O kadar 'avantajlı'ysa sen de dene

Bu kadar da olmaz. Esaret altında, kendilerini savunma imkanından yoksun insanlar ve onlar üzerinden koca bir toplumla böyle dalga geçilmez.
Mustafa Ünal, YAŞ konusundaki kaygılarını paylaşmış dünkü Zaman’da;
Aman ha, “tutukluluklar avantaja dönüşmesin” miş!
Size de, ilk okuduğunuzda “şaka gibi” geldi değil mi? Hele ki, ömürleri dağda, bayırda, uçsuz bucaksız operasyon sahalarında geçen askerler için ne “avantaj” dır ama 2.5 yıllarını demir parmaklıklar arkasında geçirmiş olmak. Bir yerleri yer görmüştür fena mı! Uzatmışlardır bacaklarını, “ense” yapmışlardır; ooooh!
İnanıyorum, böyle bir yazacaklar, vicdanları sızlamadan, “adalet” kavramını, “hukuk devleti”nin nasıl bir yapı olması gerektiğini sorgulamadan yazabilecekler!

***

Ünal’a göre “tutukluluk gerekçeleri bile o generaller hakkında karar vermek için yeterli”ymiş, onlar için “temdit”e gidilmemeliymiş. Emekli ediliversinlermiş. İçeridekiler yüzünden, dışarıdakiler adaletsizlikle karşı karşıyaymış! İyi de içeridekilerin de tek isteği “adalet” değil mi? Suç kimin; onlar mı istediler hapsi, hasreti, adlarının üstüne sürülmek istenen lekelerin gölgesinde ömür tüketmeyi?
Nihayetinde “mahkemeler ‘tutuklu’ olarak yargılanmalarına hükmetmiş, tahliye yönündeki itirazlar her defasında reddedilmiş”.
Ya hüküm?
Hüküm verilmiş mi?
Yargı, “bu insanlar suçludur” demiş mi?
Ya askeri casusluk davasında yargılanan Binbaşı Tamer Karslıoğlu gibi onlar da beraat ederlerse?
“Yok yere” (hoş öyle de değil aslında kirli, çirkin, derin bir hesap defteri açıldığından yani “çok yere”) üzerlerinden soyulan o kendilerini adadıkları üniformaları onlara geri iade edilecek mi?
“General rütbesiyle Hasdal’da, Maltepe’de geçirdiğiniz zamanı, göreviniz başında geçirmeniz için iade ediyoruz” demek mümkün olabilecek mi?
“TSK’nın toplam 47 temdit kadrosu var. 40’ının tutuklu generallerle doldurulması kurum açısından da sorun”muş.
Savaşın eşiğindeki ülkede komuta kademesinin yarısının prangalanmış olması sorun değil mi sanki?
Çöken davaların altında debelenmek yerine bir an önce adaleti tecelli ettirin diyeceğine, “onlar yatsınlar bize rütbeleri yeter” diyen bu kafayı şiddetle empatiye davet ediyorum;
Seçsin, beğensin; iki buçuk yılını, hayatını oluşturan her şeyden, ailesinden, mesleğinden ... tecrit edilmiş halde geçirsin, bakalım kendisini “avantajlı” hissedecek mi?


