O da Mehmet...
Pazartesileri bu köşe size tahsisli, bana yer yok biliyorum. Ama -bugün istisna olsun, affınıza sığınayım- dayanamıyorum.
Yüksekova’nın mezbahayı andıran o kanlı kaldırımı gözümün önüne geldikçe duramıyorum.
Yerde yatanlar kim/ne?
Kimin “kurban”ı?
Kime “kurban”ı?
“Helal” mi katillerin yöntemi!
* * *
Yunus ve Ramazan’lar, Cengiz Topel Caddesi’nde yatıyorlar.
Sokak, cadde, mahalle, kışla, okul, karakol, sağlık ocağı, hastane tabelalarıyla günah çıkarabilelim(!) diye mi; neden hep sadece “şehidin adı” var?
Neden, “öykündükleri devrin” memur cellatları gibi hep “maskeli kişiler” can alıcılar! Neden “sultanın koruma altındaki memur cellatları” gibi gizli, saklı, adsızlar?
Yaşatmak için şehitlerimizin adını verdiğimiz caddelerde, yaşatmayı beceremediğimiz için can çekişiyor, can veriyor çocuklar.
Hepimiz tanıyoruz ama teşhis eden yok katili;
Kimliği belirsiz kişi.
Kahroluyorum.
* * *
Emine Hanım’a çok yazdım, sordum vaktiyle;
Ya Bilal olsaydı?..
Tın...
Tınmadı.
“Demek” dedim; “biyolojik olarak anne olmak yetmiyor olmalı ‘öteki anneler’in ’evlat acısı’nı duymaya...”
Sare Hanım.
Bu kez size soruyorum:
Ya Mehmet olsaydı?..
Yunus da, Ramazan’lar da “Mehmet” olmadı mı sonuçta?
Konyalı Ramazan değil de, Konyalı Mehmet olsaydı yatan o kan gölünün ortasında?
O yalnızlığın, sahipsizliğin, devletsizliğin, garibanlığın, “kaderine” terk edilmişliğin fotoğrafındaki kırık-dökük “fidan” , Sare’den olma Ahmet oğlu Mehmet olsaydı?..
Vaktiyle çok seslendim Emine Hanım’a.
Tın...
Tınmadı.
“Demek” dedim, “iki erkek doğurmuş olmak yetmiyor” .
Siz bir erkek, bir Mehmet doğurdunuz ama binlerce Mehmet’in annesi oldunuz Sare Hanım.
Onun için size sesleniyorum:
Siz ki doğum uzmanı bir doktorsunuz. Hayat veriyorsunuz. Annelerin kucaklarına hayatlarını veriyorsunuz. Bugüne kadar kim bilir ne çok hayır dua aldınız.
Şimdi... Ömrünüzü, mutlulukla doldurmaya adadığınız o ana kucakları bir bir boşalırken, o dualar yerini beddualara bırakıyor; farkında mısınız?
Bakmadıysanız; yayın yasağı gelmesinin an meselesi olduğunu düşündüğüm o fotoğrafı alın, bakın.
Belki de bu dünyadaki ilk nefesini sizin ellerinizde alan çocuklardan biri nefes alamıyor şimdi. Durdu kalbi. -Sanmam, gözü açık gitmiştir bence ya- Belki oracıkta kapandı sizin kollarınızda açtığı gözleri.
Belki bugün dizlerini döve döve, saçını başını yola yola, üstünü başını parçalayarak ağıt yakan; yüreği cayır cayır annelerden biri sizin ağzından almıştı ömrünün en güzel haberini. Kaderin cilvesi; felaketi de iktidarınızda geldi!
Söndürebilir misiniz içini kavuran o ateşi; yeter mi buna hekimliğiniz?
Sare Hanım.
Bugünden sonra gireceğiniz ilk doğumda; steril şekilde poşetlesin hemşireniz; o fotoğraf olsun doğumhanede karşınızda.
Sorun kendinize:
Napıyorum ben?
Hayat diye ölüm mü veriyorum aslında insanlara?
Siz o Mehmet’lerin “ağaç kovuğundan çıkmadığını” en iyi bilensiniz, bakın karşınızda terleyen o anneye;
En güzel yaşında “feda” olsun diye mi bunca emek, bunca çaba?
En güzel yaşında katledilsin diye mi o doğum sancısı?
Bundan sonra doğurttuğunuz ilk bebek erkek olursa sorun kendinize:
Kundak yerine kefen mi sarıyorum acaba?
Bundan sonra doğurttuğunuz ilk bebek kız olursa sorun kendinize:
Ya 20 yıl sonra, karalar içinde, ay-yıldıza sarılı bir tabutun önünde yürürken çıkarsa karşıma?
Başınıza geldi mi bilmem;
Siz hiç, babasız büyüyecek bir şehit çocuğu doğurttunuz mu? Nasıl bir duygu?
* * *
Emine Hanım’dan çok istedim.
Tın...
Tınmadı.
Sare Hanım. Hiç gocunmam, şimdi size yalvarıyorum:
İkna edin “beyefendi”yi!
“Siirt’te bir anaokulunda küle dönmüş oyuncakları görünce tarifsiz bir acı yaşayan yüreğiniz”e dün de “cız” etmiştir; inanıyorum. Yüreğiniz dile gelsin ve tarif etsin bir annenin evlat acısını.
İsyan edin.
“Yolun yarısını geçtik” deyin, “Yaşadığımız kadar yaşamayacağız” deyin, “Ölümlü dünya” deyin; “Hesap günü” deyin, “Vebal” deyin...
“Sözde taziye mesajında bile” 23 Ekim’de Kağızman’da 3 HPG gerillasının infazından sonra Yüksekova’da 3 asker öldürüldü “ diyerek kana kan tehdidi savuranlarla ne işin var” deyin.
Allah’tan korktuğunuzdan kürtaja bile karşısınız madem; “Allah’ın verdiği canı alanlarla ortaklık etmenin günahını” anlatın, hatırlatın eşinize!
* * *
Sare Hanım.
Alın oğlunuz Mehmet’i karşınıza, bakın.
Ya “Birkaç Mehmet”ten biri o olsaydı?
Sarılın, koklayın;
Kolay mı? PKK’ya bağışlanır mı?
O fotoğraf var ya... Bir kaldırımda, ağaç kovuğundan çıkmış gibi, köksüz gibi, dalsız, budaksız gibi, çaresiz bırakılmış, pusunun, kumpasın, ihanetin ortasında savunmasız bırakılmış o iki “evlat” var ya...
Onlar da Mehmet...