Onlara ‘moda’ de yeter

Türk olmak ‘out’ken, demode mi olsunlar şekerim; çayda çıraya tahammül edemezken ‘şemame’ oynuyor, Mahler dinlerken bir anda Ahmet Kaya’yı keşfediyorlar. ‘Çok trendy’ ya, kapıcılarıyla ‘anadilde’ konuşuyorlar


Bir ev partisi fantezisi... Orkestra şefi Cem Mansur v e oyuncu eşi Lale Mansur’un Arnavutköy’deki evlerinde... Konuklar, İstanbul’un entelektüel sosyetesinin en gözde isimleri...
Aman kimler kimler gelmiş...
Asaf Savaş Akat ve Nilüfer Göle bir köşede... Sinema dünyasını temsilen Yavuz Turgul... Erener Ailesi tam kadro: Serdar-Nil-Sertab... Vogue’un yayın yönetmeni Seda Domaniç... Ünlü şefimiz Mehmet Gürs... Murat Belge, Hale Soygazi ve tabii ki Osman Kavala... Ayşe Sözeri ve Hasan Cemal çifti... Dansçı Zeynep Tanbay ve Ufuk Uras... Vivet Kanetti... ’Yazbükey’
markasının yaratıcısı Emel Kurhan...
Sinema yazarı Alin Taşçıyan... Çiğdem Simavi ve ona eşlik eden antikacı Serdar Gülgün... Menderes Utku, ablası Nilgül ve sosyete mimarı Mahmut Anlar... İşadamı İshak Alaton... Siyahlar içinde bir Aliye Simavi... Pastacı Senem Betil, babası İbrahim Betil... Örnek çift: Akın ve Gülin Öngör... Mimari baronlar Murat ve Melkan Tabanlıoğlu... Şahin Alpay ve yeğeni Ümit Boyner... Müzisyen
Arto Tunçboyacıyan... Gazeteci
Amberin Zaman...
Tabii ki Elif Şafak’sız bir parti olmaz... O da davetli...
Kandil’den abim geldi...
Dövülmüş cevizle top haline getirilmiş rokfor peyniri, küçük kaşıklarda ikram edilen ’steaktartare’, ’amuse-bouche’ olarak ’kimchi’ yatağında yıldız anasonlu somon ’sashimi’ ve ’aioli’ye batırılmış kuşkonmaz sapları... Ne kadar güzel, ne kadar rafine tatlar...
Ve gecenin onur konukları:
Önce Habur’dan ellerinde bayraklarla geçen ’itirafçılar’ ve Kandil’den bu davet için özel olarak İstanbul’a teşrif eden Murat Karayılan.
O girerken keman sanatçısı Tuncay Yılmaz en güzel tınıları çalıyor...
Kandil’den abim geldi, evde bir bayram havası...
İstanbul’un entelektüel sosyetesi KCK üyelerini bağrına basıyor.
Tabii ki o gece Kürt personel izinli; şoförler, aşçılar, bahçıvan ve garsonların ’ora’lı olmamasına özen gösteriliyor, davetliler onlara eşlik edecek ’yardımcıları’ konusunda nazikçe uyarılıyor: ’Aman yanımızda çalışanların Kürt kökenli olduğu anlaşılmasın.’
Radikal şıklık, Kürt kimliğine bürünerek o gece Arnavutköy’den bütün İstanbul’a tepsilerde dolaşan kaz ciğeri kokuları gibi yayılıyor.
Karayılan ve arkadaşları onurlarına düzenlenen bu geceden illa ki memnun ayrılacaklar.
Cihangirli Kürtçüler
Neden olmasın, neden Cem Mansur da 2011 yılının ilk günlerinde böyle bir parti vermesin? Fikir benden, uygulamak Mansur çiftine
kalmış...
Bugünlerde İstanbul’da müthiş bir Kürtçülük modası var, uygun düşer: Kürt olan, Kürtçe olan her şey kabul görüyor Cihangir, Teşvikiye, hatta Bebek gibi semtlerde.
’İki dilli hayat’ resmen başlamadı ama şimdiden çok ’trendy’ oldu bu durum.
Defalarca Mahler dinlediğini belirten, Mahler üzerine sayısız ’pazar yazısı’ kaleme alan Hasan Cemal birden Ahmet Kaya’yı keşfediyor, hakkında övgüler yazıyor. Oysa birkaç sene önce bir toplantıya Ahmet Kaya üzerine konuşmak için çağırıldığında ’O kim, hiç tanımam’ diye yanıt vermişti... Sonradan hatırlattılar:
’Hasan Abi sen onu tanıyorsun, hani hep beraber Yakup’ta otururken bir adam vardı, laf atmıştı, küfürleşmiştik.’
Olsun o günler geride kaldı. Şimdi Ahmet Kaya’nın ’büyük müzisyen’olarak keşfedilmesi gereken günlerdeyiz... Peki dün bir arkadaşımın beni arayıp ’Yüksek sesle okuyacağım bir yazı’ diye heyecanlanması?
Bütün eğitimini Amerika’da
tamamlamış ama bu yazı ona
derinden dokunmuş. Ne yazmış, diye bakmaya kalktım... Aslen Türk olan Sırrı Süreyya Önder bugünlerde rating’i bol olduğundan ’Kürt kültürü’nü tanıtıyor: ’Şemame’ adlı Kürt halayı varmış, çok
güzelmiş...
Kod adı: Kurd 101.
’Çayda çıra’ya, Karadenizlilerin horonuna, kolbastıya, hatta Zeybek’e tahammül edemeyen elitist Türklerin bugünlerde gözleri kadınlar ’şemamok’a benzetilince yaşarıyor. Hadi bari hep beraber Cengiz Çandar’ın peşine takılıp Kürtçe öğrenmeye başlayım; ’Şekerim bugünlerde çok in!’
Yeter ki Kürt olsun... Sokakların isimleri Kürtçe yazılsın, şehirlere eski adları verilsin, ’Yaşasın artık kapıcımızla anadilimizde konuşacağız’
diyen Akarsu Caddesi sakininin
naif heyecanı...
Kadehler Cumhuriyet’in ölümüne
Türk olan her şey çok ’out’, çok ’passe’ ve kötülenmeye mahkum... Zaten bu Cumhuriyet sadece insanlara zulüm yaptı, hiçbir şey üretmedi, yıkılsın, yok olsun... Yakup’ta kadehler bu lanetli Cumhuriyet’in ölümüne kalksın bari!
Bugünlerde hepimizde ’beyazlara özgü bir suçluluk duygusunun’ bir benzeri; Türk olmak, Türk doğmak, özellikle de Beyaz Türk olmak utanılacak şeylere dönüşüyor, dönüştürülüyor değil mi?
Bırakalım damarlarımızda akan şu asil kanı bari... Muhtaç olduğumuz kudreti falan.
Ama ne olur, her şeyden önce...
Hadi bir an önce organize olun da Arnavutköy’deki o partiyi gerçekleştirin...
* Oray Eğin / Akşam


