Okkır'ın adaleti
Yıllar önce “Bilgi Kirliliği” ni bu sütunlardan defalarca yazan ben artık vazgeçtim. Ortada bilgi var mı ki kirlensin diye düşünüyorum. Elmalarla armutları aynı tezgaha koyup pazara çıkarma işi hangi aklı evvelin düşüncesiyle yapıldıysa aşk olsun demekten başka bir şey diyemiyorum.
Devam etmekte olan davalar hakkında yorum yapmak yasal olarak yasak olduğu için herkesin beklediği gibi son dalganın mavralarına değinecek değilim. Yaşanmış bir trajedinin bugüne kadar yapılmamış olan perde arkasını aralamaya gayret edeyim.
Yer: Bakırköy Akıl Hastanesi...
Burada bulunan “Adli Servis” ceza ve medeni kanunlarımıza göre akıl hastanelerinden kimin cezai ehliyeti olup olmadığına, kimin akli melekelerinin yerinde olup olmadığına, imza yetkisine sahip olup olmadığına burada karar verilir.
Bu servise iki yıl önce cezaevinden bir tutuklu getirilir. Sevk kağıdına “Hastayım diye numara yapıyor, depresyon manzarası çiziyor. Cezaevi revirinde şok cihazımız yok. Hastanenizde şok yapın da kendine gelsin” mealinde bir yazı vardır.
Söz konusu hastanenin mütehassıs doktoru 1975 yılından beri o servisin şefidir. Hastaya birkaç soru sorarak raporunu yazar. Gönderilen kişinin akıl hastalığı ile bir ilgisi olmayıp, dahiliye servisine sevk edilip muayeneden geçirilmesinin uygun olduğunu belirtir. Prosedüre göre hasta o rapor ile gerisin geri cezaevine döner. Ancak hastanın durumu ile ilgili dahiliye servisine yollamak gibi bir şey yapılmaz. Aradan iki buçuk ay geçer. Ayakta bile duramayan hasta cezaevi reviri tarafından Bakırköy Akıl Hastanesi’ndeki adli servise yollanır. Sevk kağıdında “Bu hastayı size daha önce gönderdik. Şok yapma önerimizi gerçekleştirmediniz. Halüsinasyon numaraları yapıyor. Şok yapıp gönderin” mealindeki yazıyı okuyan doktor bu defa öfkelenir. Hastane bünyesindeki dahiliye doktorlarını çağırır. Bununla yetinmeyip Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde görev yapan Profesör arkadaşının da konsültasyona katılmasını rica eder.
Söz konusu hastanın ciğerinde büyük bir kitle bulunmuştur. Doktor iki buçuk ay önce teşhis konması durumunda tedavisinin mümkün olduğu ancak geç kalındığı için umudun kalmadığını ifade eder.
Söz konusu tutuklu “Terör örgütünün kasası” iddiasıyla tutukludur. Adı Kuddusi Okkır olan bu hastanın cenazesi parasızlık yüzünden belediye tarafından olmasa da komşularınca kaldırılır...
Okkır’ın trajedisinin perde arkasını öğrenince Emile Zola’nın ünlü “J’accuse” yani “Suçluyorum” sözü aklıma geldi. Fransa’da casusluk suçu ile tutuklanan Yahudi asıllı Yüzbaşı Dreyfus’un sonu aklıma geldi. Yüzbaşı Dreyfus olmasa gazeteci Emile Zola da olmazdı. Emile Zola olmasa Dreyfus’tan da kimin haberi olurdu...
Şimdi ben de Emile Zola gibi “suçluyorum !...” Kimi mi ?
Bir soru önergesi ile Adalet bakanlığı’ndan bu olayın doğru olup olmadığını soracak vekil de sanırım Meclis’te vardır !
Sonuç olarak ilk hastaneye sevkinde teşhis konmuş olsa Kuddusi Okkır’ın hayatta kalacağından eminim. Duruşmalarda ifade verebilirdi...
Suçlamam burada bitmiyor. Emekli Orgeneral Şener Eruygur halen GATA’da tedavi görüyor. Onu merdivenden mahpus arkadaşı Hurşit Tolon itmediğine göre devletin emanetinde olan tutuklunun bu hale gelmesinin hesabını devlet vermelidir.
Dünyada buna benzer hadise gerçekleşmiş olsa hükümetler devrilirdi. Bizimkiler sağlamca duruyor.
Devlete elbette güveniyoruz ama geç kalan adaletin adalet olmadığını hatırlatıyorum.