O duvar çoktan yıkıldı
Anadolu Türkmenleri ile Türk Milliyetçilerinin 500 yıllık kader ortaklığını keşfetmesinden korkanlar, bir kere daha Türk’le Türkmen’in arasına kalın bir duvar örmeye çalışıyor ama nafile çaba!
Bedenleri parçalanmış insan resimlerinin yanına “bozkurt” işareti yapan kalabalığın fotoğrafını koyup “dünkü katillerin çocukları” manşetleri atanların da etkisiyle, yeni bir korku tüneli inşa ediliyor ülkede... E-postalar yağıyor; bir ideolojiyi, bir siyasal kimliği, bir grubu “karşıt” ilan edip “lanetliyor” kimileri... Ama daha çoğu “kaygı”lı, “korku” içinde, “paniğe kapılmış” halde... Önlerine koyacağınız “can simidi”ne sarılmaya hazır, “güvenli mi, patlak mı, yırtık mı” diye kontrolü aklının ucundan geçirmeden hem de...
Önyargılarla mücadele
Sakin, soğukkanlı bir an yaratın kendinize ve düşünün şimdi: Herşey, bir toplum o “sınıra” getirildiğinde; denize düştüğüne inandırılıp yılana sarılmaya mecbur edildiğinde başlamadı mı zaten!
Camilerinin Alevilerce bombalandığına yahut Alevilerin Sünnilerce doğrandığına inandırılmış insanların sürüklendiği trajedi değil mi Kahramanmaraş özünde!
“Alevi- Sünni -Türkmen kardeşliğini dillendiren kişilere karşı, kendilerini Türk ve Müslüman olarak tanımlayan ve elleriyle bozkurt işareti yapan kişilerin sergilediği tavrı” anlamakta güçlük çeken bir okurumuz “Bu konuda sizlerden daha aydınlatıcı yazılar görmek istiyorum” demiş...
Bu konuda iki uzun yazı dizisi hazırladık bu gazetede; “Horasan’dan Anadolu’ya bir Yol Hikayesi” dedik ilkine; tam 29 gün atayurttan anavatana Türkmen göçünü anlattık; Tanrı Dağları’ndan Toroslar’a, Ötüken’den Tunceli’ye, Tokat’a, Amasya’ya kadar insanların “kalplerine hapsettiği” kimliğinin, kültürünün prangalarını çözmesine çalıştık...
“Atatürk ve Aleviler” dedik, ikinci çalışmamızın başlığına; “bizim buralar”da yeşeren yeni bir mücadeleyi anlattık bu kez...
Bilseniz ne çok insan “ohhh” diyerek aradı bizi... Ne çok dua aldık, ne çok teşekkür, tebrik...
“Alevi misiniz” oldu hepsinde telefonun öteki ucundan gelen ilk soru; Türk olmanın onların yürek sızısını anlamaya yeteceğini saklamışlardı onlardan çünkü!
Tarihleriyle “bu gazete!”de hasret gideriyor olmak şaşırtmıştı onları. Türk Milliyetçiliğine karşı önyargıları vardı. O zaman kendi kendime sıkça sorduğum “Neden” sorusunun cevabını, geçtiğimiz günlerde yaptığımız Tarsus gezisinde, Yeşiltepe Beldesi’nin “Alevi ve MHP’li kimliğiyle gurur duyan Belediye Başkanı” Fikri Tüten şöyle vermişti:
“Milliyetçileri ırkçı gösterip bizi kandırdılar, aramıza set koydular, ama bakın güneş balçıkla sıvanmadı!”
Kaç asırlık karanlık
Şimdi bizden aydınlatmamızı istedikleri yerde, nereden baksanız 400, 500 yıllık bir karanlık varken, canilik sanki bir ideolojiye mensup olan insanların babadan oğula geçen genetik mirasıymış gibi bir algılama dayatılırken, mütevazı gücümüz tarihin “güneşi” olmaya yeter mi bilmem ama; yazmalı bir kere daha...
Kahramanmaraş’ı Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkesin değil, bir inancın yürek yarası olmaya mahkum ederlerken ısrarla, yazmalı bir daha...
