Nemrut da geldi tam oldu!..
Yazı hayatım iktidarla “yaşdaş”. Dolayısıyla; ilk günden bu yana “haksız çıkmak” umuduyla yazdım aslında; ne olur “takke”nin altındaki “kel”; o yüz yıllık intikam duygusu olmasın!
Çıkarmıyorlar işte; “noter” gibiler, kimi zaman mürekkebi kurumadan, kimi zaman yıllar geçtikten sonra ama ille de tasdikliyorlar.
Star “CEO”su Mustafa Karaalioğlu dünkü köşesinde, “paralel ittifakı” çökertenlere şöyle sitem ediyordu:
“Bu toprağın insanının 150 yıllık iktidar çabasına karşı kılıç çektiniz. (...) Ama oyun bitti artık, takke düştü.”
Doğru;
Mücadelenizi “bu toprağın insanının 150 yıllık iktidar çabası” diye tanımlayıp, Cumhuriyeti kuranlar dahil bu ülkenin gelmiş geçmiş bütün iktidar sahiplerini (ve tabii onları iktidara getiren “milli irade”yi) “bu toprağın insanı”ndan saymadığınızı ilan ettiğiniz an itibarıyla “kel” bir kere daha göründü!
Bir kere daha diyorum; çünkü çeşitli vesilelerle hem AKP yöneticileri hem de “paydaşları(!)” defalarca ağızlarından kaçırdılar aslında sebebi iktidarlarını. Mazeret, etken muhtelif; toplumun nicelik olarak azımsanmayacak bir çoğunluğu duymadı, duysa da anlamadı, anlasa da umursamadı!
***
Tekrar tekrar yazınca bazı şeyleri duygusu eskiyor insanın; o yüzden bugün, daha önce sayısını unuttuğum kadar çok kere yazdığım o tarihi iktidar hesaplaşmasını, 2008 yılında, nispeten daha taze olan “bu millet bu kez uyanacak” heyecanıyla yazdığım iki ayrı yazıdan bölümlerle özetle aktaracağım. 6 yıldır kaygılarımızda bile bir arpa boyu yol alamadığımızın resmi olsun:
“...2008-100= 2008.
O da eşittir İttihat ve Terakki’nin “iktidara” gelişi!
Ebced düşkünü sayılmam ama bu rakamların tarihi karşılıkları manidar.
31 Mart Ayaklanması... II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi... Milletin “Tanzimat kafası”ndan çıkıp -Kurtuluş Savaşı verecek kadar- Türklüğü’nün şuuruna ermeye başladığı günler yani!..
(...)
“Eşek Türk” diye aşağılananların “Vallahi Türk değilim” çırpınışı yetmedi. Osmanlıcılık milliyetçiliğe yenildi. Mustafa Kemal Atatürk’ün Gökalp’i ’fikirlerimin babası’diye anması çok şeyi ifade ediyordu. Türkçülük, işgal altındaki Osmanlı imparatorluğunda “Bir ruh doktoru gibi bu uyurgezeri, Türk olduğuna, dilinin Türkçe ve ölçülerinin halk ölçüleri olduğuna inandırdı”.
(...)
İttihat Terakki iktidarına karşı, İngiliz kışkırtmasıyla başlatılan isyan girişimi olan 31 Mart ayaklanması, bu geçişin sancılarından biri.
Onun için “rövanş”taki rol modelleri;
İngiliz himayesinde yetişmiş, “Hücum edelim... Ben şehit olsam da siz dönmeyiniz” nidalarıyla toplumun muhafazakar kesimini galeyana getiren bir çakma “hoca”; Derviş Vahdeti!
Saidi Nursi’nin de yazarı olduğu, İngiliz “fonu” ile çıkan ve “Ey kahramanlar, şeriat elden gidiyor, ne duruyorsunuz?” diye halkı kin ve isyana teşvikten sorumlu yayın organı; Volkan gazetesi!
“Başkanı” Hz. Muhammed olarak ilan edilen, dini duyguları sömürmekten sorumlu “sivil toplum kuruluşu”; İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti!
