Olmayan bombalar aşkına!
Silivri’de “Ergenekon” adı altında birbirine eklemlenen 20 küsur davanın “temeli” , 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’de bir gecekonduda 27 adet el bombasının bulunduğu iddiasıydı.
Soruşturmayı başlatanlara göre, bulunduğu iddia edilen bombaların sahibi gazi astsubay Oktay Yıldırım’dı. Ve yine soruşturmayı başlatanlara göre Ümraniye’de bulunduğu iddia edilen bu bombaların bazılarının seri numaraları ile 2006 yılı Mayıs ayında Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların seri numaraları aynıydı!
“Cadı avı”nı andıran süreç böyle başladı.
Sonra gelsin ev baskınları, gözaltılar, tutuklamalar, telekulaklar, insanların yatak odalarını bile pervasızca ortalığa saçmalar, binlerce sayfalık iddianameler, milyonlarca veriden oluşan ek klasörler, ölüme tahliyeler, hastalananlar, intiharlar, dramlar...
***
Çabuk unutuyoruz.
Ulusal Kanal’da Soner Yalçın’ı izledim önceki gece.
Daha önce Oda TV’de, sonra Oda TV davası kapsamında iki yıla yakın tutuklu kaldığı Silivri Cezaevi’nde yazdığı kitabı Samizdat’ta çok net, çok açık, çok yalın biçimde yazdığı kimi gerçekleri hatırlattı.
Onlardan belki de en çarpıcısı:
“Ümraniye’de bomba yok!”
Ve bir çağrı yaptı:
“Devlet bana Ümraniye’de bomba bulunduğunu kanıtlasın!”
***
Balyoz davasında gerekçeli kararın açıklanmasıyla bir kere daha çelişkileri, sahte CD’leri, şahıs-zaman-mekan tutarsızlıklarını, kurumların birbirinin tezlerini dolayısıyla da iddiaları çürüten beyanlarını tartışıyoruz ya...
Hepsi hikaye!
Bir adam “var olduğu” dahi kanıtlanamamış el bombalarının sahibi olduğu gerekçesiyle beş buçuk yıldır cezaevinde tutuluyor bu ülkede!
Hem de tek başına bu bile yetiyorken o davalar heyulasını çökertmeye!
Cezaevinden yeni çıkmış bir adam, oğluna kavuşmuş, ne zoru var... Ama gazetecilik belası; ekranda bas bas bağırıyor işte:
“Oktay Yıldırım benim babamın oğlu mu? Siyasi görüşümüz, her şeyimiz farklı. Bana ne! Keşke o el bombaları gerçekten var olsaydı. O zaman, ben de savcılığın iddialarının peşinden giderdim. Onlarla aynı tarafta mücadele ederdim. Ama yok. Ne yapabilirim, yok. Artık bu davaların savcısı olmayan Zekeriya Öz, en güvendiği dosya ile çıksın karşıma, canlı yayında tartışalım. Var olduğunu kanıtlasın. Ama yok.”
***
Duyan da yok!
***
Sorarım size:
Bir hukuk devletinde, yüzlerce insanın “yok yere” cezaevinde tutulduğu, hem de kısık sesle, fısıltı halinde değil, bu kadar ayan beyan şekilde, canhıraş haykırışla iddia edilirken bir tek kurumdan bile ses çıkmaz mı?
Bir hukuk devleti, garantisi olduğu sistemin göz göre göre dehşet saçmasına, göz göre göre “vatandaşları”nın hayatlarını çalmasına göz yumar mı?
***
Hukuk da koktuğuna göre;
Hikaye...
Akla ve vicdana sığmayan onca itiraz “büyüklere masallar” gibi geliyor demek ki bu ülkeyi yönetenlere.
Küçük bir rica
Geçtiğimiz salı gecesi TRT Haber’de katıldığı programda “Bu ülkede 60 yıldır Türk’üm diyene faşist diyorlar...” diye feryat figan eden AKP Balıkesir Milletvekili Cemal Öztaylan’ı tanıyanlar (eşi-dostu bu satırları kim okuyorsa artık) kendisini uyarabilir mi; komik oluyor da!
60 yılı bilmem ama son 10 yıldır bu ülkede Öztaylan’ın kendi mensup olduğu parti ve etrafında menfaat halesi oluşturan sözde liberal-muhafazakar-demokrat-bölücü grupçuklar dışında “Türk’üm” diyenlerle problemi olan kimse yok ki!
“Büyük Türkçü” Öztaylan (partilerarası transfer durumlarında çok da yadırgamamak lazım tabii) hangi çatı altında siyaset yaptığını unutmuş olabilir mi?
Öyleyse hatırlatalım:
Sayın Öztaylan, Türklüğünüzden onur duyduğunuzu söylüyorsunuz ama hali hazırda “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü “ilkel” bulup, her nereye yazıldıysa (taş, toprak, defter, kitap, dimağ) oradan silen siyasi anlayışın parçası durumundasınız!
Milletvekili olduğunuz iktidar partisi “Ne mutlu Türk’üm diyene” den sonra “Türk’üm” demeyi de yasaklamanın eşiğinde! Bütün hesapları Anayasa’daki “Türk vatandaşlığı” tanımı kaldırmak
üzere!
Herhalde bunlardan da bihaber olamazsınız!