Önce vatan sonra gazetecilik!
Terörün sistemli bir şekilde yeniden tırmandırılmak ve bölücü bir siyaset yapılmak istenildiği ülkemizde, bütün kurumlara ve kişilere görevler düşüyor.
Ne var ki, el birliğiyle terörün önünde kenetlendiğimiz veya cesaretle mücadele ettiğimiz
söylenemiyor.
Her şeyden önce, biz gazetecilere de çok büyük sorumluluklar düşüyor.
En önemlisi, terörün demokrasi, insan hakları ve özgürlükle bağdaşan bir tarafının olmadığının kabul edilmesi gerekiyor.
Medyaya düşen görevlerin başında, her tür teröre karşı gelmek, asla yanlısı gibi görünmemek ve hatta lanetlemek geliyor.
Vatan... Gazetecilik...
Yan yana yazıldığı zaman bile, insana coşku veren, insanı düşündüren “gizemli” kelimeler...
Biri için, can verebilecek, diğerini icra ederken ölümle en azından tehlikesiyle karşılanabilecek iki olgu.
“Vatan veya gazetecilik” ...
Aslında birbirine feda edilmeyecek gibi görünen değerler...
Vatandaş gözüyle bakıldığında, uğruna her şeyin feda edilmesi beklenen vatanın yeri tartışılmaz...
Meslek gözlüğü taktığınızda ise, asla ihanet edilmemesi gerekli gazetecilikle karşılanılıyor...
İster istemez, “Vatan veya gazetecilik”yerini “Vatan ve gazetecilik” kelimelerine terk eder...
Ancak büyük bir ikilemle karşılaşmamak elden gelmiyor.
Vatandaşlık ve gazetecilik sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini tam anlamıyla kestirmek gerçekten çok güç...
Hatırlanacağı üzere Ege’de yaşanan çok sıcak günler, bu ikilemi bütün heybetiyle ortaya çıkarıyordu... İki ülke, medya mensuplarının karşılıklı bayrak çekişleri, bir yandan neredeyse Türk-Yunan savaşına neden olacakken, diğer yandan da basını ikiye ayırıyordu...
Kimine göre, medya mensuplarının bayrak çekişi, gazetecilik meslek ilkelerini ihlal, kimilerine göre de normal sayılıyordu.
Böylece, “Vatan veya gazetecilik” yine gündeme geliyordu.
Yunan’a ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin’in anıtının dikildiği bir ülkede başlatılan tartışma, sütunları da aşarak meslek kuruluşlarına getiriliyordu.
Oysa, bir Türk gazetecinin Türk bayrağı çekmesi, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürecek nitelikte bulunamazdı.
Hele Türk ordusunun, toprağını savunması olayını, şiddet ve zorbalığa özendirici bulunabilmesi mantık dışı sayılıyordu.
Ne var ki, meslek sınırlarının da zorlandığı gerçeği ortadaydı.
Nitekim, Basın Konseyi Yüksek Kurulu da bayrak asan medya mensuplarının meslek sınırların aştığı kararına varıyordu.
Gazetecinin her şeyden önce, bir “gözlemci”olduğu ve asla bir “eylemci”olamayacağı tartışılmaz.
Ne var ki, vatanın yüksek menfaatleri karşısında da mesleğin ilkelerin dondurulması her zaman gündeme gelebilir.
Bu ikilem, belki de özellikle Türk medyasının çözümlenemeyecek sorunlarının başında geliyor.
Ne var ki, zaman zaman medyamızda görünen bu tür olayların, teraziyi basının lehine yükselttiği ortaya çıkıyor.
Özellikle, terör örgütü PKK’yı desteklediğini her fırsatta ve açıkça itiraf etmekten çekinmeyen örgütlere karşı yapılan haber ve yorumlarda, meslek ilkelerini aramak gayretini göstermek zor görünüyor.
Gerçekten de, “Vatan” yerine meslek ilkelerine ihanet daha ehveni şer gibi geliyor.
Şairinin “Vatanın, ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun” dediği ve düşmana ilk kurşunu bir gazetecinin attığı bu aziz ülkede, meslek ilkelerinin bazen dondurulması zor da olsa, sindirilebilecek bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.