Onlar ermiş muradına...
Öcalan posterleri, bölücü sloganlar, PKK paçavralarının gölgesinde yapılan Nevruz gösterileri olaysız (!) geçtiği için düğün bayram ediliyor. 21 Mart’ta terörle vardıkları yeri kutlayanlar neden ‘olay’ çıkarsınlar ki!
Diyarbakır’da, Mersin’de, Hakkari’de, Mardin’de, Van’da, Şanlıurfa’da yaşayanlar ya da cumartesi akşamı ve pazar günü yolu Kazlıçeşme’den, Güngören’den, Bağcılar’dan, Nurtepe’den, Gülsuyu’ndan, Sarıgazi’den... geçenler, birkaç istisna hariç, dünkü gazetelere şöyle bir göz gezdirdilerse, ya “Herhalde bunlar bizimle kafa buluyor” diye düşünmüş, ya da “Acilen bir nöroloğa görünsem iyi olacak, demek ki ben halüsinasyon gördüm” şüphesine düşmüş olmalı.
Mersin’de yaşananlara bakıp “Biz hangi ülkede yaşıyoruz?” diye soran okurumuz Selçuk Şerbetçi mesela...
“Neden bugün sokağa çıkmaya korkuyoruz bugün nevruzumuz, bahar bayramımız değil mi? Mersin’de Akdeniz Belediye Başkanı’nın Nevruzla ilgili afişleri... Kürtçe kutlama mesajları, zafer işaretleri, newroz tarzında yazılışı, o üç rengin vurgulanması... Ne yapılmaya çalışılıyor?” diye feryat ettiği günün ertesinde, evine aldığı gazetede “Nevruzun dili barış” başlığını görse... Sonra bir diğerinde “Korkulan olmadı, Nevruz bayram havasında kutlandı” haberini okusa...
Korkulan olmadı!
Geride bıraktığımız hafta sonunda bu ülkenin sokaklarında terör örgütünün lehine sloganlar atıldı...
İmralı’daki caninin posterlerini açtılar..
Bu ülkenin meydanlarına, bu ülkenin gönderlerine paçavralarını çektiler...
Kadınlar, kızlar, çocuklar... Ve o kadınların, kızların, çocukların arkasına saklanmış, yüzleri poşuyla gizli “delikanlı(!)”lar! sarı-kırmızı-yeşile boyandılar... Kırmızı, şehit kanlarını, yeşil doğayı, sarı, bereketi temsil ediyor diye değildi herhalde. Herhalde, Türk hakanlarının hükümdarlık alametlerine gönderme değildi ellerinde “tuğ” gibi salladıkları sopalar!
Kandil’den indirdikleri, ayağına mahkeme kurulup, akıttığı kandan pişman olmadığı için “özgürlüğü” verilen teröristi, Atatürk’ün evinde, protokolde ağırladılar...
Meydan okudular “Ya genel af, ya Öcalan’a eve dönüş yolu, ya ’durmak yok kahpeliğe devam’...”
Yeniçağ’ın ifade biçimiyle “teröre bayram” ettirdiler...
Bütün kritik noktalara dağılmış, “kuş uçurtmayan” haberciler bol bol “güvercin uçurdular” servis ettikleri fotoğraflarda...
Ve Türk(!) basını çok sevindi “korkulan olmadı” diye...(Daha ne olmasından korkuyorlardı bilemedik...) “Bir tarafta barış çağrısı, diğer tarafta PKK ve terörist başı Abdullah Öcalan’ı yücelten sloganlar... Hiçbir şey halkın neşesini bozamadı” diye yazdılar, “huzur içinde”ki kutlamaları anlatırken.
“Açılım nevruzu olaysız geçti” diye derin bir “ohhhh” çektiler...
Daha ne olsun?
