O gazi “intihar”ı düşündü!
Başka yazarların kalemlerinden de okudunuz benzer cümleleri. Peşinen bilgilendireyim:
İntihal yok!
Çünkü bu sefer kalemlerimiz -sadece- elçi.
Yılmaz’ın “vatan” olan kolları, bacakları, gözleri kalemlerimiz. Koray’ın böbreği, dalağı, ciğeri.
***
Katillerine -daha nice Yılmaz’ı, Koray’ı kessinler, biçsinler; delip geçsinler diye- düzenlenen silah kuşanma törenlerini engelleyemedik. Resmi geçit yaptı katil sürüleri; izledik.
Ne sandıklar geldi geçti önümüzden; hukuk guguk guguk diye bilinmeyen bir dilde şakıyordu evet. Ama “oy” dan kelepçelerimiz vardı bizim de elimizde; “çözüm” ü oracığa hapsedemedik.
Yol verdik; Yunus’ların, Ramazan’ların, Necdet’lerin ensesinde bitti idraksizliğimiz!..
Hiç denemedik de değil gerçi; “ufukta kahpe kurşunlar, kalleş pusular, alçak tezgahlar” var dedik, dinletemedik. Silivri’nin rutubetli hücrelerine hapsedildi milletin direnci; askeri, topu, tüfeği... TOMA’larla ezildi; Oslo’da uçak, Habur’da otobüs tesis edilen teröristin “yolu/önü açık” dikensiz, engelsiz mermisinin hızına yetişemedi!
***
Dağdakiyle, şehre ineniyle oturdukları müzakere masasını kafalarına geçiremedik madem medyada kol gezeniyle mücadele edelim bari. Bir daha, bir daha, bir daha yazalım ki; iftira, hakaret geçirmeyen zırh gibi duvarlar yükselsin onurlu yüreklerin etrafında. Tekrar, tekrar düşürelim ki maskelerini, bir kere daha dayanmasın vatan evlatlarının şakağına medya linci!
Edebiyat olsun diye yazıyor değilim; bir şey biliyor da uyandırmaya çalışıyorum sizi.
Koray Gürbüz’le konuştum. Hani Ankara’da, belediye otobüs şoförünün hakaretine uğrayan gazi Yılmaz Yiğit’in maruz kaldığı “insanlık dışı” muamelenin “montajsız” görüntülerini yayınlayan kişi; o da gazi.
“Yılmaz intiharı düşündü” dedi.
“Nasıl olur?” diyemedim.
Pekala olabilirdi. Bombaların parçalayamadığı yürekleri; bir çift laf, iki kuru iftira, - “vefasızlık” en çok da- parçası bile bulunamaz hale getirebilirdi. Tarih bize bunu defalarca gösterdi.
Aklıma direk Abdülkerim Kırca geldi.
Yandaş medyada kahramanlığın adını “cinayet” koymuşlar; iki günde “eli kanlı katil” etmişlerdi. Manşetlerde hedef gösterildiği günün ertesi intihar etti. “Devlet Övünç Madalyası” sahibi bir gaziydi.
***
Korktum.
Yılmaz, nam-ı diğer “hayvan oğlu hayvan” gazimiz;
1979 doğumlu bir serhat; Trakya çocuğuydu. Edirneli bir “pehlivan” dı. Babası namı diğer “hayvan”, -evinin direği oğlu kırılıp dökülünce, Selimiye Camii’nin avulusunda güvercinlere yem satarak geçinmeye çalışan- Gülabi Yiğit’in deyimiyle “dağların arslanıydı”.
Soyadı gibiydi; Yiğit.
Şırnak Özel Harekat Birliği’ne tayin olmayı kendi istedi.
2007...
PKK’yı kurup-yöneten caniyi İmralı’ya tıkanların başına örülen çorabın ilmeklerinin atıldığı günler. Besta Dereler Teke Tepesi’nde “uzaktan kumandalı patlayıcı pususu” :
2 kolunu, sağ bacağını ve gözünü feda etti Yılmaz orada vatana!
28’indeydi; o gün, 21 arkadaşıyla birlikte “Mehmet” ten sonra bir “ortak unvan” daha takıldı adlarına:
Gazi.
Onun için şerefti; yıllar sonra “şerefsiz” ilan edildi!
***
Yürüyemez dediler Yılmaz için; protez kullanamaz.
“Terörist” diye Silivri’ye hapsedilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Amerika’ya yolladı; protez takıldı.
Parası yoktu ama “hazine” saydı hayatını; sıfırladı. Yeni doğmuş bir bebek gibi 30’undan sonra yeniden yürümeyi öğrendi, yemek yemeyi, tuvalete gitmeyi.
Hissedebilir misiniz ne çektiğini. Mümkün mü “empati” si?
Adı gibi adam ya, yılmadı;
Yürümekle kalmadı, koştu, Türkiye şampiyonu oldu; koşu protezi alabilseydi kasasından saraylar yaptırılan devlet; kimbilir belki dünya şampiyonu da olurdu.
Gazilerimizi-şehitlerimizin emanetlerini başımızın üzerinde taşıyamadığımızdan, -mecbur- o balık istifi belediye otobüsleriyle gidip geliyordu Yılmaz, tedavisinin sürdüğü Rehabilitasyon Merkezi’ne.
