“Ölmüştür geçmiştir..”
Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz gün İstanbul’da polis kurşunu ile öldürülen genç için sarf ettiği “ölmüştür geçmiştir” sözü Tuğrul Türkeş’in ifadesiyle “kibir sendromu” nun yansımasıdır. İzmir’deki düzmece “casusluk-fuhuş” davasında bir hapis yatan Prof. Dr.Tayfun Uzbay’ın kulakları çınlasın. Dünya tıp tarihinde şizofreni ilacını bulan bilim adamı ünvanını kazandı. Biraz daha gayret etse “kibir sendromu” ilacını bulabilir miydi sorusunu sormadan edemiyoruz.
Bu memleketin Başbakanı “ölmüştür, gitmiştir” der de onun bakanları, bürokratları, vesayeti altına aldığı hakimleri “hapistir, yatar” demez mi? Hem de öylesine açık söylüyorlar ki hukuken “özgürlüğü kısıtlama” suçunu işleyerek!
Canım memleketimin Başbakanı, Bakanı, Başdanışmanı Balyoz tertibinin “kumpas” olduğunu milyonların önünde açıklayıp, yeniden yargılanma yoluna gideceklerini beyan ettiler. Ama aradan 5-6 ay geçmesine rağmen kıllarını kıpırdatmadıkları gibi, kulaklarının üstüne yatıp, “mahpus yata yata biter, aldırma gönül aldırma..” şarkısını dayatıyorlar. Haksızca içeride tutulan insanlar resmen ölüyor.. Ölümcül hastalıklarla boğuşuyor.. Dışarıda aileleri olağanüstü zorluklarla mücadele ediyor. Bütün bunların yanında somut bir adım atılmış değil.
87 hafta boyunca devam eden “sessiz çığlık”lar Türkiyemizin çeşitli kentlerinde devam ediyor. Bir araya gelip birkaç saat içinde içeriden dışarıya gelen mesajları okuyup sessizce dağılıyorlar.
Topçuluk, tankçılık, piyade, ulaştırma, ikmal, harita işlerini bildikleri halde “basın ve halkla ilişkiler” konusunda ne eğitimleri ne de uygulamaları olduğu için komuoyuna taleplerini tam anlamıyla yansıtamadılar. Sonuçta her biri “temel hukuk” dersi okumuştu. Aralarında Hukuk Fakültesi mezunları, Hukuk Doktorası yapanlar bile vardı ama yargılandıkları dava hukuki değil, siyasi tasfiye olduğu için biçare kaldılar. Savunmalarında avukatlık görevlerini yerine getiremeyenler, daha doğrusu Silivri hukukunda savunma tarafı hiçe sayıldığı için avukatlar da çaresiz kaldı. Sonunda Avukat Şule Nazlıoğlu Erol’un başlattığı “hukuku sokakta arama” eylemine geçtiler. Ömürlerinin büyük bölümünü “vatan nöbetinde” geçirenler için bu defa değişen tek şey “Hukuk nöbeti” oldu. Tam 20 gündür Anayasa Mahkemesi önünde geceli gündüzlü nöbet tutuyorlar. Her zaman olduğu gibi sessizler.. Ankara_İncek’te bulunan Anayasa Mahkemesi binası önünde ellerinde Türk bayrağıyla ve adalet arayışlarını yansıtan pankartlarla yolun kenarında bekleşenlere yoldan geçen araçlar korna çalarak destek veriyor.
Başkan Haşim Kılıç, yapılan gösterilerin “ifade özgürlüğünün demokratik yansıması” olduğunu belirtti. Yaklaşık 15 gün önce avukatlar ve emekli askerlerden oluşan heyeti kabul ettiğinde, çalışmaların hızlandığını ve mayıs ayı sonuna kadar kararın açıklanacağını ifade ederek, hukuk adına tüm Türkiye’yi heyecanlandırdı.
Sayın Haşim Kılıç’ın son yıllarda AKP hükümetinin dayatmalarına karşı takındığı tavrı biliyoruz. Genelkurmay eski başkanlarından İlker Başbuğ için verilen tarihi karardaki imzasını takdir ediyoruz. Tutukluların bir an önce bırakılması ve haksızlığın giderilmesi için samimi kanaatler taşıdığının farkındayız. Mayıs ayının son haftasına girerken adalet nöbetçilerinin sayısı giderek artıyor. Çankaya Belediyesi’ne ait Ahlatlıbel Tesislerinin içindeki kalabalık sessizliğini sürdürüyor. Kapıda sadece iki nöbetçi ve pankartlar kaldı. Trafiği engellemek, ses kirliliğine sebebiyet vermeme gibi iyi niyetler taşıyanlar en kısa zamanda kararın açıklanmasını bekliyor.
İş uzar, haziran ayına sarkarsa süresiz açlık grevi eylemi başlayacak. İlk gönüllüsü olarak Adalet Nöbetine devam edenler arasında olacağım. Sonrası Allah göstermesin ölüm orucu.. Adaletin ölüm orucuyla aranması kadar korkunç bir şey olabilir mi? Ama bu ülkede buna benzer eylemlerin bedelinin acı şekilde ödendiği de unutulmamalıdır.
“Ölmüştür, gitmiştir” anlayışı, “hapistir yatacaktır”a dönüşürse vay zalimlerin haline..