Türkiye’yi 8 bölge valiliğine bölen ve terörist Öcalan’ın takdirlerini kazanan Turgut Özal’la birlikte, 1980’li yıllarda Güneydoğu’da “devlet görüntüsü verilmemesi” gerektiğini savunan zihniyet bugün iktidarda. Hayal ettikleri gibi, dönüştürdükleri kadroların “devlet”le arasında uçurumlar var.
1990’ların başında, TBMM’de Kürtçe yemin etmek, bir grup DEP’linin milletvekilliklerinin düşürülmesine ve hapisle cezalandırılmasına yol açmışken, şimdi devletin kanalı Türkçe yeminleri kendi eliyle Kürtçe’ye çevirerek yayınlıyor, yayıyor.
O gün dile getirildiğinde, peşinden “bölücülük” suçlaması ve de ceza getiren “Bölge meclisleri kurulsun, kürtçe yayın ve eğitime geçilsin, ordu bölgeden çekilsin, MGK kaldırılsın, komutanları görevden alma yetkisi TBMM’de olsun...” gibi talepler, bugün oldu sana “Milli Birlik Projesi”...
Kenan Evren’in Federal Almanya’yı örnek göstererek “Ne güzel, bizde de olsa kıyamet mi kopar” diye biçtiği “iki üç bayraklı” modelin temelleri atıldı da, bir de bozulmasın diye üstüne “nevruz ateşi”yle ütü basıyorlar...
Zaten teröriste terörist diyemiyorduk, şimdi bir de PKK PAF ligindeki “taş atan çocuklar” çıktı. Senin evladın “Türkiye soykırımcı değil” desin, gör bak nasıl eğitim hakkı elinden alınıyor. Bir Allah’ın kulu çalıyor mu kapını... Ama “katil devlet” diyerek, polisin kafasını gözünü yaran, esnafın camını çerçevesini indirenlere “taş attın” demek bile yasak! “Suça itilmiş” diyeceksin. İki günde bir “uğradıkları zulmü” yazmazsan, “vicdansız” ilan ediverirler, çirkin ördek yavrusu gibi kala kalırsın bir başına.
Ortak değer yok
Bölücü terör örgütünün hedefi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğüydü... Bu devletin sınırları içinde yaşayan insanların tarih ve kader birliği; ortak geçmişi ve ortak geleceğiydi... Tek milletti... Tek bayraktı... Tek devletti... Tek vatandı...
Yerel yönetimler eliyle, her biri ayrı bir “eyalet” gibi yönetilen şehirlerde “devlet”i böldüler. Kendi kurumlarını oluşturdular.. “Kendi kendilerini” yönetiyorlar...
Azerbaycan bayrağının, Bursa Atatürk Stadı’na sokulmasını yasaklayan zihniyet, terör örgütü PKK’nın paçavralarını, yani illegal propaganda araçlarını ülkenin meydanlarında rahat rahat dalgalandırmasına göz yumdu; “bayrağı” böldüler...
İllerin, ilçelerin, köylerin nihayetinde de “müttefik karargahları”nda hazırlandığı anlaşılan (ve Başbakan’ın eşbaşkanı olduğu) projenin haritasında, ülkenin doğu ve güneydoğusunun adını, sınırlarını değiştirerek, “vatan”ı böldüler...
Milleti oluşturan en önemli unsur olan “dil”i böldüler, hem de devletin televizyonunu kullanarak. Nevruz gibi, bu topraklarda yaşayan insanların kendilerini “tek millet” hissetmelerini sağlayacak güçlü bir “motivasyon” kaynağını dahi başka bir alfabeyle “newroz” a dönüştürdüler. Başka bir dilde “ayaklanmayla” özdeşleştirdiler.
Şimdi onbinlerce insanın ölümünden sorumlu olan caninin İmralı’daki istirahatgahından, “gönlünün başkenti” Diyarbakır’a taşınması ve harem hayatına dönmesi ihtimali fısıldanıyor kulaktan kulağa; hazmettire hazmettire...