Tek kusuru;
Yanında 2.5 yaşındaki kızı; olmayan elleriyle, cebindeki gazi kartını göstermeyi beceremedi işte!
Affetmedi şoför; prensip sahibiydi(!)
“Gazi de olsa” kartını göstermeyen “şerefsiz” di, “hayvanoğlu hayvan” dı.
Sonuçta, o mu “git de ellerini feda et demişti” ; “enayi” ydi!
***
Korktum.
Çünkü suçluların güçlü olduğu rejimde;
Şoför mazlum oldu, kolu-bacağı olmayan Yılmaz zalim.
Mertçe yapılan bütün savaşlara vardı; ama iftiradan kendini nasıl koruyacaktı? Bayrağı dalgalanabilsin diye özgürce kalan bacağını, gözünü de feda ederdi ama vefasızlık mı olmalıydı bedeli?
“Proteziyle vurdu” dedi darp raporu aldı Yılmaz’a hakaret eden o şoför. Suç duyurusunda bulundu. Melih Gökçek twitterdan “Provakatör... Paralelci... Tetikçi... Komplocu... CHP’li...” yaptı iki gaziyi. “Organize işler” di; kim bilir belki de “darbe” yapmak istemişti kolsuz-bacaksız gazi ile 2.5 yaşındaki Zeynebi.
Televizyonları montajlı kasetler gösterdi...
Koray’ı arayan vicdanlı belediye personeli sağ olsun, silinmeden “ham görüntüleri” verdi de millet gerçeği öğrendi.
Yılmaz şoföre “Lütfen” demişti...
Vatandaşlar “insanlıktan utan” diye ikaz etmişti...
Yok, dinlemedi, boşalmıştı bir kere frenleri:
- La Şerefsizsin işte, Allah görmüşte elini almış işte...
***
Dedim ya Koray’la konuştum. Melih Gökçek’in “Kim bu Koray Gürbüz” dediği gazi.
Bu vesileyle Gökçek de kim olduğunu öğrenir belki:
1995 yılında Şırnak Gabar’da, 1998 yılında Siirt Karadağlar’da 2 ayrı çatışmada, 2 defa “gazi” kendisi!
Böbreği, dalağı, safra kesesi, karaciğerinin yarısı yok!
Sol kolu ve sol ayağını kullanamıyor; ve solak! O da yeniden öğrenmek durumunda kalmış birçok zorunlu ihtiyacını gidermeyi.
Ha bir de, bir değeri var mıdır gözünde bilmem ama TSK Üstün Cesaret, Feragat ve Devlet Üstün Hizmet Madalyaları’na sahip Koray gazi.
“Gökçek işi özünden uzaklaştırıyor” diyor;
“İşin içine Cumhurbaşkanı’nı katarak siyaset yaptığımızı söylüyor. Ben, evet bir basın açıklaması yaptım. O basın açıklamasında da Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan olduğu dönemde, 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde her yere astığı afişlerde ” Evet, gazilerimize pozitif ayrımcılıktır “ yazdığını hatırlattım. Pozitif ayrımcılık açılımla PKK ve Öcalan’a yapıldı. Bunu söylemek mi siyaset? Yalan mı?”
***
Siyaset demişken, bugüne kadar sadece iki kişi; MHP’li Engin Alan’la, CHP’li Umut Oran aramış gazilerimizi. “Yapabileceğimiz bir şey var mı?” demişler.
Yok!
Çünkü çok bir şey değil, bir tek “özür” bekliyor gaziler.
Gazisine değil de, şoförüne sahip çıkan Melih Gökçek’ten bir özür. Ha bir de “medyası” ndaki “algı operasyonu” nu sonlandırmasını. Aksi halde, kendilerine destek veren şehit aileleri ve gazi dernekleriyle birlikte “açlık grevi” ne gidecekler!
***
Son söz:
Eliniz, Reza’nınki gibi kabarık değil diye mi Yılmaz’ın “gazi kartı”nı taşıdığı fukara cebine gitmedi bilmem...
Bildiğim, yarın “el mecbur” huzuruna çıkacağınız Mustafa Kemal Atatürk de bir “Gazi”ydi.
Ve ben gazilerimizin “özür beklentisi” ne elçilik etmek için özellikle bugünü bekledim; elinizi vicdanınıza koyup düşünmenizin için bir fırsat olur ümidiyle.
Yarın 10 Kasım...
O şiirlerini okumaya doyamadığınız “Sakarya” nın er meydanında sergilediği “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz” tavrıyla “gazi” olan Mustafa Kemal Atatürk’ün huzuruna çıkmadan önce bilmenizi isterim:
“Vatan sathı” Yılmaz’ın kolları ve bacağı, Koray’ın onuru, 2.5 yaşında ödünü kopardığınız, şimdi babası her sokağa çıktığında feryat figan ağlayan Zeynep’in gözyaşları bugün.
Bir “özür” ü çok görmeyim; “Gazi” nin ruhu çıkıp gelmesin...
Ya da gelsin...
Var mı yüzleşecek cesaretiniz?