O eski halinden eser yok şimdi! (07 Ekim 2012)

Tezkere mevzuu gölgelemeseydi muhtemelen hâlâ Tayyip Erdoğan’ın “akreditasyon” eleştirilerine cevaben söylediği şu sözleri tartışıyor olacaktık:
“Yok öyle 25 kuruşa simit. O medya bize saygısızlık ettiği zaman ona haddini bildirmek de bizim cevabımızdır... Onlar bu ülkenin başbakanının attığı adımlara ağza alınmayacak ifadelerle saldırırken biz böyle bir tavır takındığımız zaman suçlu duruma düşeceğiz.”

***

Erdoğan’a göre “ülkenin başbakanının attığı adımlar”la ilgili “ağza alınmayacak ifadeler” kullananlar, AKP’nin kongre salonunun dahi kapısından içeri giremezdi!
Tabii akla hemen “ülkenin başbakanını ve attığı adımları, ağza alınmayacak ifadeler”le eleştirdiği halde, AKP milletvekili listelerine, AKP kontrolündeki gazete ve televizyonların yöneticiliklerine girenler, Erdoğan’ın uçağına ve hatta sofrasına davet edilenler geldi!
Mesela;
İçinde “zorba”, “canavar”, “kaba”, “cahil”, “kabadayı” geçen bir yazıyla Erdoğan’ın bu ülkeye aidiyet hissini zayıflattığını söyleyen Nagehan Alçı, AKP iktidarına yakın televizyon kanallarından dolduruyor kesesini!
Erdoğan’a “kof kabadayı”, “acemi garson çırağı”, “adapsız” yakıştırmalarında bulunan”, “adamlığını” sorgulayan, hiçbir mabedin onun günahlarını saklamaya yetecek kadar büyük olamayacağını yazan Ahmet Altan’ın Taraf’ı akredite edildi.
AKP’nin ülkede “taşların bağlanıp köpeklerin serbest bırakıldığı” bir düzen yarattığını savunan ve Erdoğan’a “Sen kimsin de benim teminatım olacaksın, teminatım sen ise vay halime” diyen Yiğit Bulut, AKP’ye yakın bir televizyon kanalının başında!
“Yetersiz”, “kirli”, “çapsız”, “radikal bir dönek”... Erdoğan’ı bu sözlerle tarif eden Fatih Altaylı, daimi kadroya alınmasa da zaman zaman Başbakan’ın uçağında ağırlandı.
“Muhtar bile olamaz” klişesini hatırlatmıyorum bile; o macera da malumunuz “biat towers”ın elele açılışıyla sonuçlandı!
Beni en hayrete düşüren, Tayyip Erdoğan gibi “aile” hassasiyeti bilinen birinin, Nur Çintay A.’nın Emine Erdoğan’a dair yazdığı “rüküş”lü, “tapon”lu yazıdan sadece bir yıl sonra AKP’li Nursuna Memecan’ın Yeni Hayat Apartmanı’ndaki evinde Çintay A.’nın da bulunduğu “özel” davetli grupla yemek yemesiydi! (Bu arada Çintay A.’nın kocası E.A. da Erdoğan’a yakın Sabah’ın yazarı)
Erdoğan hasta yatağındayken sandalyesini tekmeleyenler mi istersiniz, tehditkar bir üslupla “vesayetçi”, “statükocu” ilan edip de sonrasında “açılım ortaklığı”na getirilenler mi!... Erdoğan’ın “hadsizlik”le imtihanı hayli
çelişkili.