Ecdad tarihindeki ilk liboş; bugün eyalet modeline levye yapmaya çalışılan ademi merkeziyetçiliğin ilk sancaktarı; Prens Sabahattin!
Tek fark “kuklacı”nın kimliği;
Malum, İngiltere bu tip angaryaları ABD’ye devretti.
***
Dini gruplarca komutanlarına karşı ayaklandırılan askerler Heyet-i Mebusan’ın kapısına dayandı 31 Mart Vak’asında! “İktidar” istifaya zorlandı. (...) Hadise, eğer bu noktada sona erseydi inancım o ki bugün ne “Ergenekon”, ne “Balyoz” ne de benzeri diğer süreçler gelişecekti! Çünkü 1900’lerin başında “İngiliz kırması” genetiğinde bir millete dönüşecek, haliyle 2000’lerin başından itibaren de yeni ” kuklacı”ya devrimiz sırasında; kimlik tahribi, egemenlik devri, çuval, işgal, istila, gibi konuları namus yahut onur meselesi yapmayacak, muhalefet geliştirmeyecek, kimseleri ürkütmeyecek, şimşekleri de üzerimize çekmeyecektik... Kavgasını verecek bir “adımız” olmayacağı için “Yeni Anayasa” gibi dönüşümlere lüzum kalmayacaktı. “Yok olacak” dolayısıyla “varlık” kavgası yapmayacaktık!
Ve fakat şu Atatürk yok mu; emrindeki Hareket Ordusu’yla taa Selanik’ten yetişti. Tam da İttihatçılar alaşağı ediliyorken isyancıları derdest etti, Divan-ı Harp’e sevk etti ve idam ettirdi!
(...)
Kendini ilimden soyutlayan “ulema” sınıfı ilk günden itibaren yeni devlet yapısının dışında kalmayı tercih etti. İnzivaya çekildi. Cumhuriyet’e asla tabi olmadı ama isyan da etmedi. Meclise, bayrağa, marşa bakıp bakıp yenilgisini hatırladı; ‘kayıtdışı medreseler’in zifiri karanlığına nefretini pekiştirdi.
Bu arada dünya değişti; Türkiye belki artık üç kıtaya hükmeden o cihan devleti değildi ama Misak-ı Milli beş kıtayı etkileyecek kararların kilit noktalarından çizilmişti. Ve bu coğrafyadaki emellerinden vazgeçmeyenlerin görmek istediği son şey “uyanmış bir millet”ti.
1990’ların başında bizzat ABD istihbarat servisleri yeni bir tercih yarattı: Neo-Osmanlıcılık! Turgut Özal’ın “federasyon” çıkışıyla fırına verildi. Bugünkü/yeni “Osmanlıcılık-İslamcılık” uyarlaması iktidarla servis edildi.
(...)
Rövanş zamanıydı;
Ve Ali, Veli, Hasan, Mehmet, Ayşe, Fatma değildik onlar için hiçbirimiz!
“Avrasya” mı dedin; Enver canlanıyordu gözlerinde!
Beyazıt Meydanı’ndaki Kaymakam Kemal Bey anmalarına “suçüstü” yapmaları boşa değildi; gerisindeki Siyasal Bilgiler Fakültesi binası sindirmenin, meydan ise sinmeyenlere haddinin bildirmesinin sembolüydü. Nemrut Mustafa’nın kurdurduğu darağacı canlanıyordu gözlerinde; ağızları sulanıyordu.
İlber Ortaylı’nın II. Abdülhamit’i “dünyanın son padişahı” olarak tanımlamasını yanlış anlamışlardı; tarihi orada dondurdular, halkın arasına hafiyeler saldılar, artık her muhalif bir ihtilalciydi!
Her şey tarihin akışına uygun gelişiyordu madem; işkencenin kod adı Bekirağa Bölüğü olmalıydı. Giren çıkamamalı; ya sürgün, ya darağacı! (...) ”
***
“Neyse ki ortalıkta Kemal Bey çok da Nemrut Mustafa yok” diye bitirmişim 6 yıl önce yazıyı;
O da var şimdi; çoluk-çocuk acımadan kırıyor kalemini!