Bu ülkenin sağcısıyla solcusunun “aynı silah”la vurulduğunu, Alevisiyle-Sünnisinin “aynı balta”yla doğrandığını, Türk’üyle Kürt’ünün “aynı kibritle” yakıldığını görmezden gelerek “Maraş’ta tek taraflı bir katliam söz konusuydu” diye yazarlarken mesela Cumhuriyet’ten Miyase İlknur’un yaptığı gibi, itirazımızı dillendirmeli...
Menemen’in katilleri
İlknur “1978 yılı Aralık ayının 20’sinde başlayan ve dört gün süren saldırılarda 111 kişi gerici ve faşistlerce katledildi” diye başlayıp eklemiş:
“Eğer Menemen katliamını unutmamış, sorumlularını aklama yarışına girmemiş olsaydık Maraş, Çorum, Malatya ve Sivas’taki kıyımları belki yaşamayacaktık.”
Bingo?
Doğru soru:
“Menemen’in sorumluları kimdi?”
Ama yanlış cevap:
“Gericiler!”
Giritli mehdi Derviş Mehmet İngiliz Muhipleri’nden değil miydi?
“Provokatörler, dış güçler ve derin devlet neden hep aynı kesimleri tetikçi ve kiralık katil olarak kullanıyormuş?” diye sorgu-luyor ülkücüleri işaret ederek.
Dış güçler ve derin devlet hep aynı kesimi mi kiralık katil olarak kullandı dersiniz?
İyi de gencecik çocukların eline bomba tutuşturan, idam edilmelerine giden yolu açan ve “kullanıldıklarını” itiraf eden Hasan Cemal Cumhuriyet’i yönetmedi mi senelerce?
Evet her suça bir ülkücü fail gerektiği günlerde, “ülkücüleri” tahrik için “ülkücü görünümlüleri” kullandılar ama;
Konjonktürel olarak, ihtiyaca, sızılacak coğrafyanın kültürel kodlarına göre “tetikçi” modası değişen emperyalistler “devrimcileri” çözmek için de “devrimci görünümlüler”i kullanmadılar mı yani!
“Kürtleri”, bir kelime Kürtçe bilmeyen “Kürt görünümlüler”le kışkırtmadılar mı?
“Aleviler”i, Türklüğü reddeden “Alevi görünümlüler”le kimliksizleştirmeyi denemediler mi?
Devleti mesela, “bürokrat görünümlü ajan”larla kuşatmadılar mı?
“Müslümanlar”, “Müslüman görünümlüler”ce aldatılmadı mı hem de Allah ile!
Ve hepsi başka başka şeyler gibi görünen bu “maskeliler” bugün “bağımsızlıklarını”, “dönekliklerini”, “liberalliklerini” ilan ederek aynı adreste buluşmuş değiller mi?
Günlerdir ortalıkta dolaşan laf kalabalığının arasında iki ifade var önemsediğim.
Biri Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız’ın “Alevi-Sünni, Türk-Kürt bölücülüğünün emperyalist odaklı bir senaryo olduğuna” dikkat çekişi... Diğeri de Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Başkanı Harun Öztürk’ün, Kahramanmaraş’taki olaylarda “bozkurt” işaretinin “kullanılmış” olduğunu vurgulaması.
Bir düşünsenize, bugün her siyasi görüşten insanın ortaklaşa itiraz ettiği hukuksuzlukların hedefi olarak da bir başka “milli sembol” olan “Ergenekon” kullanılmıyor mu?
1500’lü yıllarda Alevileri dağlara,
ormanlara, Anadolu’nun kuytularına sürenler de “ülkücüler” olamayacağına göre; bir iş var bu işin içinde!
Sesli düşünelim: Mesela Anadolu Türkmenlerine yüzyıllar boyunca zulmü reva gören, onları kılıçtan geçiren, ateşe atan, “Eşek Türk” diye aşağılayan, öz vatanında paryalaştıran zihniyet; Anadolu Türkmenleri ile Türk Milliyetçileri’nin “kader ortağı” olduklarını keşfetmelerinden korkmuş olabilir mi?
Türk’le Türkmen’in arasına “aynı” olduklarını görmesinler diye bir duvar örülmek isteniyor olamaz mı sanki?
Devletin bekaa sorunu
Herşey bir yana iktidara yürümek iddiasındaki bir siyasi görüşün mensuplarının, dinlerini, dillerini geçelim, “vatandaş” sıfatına sahip olduklarına göre otomatikman “seçmen” de olan kitlenin üzerine yürüyerek “Maraş artık bizim kurtarılmış bölgemizdir, bizden farklı düşünen, farklı inananları katlederek buradan söküp attık. Otuz iki yıl önce yaptık, yine yaparız” demesi için aklından zoru olması gerek miyor mu?