***

Birkaç gün devam eden bu maceralı arşiv yolculuğunda öyle yazılara rastladım ki, yazarlarının bugün imza attıkları satırlarla karşılaştırınca “ibretlik” bir tablo çıktı karşıma.
2003 yılında, 65 bin Amerikan askerinin Güney Doğu Anadolu’ya yerleşmesini öngören
1 Mart tezkeresi arifesinde, üstelik AKP Hükümeti, dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan aracılığıyla “tezkereyi geçirme misyonları” olduğunu itiraf ettiği halde, Erdoğan’a hiç çekinmeden “Amerikan yapımı fuhuşa/işgale/kanlı ortaklığa/taammüden cinayete ortak olma” çağrısı yapan AKP’ye yakın yazarlar, şimdi Türkiye “Amerikan yapımı savaş senaryosu”na dahil olacak diye sevinç naraları atıyorlar.

Amerikan yapımı
fuhuşa ortak olma

Hatırlıyor musunuz birkaç gün önce verdiğimiz Mehmet Ocaktan örneğini?
21 Şubat 2003 günü “Nasıl bir kanlı ortaklığın tarafı olduğumuzu erken sorgulamakta yarar var.” “Amerika’nın yanında yer almazsak batarız” palavrasının arkasına sığınarak Amerikan taşeronluğuna soyunmak, ne yazık ki Türkiye’yi mahvolmaktan kurtarmaya yetmeyecektir. Eğer Amerikan yapımı “diplomatik fuhuş”un stratejik ortağı olarak ayakta kalacaksak, varsın eksik olsun... Çünkü bu dünyada Amerikan saldırganlığının “meşruiyet kaynağı” olarak yaşamaktan daha zillet verici bir durum olamaz” diye yazan Ocaktan’ın seçtiği ifadelere
dikkat:
Daha o tarihte AKP’nin misyonunu tanımlarken, Erdoğan’ın bugün muhalefet partilerinden duymaya tahammül edemediği” “taşeron” kavramını kullanıyor.

Küresel Nazilerin
tecavüz gözcüsü

Bu kadarla kalsa iyi...
Sadece birkaç gün sonra, 28 Şubat 2003’te Ocaktan daha da arttırıyor “ağza alınmayacak ifadeleri”nin şiddetini:
“Yazık oluyor bu ülkeye, yazık oluyor umutlarımıza. Oysa siz başkaydınız, küresel Naziler’in değil, mazlumların yanında yer alacaktınız. (...) Ankara’nın “ikna odaları”ndan yansıyan görüntü o ki, siz de diğerlerinden farklı olamayacaksınız.
Nedense kalbinizin değil, “devletin âli menfaatleri”nin sesini dinleyerek Amerikan yapımı bir tecavüzün gözcülüğüne soyunmak üzeresiniz. (...) Çok yazık! Anlaşılan yolumuz sonunda yine “Amerikan çavuşluğu”na düşecek. (...)Dünyayı ateşe vermeye çalışan “IQ fukarası” bir delinin korku tellallarının gözü aydın olsun! (...) Çok değil, savaşın hemen ertesinde Amerikan tecavüzünün yakıp yıktığı bu kanlı ve acılı coğrafyada tek başınıza kaldığınızda yanınızda kimse olmayacak. Şimdi o çok güvendiğiniz” stratejik müttefik”iniz Amerika başınıza öyle belalar açacak ki, o zaman teselli için elinize tutuşturulan üç kuruşluk kredi bile yetmeyecek. Ayrıca unutmayın ki, yarın “kovboy çeteleri”nin paralelinde atacağınız bir imza, bu ülkeyi de sizi de gayri meşru bir savaşın suç ortağı olmaktan kurtaramayacaktır. (...) Eğer hâlâ kalbinizde masumlar için bir yer kalmışsa, lütfen bu
Amerikan yapımı fuhuşa ortak olmayın.”
22 Haziran 2007 seçimlerinde Bursa’dan AKP milletvekili seçilerek TBMM’ye giren Ocaktan’ın Suriye tezkeresi sonrasında yazdıklarına baktım da...
2003’teki “Amerikan yapımı fuhuş” uyarılarının yerini 2012’de” Türkiye küresel ve bölgesel anlamda prestij kazandı” masalları almış...
Galiba kimi “sopa”, kimi “ihya”yla;
Herkes “haddini” öğreniyor mutlaka!