“Kuklacı” ile “yardakçı”ları
Tam yerlerini bulmuşlar aslında; doğru sahnedeler. Mesele şu:
Sahnenin yeri doğru mu?
Yoksa “gölge tiyatrosu” mu dersiniz,“kukla tiyatrosu” mu; ABD’li diplomatlara cuk oturdu.
Sonuçta onlar da bir “hayal perdesi” üzerinde oynuyorlar kanlı oyunu. Devletlerin, liderlerin, halkların üzerinden buldozer gibi geçerken bu kadar “engelsiz” ilerleyebilmelerinin nedeni de bu. Diktatörlükten bezmişlere “demokrasi”, savaştan yılmışlara “barış”, yoksullara “para” vaadediyorlar. Sonu “hayale” çıkıyor ya “perde”ye düşen gölgeler kimseyi rahatsız etmiyor; kukla yüzlerine tükürse yağmur diye alkışlıyorlar!
Böyle bakınca ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone de, Bakan Yardımcısı Philip Gordon da, “kukla” olmaya da, “gölge” olmaya da uygun ama biz niye “yardakçı” rolüne gönüllü oluyoruz bunu anlayamıyorum hâlâ!
Nasıl, Müslüman kanı bulaşan elleriyle uzattıkları bir tas çorbaya avuç açabiliyoruz. Nasıl kan kokusunu, yanık et kokusunu hissetmeden boğazımızdan geçirebiliyoruz. Nasıl tecavüze uğrayan kadınların ahını taşıyanların karşısında hevesle kuyruğa girebiliyoruz;
“Bize de, bize de” diye!

***

“Hayal perdesi” kurmanın da bir adabı vardı eski zamanlarda. Hükümet “kukla oynatıcılara” şart koşardı:
“Biiir; oyun yerleri cami, tekke ve mekteplere en az kırk metre uzakta olacaktır!”
Biz ne yaptık? Önce camileri, tekkeleri, türbeleri bombalattık; bırak yakınında “gösteri” yaptırmamayı okullarda kendi elimizle “kukla” yetiştirmeye başladık!
“İkiiii, bu yerleri tutanlar eshabı namustan olacak ve hiçbir suç ile mahkum bulunmayacak.”
Biz ne yaptık? Irz, namus, mal, can, vatan, devlet, millet düşmanlarını “buyur” edip tepemize çıkardık.
“Üüüç, Karagözcünün elinde vesikası olacak.”
“Vesika” sormak mı?
“Ne haddimize” deyip “sefası senin cefası bizim”
diyerek memleketi önüne serdiğimiz kuklacıya mı?
İlahi!

+++

TRT muhabirlerinin sporculara yaklaşması yasaklansın
Sibel Şimşek, Londra Olimpiyatları’ndan “madalya” ile döneceğine kesin gözüyle bakılan haltercilerden biriydi.
Önceki gün podyuma çıktı. “Başarmayı” denedi, olmadı.
“Kaldıramama ihtimali yok” denilen kiloların altında kaldı.
Yıkıldı.
Kendisine duyduğu öfke ekrana yansıdı.
Tam da bu darmadağın anında, TRT muhabiri mikrofonunu Şimşek’e uzattı:
- Neden olmadı?
Kız “nedenini” kendisinin de anlamadığını, kendi kendine kızgınlığını anlattı.
TRT muhabiri diğer soruyu sordu:
- Ama sen bu kiloları çok rahat kaldırabiliyordun, burada neden olmadı?
Kız benzer cümleleri tekrarladı.
Diğer soru:
- Sibel, ben senin bu kiloyu çok rahat kaldırdığını bildiğim için soruyorum: Burada başaramamanın sebebi ne sence?
Kız özür üstüne özür dileyerek, bir kere daha anlattı.
Yeni bir soru:
- Antremanlarda da sorun yaşamamıştın, sakat da değilsin, burada niye olmadı Sibel?
İzlerken ben daraldım, kalbim sıkıştı, mideme kramplar girdi, “yeter” diye çığlık attım; Sibel’in nasıl boğulduğunu tahmin bile edemiyorum.
Tam bir duygusal kaos içinde olan; ani tepkiler vermeye müsait sporcuları çileden çıkarmak için bu ısrar da neyin nesi?
Muhabir mi, rakip ülkelerin moral çöküntüsü için sızdırdığı özel görevli mi belli değil! Bence vakit geç olmadan biri TRT muhabirlerini ya uyarsın, ya da olimpiyat kafilesinden uzaklaştırsın. Hadi Sibel ufacık, tefecik, sabırlı hanımefendi. Ama daha bunun boksu var, tekvandosu var...