++++++

Askere kafa tutan hükümet!
Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin yıldönümü kutlamaları eksik kaldı. 78 yıldır yapılan Harbiyelilerin koşusu ve seğmenlerin saygı yürüyüşü, trafik aksıyor, halk sıkıntı çekiyor gerekçesiyle yapılamadı. Genelkurmay “güzergâh tahsis edilmedi” gerekçesine kolay boyun eğmiş gibi görünüyor. Valiliği ikna edecek çabaların işe yaramadığını düşünelim; o zaman da koşu herhangi bir tahdit bulunmayan Anıtkabir ve çevresinde icra edilebilirdi. Gerek asker gerek sivil yöneticiler kötü bir sınav vermişlerdir. Manzaradan çıkan Atatürk’e saygıda kusur görüntüsü sebebiyle halkı mutsuz etmişlerdir. AKP iktidarının siciliyle hiç uyumsuz değil bu son ayıp! Ama asker?..
* Güngör Mengi / Vatan


KİŞİsel görüşüm, bu kararın Valilik kararı olmadığıdır. Hiçbir vali, böyle bir konuyu İçişleri Bakanı’na danışmadan, Bakan da Başbakan’a sormadan alamazdı.
Seçimler yaklaşıyor, hükümet geçen seçimlerden ve referandum oylamasından biliyor ki, “askere kafa tutan hükümet” görüntüsü oy getiriyor.
Onun için böyle bir plan yapıldı: Koşuyu yasaklayalım, askerler kızsın, sert tepki versinler, sonra biz daha sert çıkıp, oyları cebe atalım!
Plan yürümedi, çünkü askerler beklenen tepkiyi vermedi. Şimdi seçimlere kadar askerle yeni bir tartışma gerekecek.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet


++++++

Yalakanın anatomisi
“Hız seven Başbakan” diyorsun... Başbakan yabancı konuklarını da arkaya oturtup saatte kaç kilometre hızla gitti Dolmabahçe’den Çırağan’a?.. Saatte 10 kilometre hızla... Sen Süleyman Demirel’e de “Beyefendi saçlarınız lüle lüle” demiştin. Oysa Demirel keldi... Turgut Özal’a “Ne kadar da formundasınız” dedin, kilodan öldü... 12 Eylül sonrası Kenan Evren’e de “Paşam, sayenizde demokrasi rayına oturacak” dediğine tanığım. Geçen gün ne diyordun: “12 Eylül’ü yapanlardan hesap sorulsun...” Tayyip Erdoğan “Bize AKP diyorlar, baksınlar, bizim adımız AKP değil, AK Parti’dir” dediğinden bu yana AKP yerine “AK Parti” diyorsun konuşurken-yazarken... Bence bu ülkenin ciddi sorunu sensin... Yalakalık yapayım derken, gerçekleri sakladın, aldattın, yanılttın... Yine işbaşındasın... Hiç utanma duygun yok...
* Bekir Coşkun / Cumhuriyet


++++++

KISA... KISA...
Medyatava’nın haberine göre önceki gün Hürriyet ile yollarını ayıran Nuray Mert aynı gece Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu ve yazar Mehmet Tezkan ile buluşmuş.
“Milliyet yazmayı istediğim bir gazete...”
diyen Mert’e göre “Ocak ayının ikinci haftası Milliyet’te başlamaması için neden yok”muş!

++

Geçmişte bir bankanın kendisine yaptığı reklam teklifini, filmde sarı basın kartını atıp yerine kredi kartını göstermesini istedikleri için reddettiğini yazan Engin Ardıç “Kabul etseydim Babıali’de herkes arkamdan teneke çalardı” diyor. Ardıç’ın epey zamandır “arkasından gelen sese” kulak vermediği ortada. Ardıç’a teklif edilen senaryonun yazarı da hayli öngörülüymüş değil mi!

++


Yardımcısı Doğan Satmış’ın TGC etkinliklerindeki görevlerinden alınmasına tepki gösteren Fatih Altaylı, Habertürk çalışanlarının Gazeteciler Cemiyeti’nden toplu istifaya hazırlandığını açıkladı.

++


Mehmet Faraç’ın kovulmasıyla ilgili yazılı açıklama yapan Cumhuriyet Gazetesi Yönetim Kurulu yazarını “köşesini siyasi ikbali doğrultusunda kullanmak”la suçlarken, “Atatürkçü duruşu nedeniyle kellesinin alındığını” ileri süren Faraç, önceki gece CNN Türk’te yayınlanan 5N1K’da gazete yönetimini sert dille yalanladı.


++++++


Atalay, Bahçeli’ye teşekkür etsin
1980 öncesini yaşayanlar bilir. Hangi taraf olursa olsun, hangi amaç için hareket edilirse edilsin, haklı veya haksız gerekçeleri olsa bile sokağa (sürekli bir eylem alanı olarak seçmek) çıkmak tehlikelidir. Sol gelenekten gelenler de, MHP ve onun çizgisinde hareket edenler de acıyla tecrübe etmişlerdir bu gerçeği...

Kardeş kardeşe mi düşsün
Bir kere sokağa çıkıldı mı ne cop ne de göz yaşartıcı bomba, ne sıkılan kurşunlar, ne gözaltılar durduramaz gençleri ve onların arkasına takılan öfkeli kalabalıkları. Her eylem aynı şiddetle karşıtını doğurur. Ve o gün durdurulamaz, engellenemez provokasyonlar hayatımıza damgasını vurur. Herkesin birbirini suçladığı, sap ile samanın birbirine karıştığı ve en nihayetinde kardeşin kardeşe, komşunun komşuya düştüğü bunalımlı günlerin içine düşüveririz... Bugün sokaklar güvenli. Sokak sokak şehirleri paylaşanlar yok. Okudukları gazetelere göre insanlar damgalanmıyor, sorgulanmıyor. Kılık kıyafetlerine bakarak ideolojik kimlik tespiti yapılmıyor. Etnik kökenleriyle ilgili tavır sergilenmiyor. Bunun nedeni olgunlaşmamız, acıyla tecrübe ettiklerimizin DNA’larımıza kazınması mıdır sizce? Kısmen böyledir ama uygun iklim olmasına rağmen bu manzarayı yaşamıyorsak, hemen herkesin, başta Devlet Bahçeli olmak üzere MHP’li siyasetçilere teşekkür etmesi gerekir. Ve karşıtlarına...