Olaysız kutlama
Yılmaz Özdil, Hürriyet’te Pazar günü yayımlanan yazısında doğru bulmadığım bir sürü iddia sıralamıştı “nevruz”a dair. Yazının genel iddiasına katılmasam da, son tahlilde söylediği “PKK dayattı, kutluyoruz. Hepsi bu” sözlerine itiraz edebilir miyiz?
“Olay” çıkmamış!
Madalyonun bir yüzünde “Yuh artık, daha ne olsun?” sorusu var...
Ama cüretlerinin, aslında, ülkeyi yönetenlerin kendilerine bahşettiği “hak” olduğunu düşününce, evet “istenmeyen olaylar” çıkmadı. Hepsi istenen, uzun zamandır planlanan, beklenen, özlenen olaylardı!
Hem neden olay çıkarsınlar ki!
Üzerine gölge düşürebilecekleri ortak bir değer kaldı mı? Daha neyi bölüp parçalasınlar, hangi duyguyu köreltsinler, hangi şuuru zedelesinler... Onlar şimdi “olaysız” biçimde terörle varılan vuslatı kutluyorlar!
Yine de bütün bunlar olup biterken “olay” çıkmaması garip değil mi? Bir kişinin de çıkıp “hoop, durun bakalım ne oluyor” dememesi, diyememesi...
Kim daha fazla
Amerikancı kavgası
İkinci Cumhuriyetçi liberallerle AKP arasındaki kutsal ittifak devresel sarsıntılarından birini daha geçirdi.
Son zamanlarda Batı parlamentolarının soykırım sıkıştırmalarından bunalan Erdoğan “Yüzbin Ermeni’ye kapıyı gösteririm” deyince İkinci Cumhuriyetçilerin hışmına uğradı. Kapışmanın yakın çevresinde olanlar da bu kavgada kendilerine tavır belirlemek zorunda kaldılar.
İzlediğimiz görüntü, bu ülkenin kaderiyle oynayanların tıynetinin ortalığa saçılmasıdır.
Kimse bu gürültünün ülkesinin dışında ekmek aramaya çıkmış Ermeni emekçilere acımaktan ileri geldiğini sanmasın. İkinci Cumhuriyetçilerin kopardığı bu gürültü, Erdoğan’ı Ermeni açılımında yeterince Amerikancı bulmamalarından çıkmıştır.
O kadar çileden çıktıklar ki, hakaret yarışına girdiler: Sen Kimsin? Irkçı, ittihatçı, çeteci, güvenilmez ürkek politikacı, zalim tehditçi, ataerkil zihniyetli, politik akıldan yoksun tavırlı, şantajcı, yalancı, iki ileri bir geri yürüyorsun, biz seni gulyabanilerden korurken iyiydik de şimdi mi kötü olduk, Ermenilerden özür dile, dilemezsen hadi sana kolay gelsin...
Yakın çevreye gelince.
Sadece Şahin Alpay “esas dava arkadaşlarının” yanında yer aldı. Başbakan’ın Vakit’teki körü körüne biatçıları ikinci cumhuriyetçilere kızdılar, “Ergenekoncu” dediler! Böylece iktidarla yandaş ilişkilerinin burjuva ahlak kurallarına bile uymadığını gördük: imam nikahlı eşler, velinimetlerine kafa tutan metreslerin özel yetkili engizisyon savcılarına teslimini istiyorlardı. Günümüzün Ali Kemalleri için hükümette kimin olduğu değil, Amerikan çıkarlarına ne kadar hizmet ettiği önem taşıyor. Hatırlayın, Obama TBMM konuşmasında Türkiye’den dört şey istemişti: Kürt açılımı- Ermeni açılımı- Kıbrıs açılımı- Ekümeniklik açılımı. İkinci Cumhuriyetçiler kendilerini bu açılımların bekçisi sayıyorlar. O bakımdan bu karı-koca kavgalarının sık sık yinelenmesi olasıdır. Bekleyin daha neler göreceksiniz.