+++

“Allah ile aldatanlar”ın
kimyasını bozan gerçek

Daha çok dünyalık kazanabilmenin en rahat ve risksiz yolu Allah ile aldatmak olduğundan müraîler daima dinciler arasından çıkar. Bunun içindir ki Kur’ an, müraîlik meselesinde daima dinciliğe ve din sınıfına yollama yapmaktadır.
Müraîyi Türkçe’ de en iyi tanıtacak tabir, öyle sanıyoruz ki, ‘dönek’ tabiridir. Açık inkârcıda döneklik olmaz. İnanmadığını mertçe söyler, sonuçlarına katlanır. Münafık bile durmadan dönmez; onun da iki hali vardır: Dışarıya karşı inanmış görünmek, kendi içinde inkârcı olmak. Yani münafıkın samimi olduğu bir şey vardır: İmansızlığı. Ama bunu saklar. Müraî ise hiçbir samimiyeti olmayan, çıkar ve hesaba göre durmadan dönen bir kahpedir.
Kur’an’ ın verilerine dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
İçlerinde çıkarcılık saklayanlar, içlerinde inkâr saklayanlardan daha tehlikeli ve daha alçaktır. Mâûn suresi, insanlığın bir türlü kavrayamadığı veya kavramak istemediği bu sarsıcı gerçeği tüm bağlantılarıyla tanıtan eşsiz beyyinedir. Bunun içindir ki, Allah ile aldatanlar, Mâûn suresinin adı geçince fenalaşırlar, kimyaları değişir ve Mâûn mesajını gündem yapan kişiye kudurmuşçasına saldırırlar. Çünkü bu mucizeler mucizesi sure onların kirli, kanlı, zalim maskelerini yırtmakta, o maskenin arkasındaki haramla beslenmiş nursuz-ufuksuz suratı ortaya çıkarmaktadır.
Yaşar Nuri Öztürk / Yurt

+++

Gitti eteri geldi beteri süreci
Hiç mi hiç, tırnağımın ucu kadar üzülmedim Çankaya’dakinin düştüğü hallere: Kendi etti kendi buldu!
Seçildiği ilk gün RTE hükümetinden gelen yasaları gece yarısı onaylayan kimdi ha, kimdi?
AKP’li Cumhurbaşkanı damgasını daha ilk gün yiyen Abdullah Gül Bey!
Yıllarca AKP’den gelen yasa, kararname ne olursa gözü kapalı, bir noter gibi onaylayan da AKP’nin Cumhurbaşkanı damgasını yiyen A. Gül!
(...)
Çankaya’dakinde son zamanlarda izlenen; insan haklarından demokrasiye, bağımsız yargı savunuculuğuna dek ve benzeri konularda hükümete, tabii RTE’ye ters düşen ne ki tarafsız Cumhurbaşkanı cakalarına soyunan açıklamaları, davranışları; kamuoyunun belirli kesimlerinde alkışlandı.
Velakin bu davranışlar iki noktadan RTE’de, AKP kadrolarında gizliden gizliye şöyle yorumlandı: Gül, 7 yıl daha Çankaya’da kalmayı istiyor. Bir!
12. Cumhurbaşkanı’nı halk seçeceğine göre, toplumun her katmanına hoş görünebilmek için hükümete, AKP’ye aykırı açıklamalar yapıyor. Bu da iki!
Bu davranışları “ağabey” dediği Arınç’ı bile kopardı. Pek çoklarını Çankaya’nın RTE’nin hakkı olduğunu söylemeye itti.
Herkes soruyor birbirine, ne olabilir?
(...)
Gider eteri gelir beteri özdeyişine hak verecek bir süreç başladı!
Cüneyt Arcayürek / Cumhuriyet