MHP’nin demokratik hakkı
Bu nedenle İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, “MHP terör sorunlarından büyük oranda besleniyor” sözü isabetsiz olmakla birlikte büyük bir haksızlığın doğmasına yol açıyor. Bu tespit, siyasi bir rakibi eleştirmenin ötesinde gerçek bir tahrik anlamına geliyor.
* Yavuz Semerci / Habertürk

++++++

Vali izin vermedi.
Koşaner’in erleri koşamadı.
Genelkurmay Başkanı Uçaner olsa, F16’lara hava sahasını kapatacaktı herhalde vali!
* Yılmaz Özdil / Hürriyet


++++++


Çanak soru için bile asgari gazetecilik şart
Muhatabının içindekileri kusup rahatlamasını sağlayan, bir tür 40 derece ateşle yatarken annemizin ’buraya kızım’ diye önümüze sürdüğü leğeni hatırlatan sorulara “çanak” diyoruz biz! İçindekini buraya kusup rahatlıyorsun gerisini taşındığı mecralardakiler düşünsün;mideleri mi bulanır, sinirleri mi bozulur...
Burda en stratejik rol “çanakçılar”ın. Ayarı iyi yapmazlarsa ya çanağa dökülmesi gerekenler sağa sola saçılıp heder olur, ya da sıkboğaz edilmekten sebep bulamazlar dışarı çıkacakları yolu!
Bu anlarda çanakçıya düşen “bu işin bile bir adabı olduğunu” hatırlamak, hatırlatmak. Ama nerdeeee... Karşılarındaki “daha” dedikçe genişletiyorlar çanağı; kovaya, hadi abartmayalım bakraca çeviriyorlar.
Soyadıyla bu benzetmenin ilham kaynağı da olan Nilgün Balkaç mesela... Beşir Atalay’la yaptığı “özel mülakat”ı izleyin NTV internet arşivinden... Dakika bir soru bir: “MHP’nin tutumundaki eksikler yanlışlar neler?” Oturtmuş karşısına iktidar temsilcisini “Buyur say(dır)” diyor... Atalay da say(dır)ıyor...
Atalay “iki dil” diyor, Balkaç tamamlıyor: “özerklik”. Sanırsın tiyatro sahnesinde “suflör” lük yapıyor. Bir ara “eeee”ler gibi oluyor Balkaç... Atalay’ın bir eli havada, otoriter, “Sözümü bitireyim...” diyor. Muhabirlikten yöneticiliğe terfi ettirilen hanımefendi de “tık” yok! “Eeee” hani soru? Onu bile soramıyor. İktidarın bakanı susmasını işaret edince susuyor... Suskunluğu, iktidarın bakanı sözünü bitirip, “müsaade” verinceye kadar sürüyor...
Çok değil iki gün sonra bu kez yine bir AKP’li; Ömer Çelik Balkaç’ın karşısında. Durmak yok “sufle”ye devam. Çelik DTK’nın “ilk sivil proje” tezini çürütmeye çalışırken destek çıkıyor Balkaç: “ama ayrıştıran bir proje bu”! Madem bu kadar hassassın “ayrıştıran proje” konusunda, Çelik “özerklik de, federasyon da hepsine tepki gösteririm” derken niye araya girip “Neden Gül ve Erdoğan’ın ademi merkeziyet çıkışlarına tepki göstermediniz o zaman?” diye sormuyorsun? Ne farkı var?
“Hıhı, evet” ler ve “ikna oldum” bakışlarıyla bitiyor bu yayın da...
İletişim fakültelerinde ders olarak okutulmalı bu programlar; “çanak soru” sorabilmek için bile, (rivayet o ki, iktidara yakınlığından dolayı) şok terfiyle Ankara Temsilcisi olmanın yetmediği, “asgari gazeteciliğin” şart olduğu öğretilmeli... Çanak da olsa soru, herşeyden önce “soru” olabilmeli çünkü...Bir “sorgulama” içermeli, dinleyende, izleyende, okuyanda “aydınlanıyoruz”, “öğreniyoruz”, “merakımızı gideriyoruz” algısı yaratabilmeli.


Nilgün Balkaç’tan önce NTV Ankara Temsilciliği görevini Murat Akgün yürütüyordu.

++++++

MİNİ YORUM
Genetiğiyle oynanmış yeni yıl mesajı
Yeni yıl mesajı, -MSN, facebook, e-posta, twitter, SMS ve diğer herşeye rağmen- kartpostalı yollayanların bu seneye kadar ki ortak temennileri “sağlık, mutluluk, başarı, huzur” olurdu. Bu yıl gelen mesajların “temenni” bölümünde önemli bir madde daha eklenmiş “daha demokrat bir ülke”...
Bizimkiler de “vaad” madeni ama bu dilek için “Noel Baba” bile daha gerçekçi bir adres göründü bana!..

Yazarın Diğer Yazıları