Taammüden cinayet
1 Mart tezkeresi arifesinde “başbakanın attığı adımlara” karşı en sert tepkiyi gösteren isimlerden biri de Mustafa Karaalioğlu.
Karaalioğlu, 25 Şubat 2003’te, yani Erdoğan’ın AKP grubunu tezkereye “evet” demeye ikna etmeye çalıştığı günlerde Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısında, “evet”i savunmayı “taammüden cinayet”e ortaklıkla bir tutup, ülkeyi “6 milyar dolara Washington’a ciro etmeme”çağrısında bulunmuş iktidara:
“Ücreti belli bir “evet”le boyun eğmek yerine,Türkiye’nin tarihî ve dînî tercihleriyle şekillenen, ekonomik zararlarını değil bölgesel çıkarlarını gözeten bir politika için, “hayır” demek isabetli olacaktır.
Bu taammüden cinayete “hayır” demekte, her bakımdan hayır vardır...
Türkiye Amerika’ya birgün hayır diyebilecekse, o bugündür. Bu imkan yeni bir komşumuzun işgal planına kadar bir daha asla gelmeyecektir! Yarın, Irak’ta, Ortadoğu’da, yakın bölgemizde Amerika’nın atacağı adımlara itiraz etme zemini bulunmayacaktır çünkü, bütün tercihlerimiz 6 milyar dolara Washington’a ciro edilmiş olacaktır.”
O şimdi Erdoğan’ın baş destekçisi gazetenin, Star’ın, Genel Yayın Yönetmeni!
Ve merak ediyorum:
Dokuz yıl önce Türkiye’nin “yeni bir komşumuzun işgal planına kadar bir daha asla ABD’ye “hayır” deme şansı bulamayacağı” uyarısı yapan Karaalioğlu, dokuz yıl sonra, o gün, yani “yeni bir komşumuzun işgal planını yürürlüğe sokma günü” gelip çattığında, neden “Başta NATO ve ABD olmak üzere uluslararası toplum Türkiye’ye kesin bir destek verdi” (5 Ekim 2012, Star) diye alkış tutar hale geldi buna?

Müslümanlara karşı
“Şaron lisanı”
Yeni Şafak’ın 2003 yılındaki bir diğer “muhalif” ismi İbrahim Karagül, tam da “tezkere”nin görüşüldüğü 1 Mart 2003 günü yayımlanan köşesinde, AKP’nin Müslümanlara Osmanlı’dan sonraki ikinci “çöküş”ü yaşattığı görüşünde:
“İtiraz noktamız, savaşa ilişkin yaklaşımın “Kuzey Irak’ta güvenlik”ten ziyade, Ankara’nın yeni uluslararası süreçte Amerika’nın tezlerine teslim olması, ABD-İngiltere-İsrail’le aynı cephede yer almayı içine sindirmiş olması, diplomaside “Şaron lisanı”nı kabul etmesidir. Oluşmakta olan yeni dünya sistemi içinde Ankara’nın kozlarını hoyratça harcaması, “Haçlı savaşı” / “küresel işgal harekatı” / yeni” Amerikan imparatorluğu” olarak anılan projede dünya Müslümanları’nı, Arap dünyasını, Alman-Fransız-Rus-Çin cephesini, insanlığı karşısına alacak şekilde rol üstlenmesidir. (...) Türkiye tarihinin en stratejik kararı bugün verilecek. “Evet” diyenler (...) Müslümanlar’ın Osmanlı’nın çöküşünden bu yana yaşadığı “ikinci büyük çöküş” olan küresel kampanyaya “evet” demiş insanlar olarak tarihe geçecekler.”
Baktım, şimdi Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunda oturan Karagül de AKP iktidarının Suriye politikasını destekler konumda.
Ne oldu da o eski halinizden eser kalmadı acaba?

Yazarın Diğer Yazıları