+++

Dışişleri Bakanı’na coğrafya dersi
Acaba ben mi yanlış okuyorum diye bu cümleleri tüm gazetelerden kontrol ettim. Evet, Suriye’yi çok iyi çalıştıklarını iddia eden Davutoğlu aynen şöyle diyor: “Kamışlı’dan Nusaybin’in karşısına kadar gelen bölgede Kürt nüfusu var.” Üstelik Davutoğlu bunu değişik televizyon kanallarında da farklı zamanlarda çok defa tekrarladı. Belli ki “çok çalışmasına” rağmen Davutoğlu, Kamışlı’nın zaten Nusaybin’in karşısında olduğunu bilmiyor. Bizim medyadan biri de çıkıp efendim zaten bura Nusaybin’in karşısında demiyor. Çünkü onlar da bilmiyor.
Emre Uslu / Taraf

+++

Erdoğan’a ağır suçlama

Aleviler hedef olduysa
seçim stratejiniz sayesinde

Sayın Başbakanım!
Sizler; çok doğru olarak bu ülkede yaşayan başka dinden insanların haklarına da sahip çıkıyorsunuz; onları sahipleniyorsunuz; bir talepleri olduğunda da genellikle karşılıyorsunuz. Ben bunu alkışlıyorum.
Gel gör ki sıra sizinle aynı Allah’a ve aynı Peygambere inanan Alevilere gelince birden kendinizi geri çekiyorsunuz.
Hele hele seçim dönemlerinde...
Tabanınıza; ‘mezhep’ üzerinden işaretler veriyorsunuz.
Sizin işaretinize bakan cahil kesim bunu, Alevilere düşman olmak biçiminde algılıyor. (...)
Biliniz ki bu siyasetiniz partiniz AKP için iyi olsa bile Türkiye için çok kötüdür. Ülke alttan alta zehirlenmektedir.
Rıza Zelyut / Güneş

+++

GÜNÜN SORUSU
Adli tatil bugün başladı... Hâkimler, savcılar, avukatlar biraz olsun rahat nefes alacak... Ama onlar tatil yaparken; belki de boş yere suçlanan binlerce tutuklu sanık cezaevinde gün çentiklemeye devam edecek... Sorum ortaya: Tutukluları neden adli tatilden yararlandırmıyoruz?
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Davalar
ordu yapısını
bozuyor

Deniz Kuvvetlerinde tümamiralliğe yükselecek tuğamiral yok. Bulunmuyor, bulunanlar hapiste. Bu özel durumun yanı sıra, başka özel durumlar var.
Orduda bir üst rütbeye yükselecek subay, general ve amirallerin durumu Yüksek Askeri Şura’da ele alınacak. Ancak, sorun hapiste olanları da olmayanları da etkileyecek boyuta uzanıyor.
personel yasası gereği, en çok 47 general ve amiral için uzatma kadrosu var, uzatma kadrolarının 19’u halen tutuklu general ve amiraller için kullanılıyor.
Hapiste olmayan ve geçen yıldan bekleyen general ve amiral sayısı 21. Yani, 47 kişilik bekleme kadrosunun 40’ı zaten dolmuş durumda. Şimdi yükselme sırası gelenlerin sadece 7’si uzatmadan yararlanabilecek. Gerisi emekli olacak.
Balyoz, Ergenekon, v.s. gibi davaların yıllarca uzaması orduda artık sadece hapiste olanları değil, olmayanları da etkilemeye başlıyor. Kısaca, ordu yapısını ve gücünü etkiliyor.
Bazı davalar beş yılı geride bırakıyor. Ne karar var, ne tahliye. Hala “kaçma şüphesi, yeterli delil toplama, tanık dinleme” gibi gerekçelerle davalar uzayıp gidiyor. Subay ya da general ya da amiral yurt dışında, hakkında tutuklama kararı var, kalkıp geliyor ve tutuklanıyor. Hâlâ hangi kaçma şüphesi?
Ya bozulan ordu yapısı? Davaları aşıyor, milli mesele haline dönüşüyor.
Yalçın Doğan / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları