıl sonra... Irak bölgesi karışır. Abbasi Halifesi Kaaim Biemrillah, Melikşah’tan yardım ister. Melikşah, Eksükoğlu Artuk Bey komutasında güçlü bir orduyu Irak topraklarına gönderir. Artuk Bey, Basra’ya kadar iner. Oradan Bahreyn’e geçer. Irak’ta düzeni derhal sağlar. Bağdat’a döndüğünde, Halife, Artuk Bey’i kabul eder. Armağanlar verir ve bir ferman yayımlar. Abbasi Halifesi düşünde gördüğü Hz. Muhammet ile Cebrail’in Türkleri öven sözlerini fermana geçirir. Bu fermanın metni günümüze kadar geldi. Ferman metninde Hz. Muhammet, “Dokuzoğuz Türkleri dinin gerçek hizmetkârlarıdır” demektedir. (Bkz. Prof. Dr. Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları)
Yıl, 2003... ABD Irak’ı talan etmektedir. Irak’ın kuzeyinde eşkıyalar azmıştır. Artuk Bey’in, Yağmur Bey’in akrabaları olan Kerkük, Musul yöresindeki Türkleri korumak için, “Türk Ordusu Irak’a girmeli” biçiminde Türk kamuoyunda sesler yükselir. Devletin Irak’a girme niyeti yoktur. PKK yardakçıları zaten karşıdır; ama Müslüman Arap dünyası da toplu halde -işgalcinin isteğiyle- “Giremezsiniz!” diye bağırır! Ne diyelim... Türk’süz Orta Doğu’da, ‘hâl ve gidiş’ meydanda...
Not’u elbette yine tarih verecek. Ama bir gerçek var ki; Türk’e kılıç çekenler iflah olmuyor! Haftaya buluşmak dileğiyle...