Doğan Yurdakul / Odatv.com
Şakşakçılıkta
şampiyondular
Yandaş ve şakşakçı yazarlar da birdenbire “Tayyip karşıtı” oluverdi.
Bunların topunun birden Tayyip Erdoğan’a karşı bayrak açmasının “dış kaynaklı çıkara dayalı” olduğunu ileri sürenler haklı mı, haksız mı bilmiyoruz ama bir vakitler şakşakçılık şampiyonu olan bu densizlerin, şimdi Tayyip’e isyan etmelerini çok anlamlı buluyoruz.
Tokmak / Sözcü
‘Papatya’lığın mükafatı TRT
Günümüzün en hızlı neo-liberallerinden eski solcu Oral Çalışlar da diğer yandaşlar gibi TRT’den program kapmış... AKP’ye yağ çekmenin mükafatı olarak ya TRT’de ya da TMSF’nin el koyduğu kanallarda program kapıyorsunuz malum...
Yoksa siz hâlâ buralardan program kapmayan bir yandaş gazeteci misiniz? Yeni dönemin ödülü bu: Fehmi’si, Derya’sı, Ergun’u, Taha’sı, Ekrem’i derken şimdi de Oral Çalışlar vergilerimizle desteklenen TRT’den kasasını dolduracak.
Çalışlar’ın mükafatı ne kadar? Yağcılığın karşılığında ne kadar para alacak? Rekor Fehmi’de mi yoksa Oral Çalışlar daha mı fazla kazanacak... Merak ediyorum. Merak etmek hakkım.
Eğer TRT’de maaşlar yağcılığın dozuna göre belirleniyorsa bu aralar en çok Oral Çalışlar’ın kazanması gerek... Zira en son “Ekonomik sıkıntılardan bahsetmeyelim, bunlar Ergenekon’a gölge düşürüyor” gibi cümleler kurmaya bile başlamıştı. Anasının karnından yandaş doğanlar bile bu kadarını yapamamıştı zira! Kendisi bu dönemin birinci “papatya”sı olmak için elinden gelen her şeyi yapıyor kısacası; umarım karşılığını alır... l Oray Eğin / Akşam
‘Ergenekoncu Atatürk’
Avukat İsmail Sami Çakmak, savcıların bildik davanın ilk iddianamesinde “Atatürk’ün dahi Ergenekon’un tarikatvari yapısı içerisinde olduğu, ancak henüz açıklanma zamanı gelmediği” savlarına yer vererek, Atatürk’e hakaret ettikleri ve görevi, görevde yetkiyi kötüye kullandıkları gerekçesiyle yargılanmaları gerektiğini dile getirmişti.
Adalet Bakanlığı, Atatürk’ün Ergenekoncu, dolayısıyla “terörist” olduğunu ima eden savcılar hakkında soruşturma izni vermedi.
Bunun üzerine Çakmak, dilekçeyi “siyasi olur” ile işleme koymamanın hukuksal ve yasal bir uygulama olmadığı gerekçesiyle idare mahkemesine başvurdu.
İşte tam bu noktada, İstanbul’da kurulu Boğaziçi Avukatlar Derneği adı altındaki bir örgüt devreye girdi.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk önderini “terörist” gibi görmeye çalışan “cumhuriyet” savcılarının var olduğu bir ülkede hukuktan, akıldan ve mantıktan söz etmek biraz zor ama... İzleyip görelim bakalım; Atatürk’e hakaret davası nereye varacak?
Işık Kansu / Cumhuriyet
MİNİ YORUM
Saray dediğin bir tane olsa...
Mehmet Altan, Yenişafak’a verdiği röportajda “Sarayın sorunlarını yansıtarak onun ihalelerinden, onun nüfuzundan, onun imkânından yararlanarak gazetecilik olamaz” diyor. Merak ediyorum bunları kendi patronlarına, ondan da önce abisi Ahmet Altan’a, ama en önce aynaya bakıp kendi kendisine söyledi mi? Malum saray bir değil, “ak”ı var “beyaz”ı var...