Birileri “büyük oyun”u görmeden “militan” günlerine dönmek isteyebilir; ama çözülmeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin de çözülmesi demek olan Aleviler bu tip bencil tutkulara kurban edilemeyecek kadar değerlidir. Onların Türk Milliyetçileri’nden koparılması MHP’nin veya Ülkü Ocakları’nın değil, devletin bekaa sorununu beraberinde getirir... “Türkleri ,‘Türk görünümlülerce’ ayrıştırma tuzağına” düşmeden yeniden düşünün: Katil kim?
+++
Parti Meclisi’nin çiçekleri!
Bir tarafta “anadilde eğitim”e karşı olduğunu söyleyen Genel Başkan... Öte tarafta “anadilde eğitim” taraftarı Mesut Değer, Sezgin Tanrıkulu... Bir tarafta Kemal Derviş’in ekonomi politikalarının sıkı savunucusu Hurşit Güneş, Faik Öztrak... Diğer tarafta o politikanın tavizsiz muhalifleri Oğuz Oyan, Birgül Ayman Güler. Bir tarafta Umut Oran gibi patronlar, öte tarafta hep emekçiler safında yer tutmuş İzzet Çetin, Perihan Sarı gibi isimler. Büyük çoğunluğu Kemal Kılıçdaroğlu’nun kontenjanından CHP Parti Meclisi’ndeler. (Gürsel Tekin’in kontenjanından girenler de var.)
... Yeni CHP ilginç bir parti oldu...
Kemalist çözüm dışlandı
“Demokratik Özerk Kürdistan, Türkiye Cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikasına dahil olur... Demokratik Özerk Kürdistan kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir... Öz savunma güçleri şehir, kasaba, mahalle ve köyde yaşayan tüm halkların direnişini ifade eder.” BDP ve PKK yandaşları, Diyarbakır’da kabul ettikleri “Demokratik Özerklik Modeli Taslağı”nda hedeflerini özetle yukarıdaki gibi açıkladılar. Abdullah Öcalan, bu plana açıkça: “Önümüzdeki 6 ay Demokratik çözüm için son şanstır. Aksi taktirde çatışmalar başlar, korkunç bir savaş gelişebilir” tehdidini öne sürerek omuz verdi. Konunun uzmanı Mehmet Faraç’a taslağı sorduk.
- PKK, bölgedeki siyasallaşma sürecini büyük ölçüde tamamladı. Bilindiği gibi Abdullah Öcalan artık devletle resmen pazarlık yapabilir noktaya geldi. Bu durumda gerçek niyetlerin dile getirilmesinin zamanı geldiği kanaatine varıldı.
...
- CHP’ye gelirsek...
- Yeni CHP yönetiminin Güneydoğu sorununa ilişkin anlayışı özetle, ’Bu sorun Kemalist politikalarla çözülemez’şeklindedir. Yabancı güçler sonunda bunu CHP’ye de kabul ettirdiler. Ancak CHP tabanının kısa sürede gerçeği görüp gerekli tepkiyi göstereceğini söyleyebilirim.
Melih Aşık / Milliyet
+++
AKP ‘Kürdistan’ rezaletine seyirci
Sevgili okuyucularım, Türk Milleti binbir rezaletle boğuşurken, başımıza bir de Kürtçülük rezaleti hortlatıldı. Bunun sorumlusu tamamen Tayyip, AKP hükümeti ve iktidarıdır. Bunlar Kürtçü-bölücü kesimlere seçim yatırımı yapıyor, şirin görünmeye çalışıyor ve bu iğrenç gelişmeleri sessizlikle izliyor. Birileri Türkiye’de ayrı bayrak isterken, hiçbirinden tık yok.
Tayyipler vesaireler, Çankaya’da oturan “Devletin başı” , AKP’nin Cumhurbaşkanı falan nerede? Bari oturup hep birlikte Füsun Önal’ın şarkısını söyleyelim!
Ah neredeee, vah neredee... Kimlere sorsam, nerelere baksam, ah neredeee, vah neredeee...
Emin Çölaşan / Sözcü
+++
Meğer AKP yandaşı ne kadar sözcü varsa hepsi de CHP’nin
iktidara gelmesi için yanıp tutu-şuyormuş.
Genel eğilim “CHP’nin iktidara gelemeyecek olmasının” yarattığı üzüntü ve hayal kırıklığı.
Komik bir ülke olduk. İktidara desteğin dozunu ayarlayamayanların, güya “objektif” gazeteci gibi davranmaya kalkıp da, CHP’ye ayar vermeye ve “iktidar olamazsın haaa” demelerine gülünmez mi?
Can Ataklı / Vatan
+++
Ben hiç böyle cumhurbaşkanı görmedim
Seçildiği gün söylemiştim:
“O benim cumhurbaşkanım değil...”
Başımıza gelmeyen kalmamıştı...
Oysa sizin de cumhurbaşkanınız değildi, hiç de olmadı, bundan sonra da olmayacak...
*
Laikliği toplumun önünde engel gören, yamaçlara Atatürk’ün sözlerinin yazılmasına kızan, türban için Türkiye’yi AİHM’ye şikâyet edip dava açan, Türkiye’yi tarikat ve cemaatlere teslim eden AKP’nin kurucusu ve teorisyeni...
Hepimizin “Cumhurbaşkanı” olabilir miydi?...
İşte bu yüzden; ana muhalefet partisinin TBMM’ye taşıdığı iddialar havada uçuşurken ve yargı henüz karar vermeden, o bir koşu yanına çağırıp “Ben belediye başkanıma kefilim” diyebildi... Siz de şaşırdınız!..
*
Orduların başkomutanı sıfatını taşıyor ama, gizli emelleri olmakla suçlanan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kefil olmadı...
Komutanlarına kefil olmadı...
Genelkurmay Başkanı televizyonlara çıkıp “Bu bize yapılan haksızlıktır” diye çığlık çığlığa bağırdığında kefil olmadı...
Saçından sürüklenen öğrencilere de...
Süs havuzlarının içine doldurulan işçilere de...
Evi basılan, yaşamı karartılan ak-pak
aydınlara da...
Suçu çocuk okutmak olan çağdaş Türk kadınlarına da kefil olmadı...
Tarikatların üzerine gittiği için süründürülen cumhuriyet savcılarına kefil olmadı...
Yargıçlara kefil olmadı...
Ama hakkındaki iddialar daha havalarda uçuşurken, Kayseri Belediye Başkanı’nı Çankaya’ya çağırıp “kefil” oluverdi...
Üstelik kimse sormadan geldi yanıt:
“Ben kefilim...”
Ben hiç böyle cumhurbaşkanı görmedim....
*
Allah bilir ya siz orada herkesin “cumhurbaşkanı” var sanıyordunuz...
Oysa o bizim cumhurbaşkanımız değil...
Benim değildi...
Sizin de değil...
Olmadı, olmayacak da...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Paranın peşinde...
Medyada dün, Yenişafak yazarı İbrahim Karagül’ün bir dönem Fehmi Koru’ya nazire olduğu söylenen “Bu kavga büyüyecek” başlığı tartışılırken, odatv bakın neye bağladı ‘çiftkimlikli’nin yokluğunu: “Yeni yıl demek yeni sözleşmeler demek. Paracı profesyonel kalemler bugünlerde kriz çıkarmaya bayılır. Kriz çıksın ki sözleşmedeki rakamlar büyüsün. Ya da... Gazetelerindeki yazarlarıyla yeni sözleşmeler imza eden patronlara mesaj gönderirler. “Beni transfer edebilirsiniz!” Bu olayda bir tilki var Fehmi Koru’nun kafasında. Neymiş, 100 Bin TL’yi aşan para bile gün geliyor yetmez oluyormuş! Keşke... Edelman hala Ankara’da görevde olsaydı; çözse çözse bu problemi bir yemek masası başında o çözerdi. Cumhurbaşkanı Gül mü, Fehmi Koru’ya kefil olup devreye girse acaba?..”
+++
MİNİ YORUM
Nush ile uslanmayanı...
Bugün yorumsuz... Tecrübeli gazeteci İlhan Turalı, televizyonlarda boy gösteren “Kürtçü lider”i izledikçe, “yüz verirsen ayıya...” diye başlayan bir cümleyi tekrarlıyormuş...
Giderek palazlanan bölücü güruha karşı, “geleneksel” bir yöntem de önermiş:
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”...