Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU
Sadi SOMUNCUOĞLU

Neden Atatürk düşmanlığı?

Bu dönemin alametlerinden biri de, İstiklâl Harbimizin lideri ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret şeklinde oldu. Bunlar; 100 yıllık hesabın peşinde koşanlar, "şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edenler", 2. Cumhuriyetçiler, dinbazlar, etnik ırkçılar, her cins bölücüler, çıkarcılar ve riyakâr iş birlikçilerdir. Bu yolda hiçbir insanî, dinî, millî ve ilmî ölçüleri de yoktur... Peki neden?

Düşünmezler ki; I. Dünya Savaşı, Türk Milletinin en büyük eseri dediğimiz Osmanlı Türk Devletinin tasfiyesiyle sonuçlandı. Haçlılar; "1000 yıl mücadele edip, Türkleri ve Devletlerini yok ederek emelimize ulaştık. Şimdi sıra bunları geldikleri yer Orta Asya'ya sürmeye geldi" dedikleri sırada, adeta bir mucize oldu. Dört yıl süren harbin sonunda Padişahları esir, toprakları işgal edilmiş bir avuç yokluklar içindeki yaralı bereli Türk; kadını-erkeği, genci-yaşlısı ile Çanakkale'de ün kazanan liderinin, "Ya istiklâl, ya ölüm" çağrısına koştu ve "İkinci Ergenekon'u" yaparak zafere ulaştı. Böylece Osmanlı Türk Devletinin küllerinden bağımsız Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Düşmanlar hüsrana uğradı. Aynen "Birinci Ergenekon'da" olduğu gibi.

Bundan dolayı, bütün emperyalistler, Mustafa Kemal Atatürk'ün amansız düşmanı; mazlum milletler de hayranı oldu. İki sene önce yapılan bir araştırmada, İngilizlerin, "Dünyada en büyük düşman" olarak Atatürk'ü gördükleri ortaya çıktı. Buna karşılık Atatürk, mazlum milletlerin rehberi olmaya devam ediyor.

Bu gerçekler karşısında Atatürk düşmanlığını nasıl izah edebiliriz?

Yazının girişinde söyledik, ama biraz daha açalım. Adamın biri yazmış, özetleyelim; "Cumhuriyete itirazımız yok, ancak Mustafa Kemal devleti sadece Türklere göre kurdu. Diğer etnisiteler yok sayıldı. Halbuki, Osmanlı'da böyle değildi." Diğer biri de; "Türkler etnik gruplardan biridir. Ülkede birçok etnik grup daha var. Demokrasinin gereği bunlar birbirine eşittir; Devlet hepsinindir, birinin değil." Bir başka saptırma da; Millet, Türkçedeki anlamında değil de, Arapçadaki "ümmet" anlamında kullanarak, halk aldatılıyor. Dürüstçe ve açıkça söylenmiyor.

İslâm'da; ruhban sınıfı olmadığı, insana ve topluma hitap edildiği, insana baskı kabul edilmediği ve "Din güzel ahlaktır" denilerek konu açıklığa kavuşturulduğu için devlet rejimi teklifi yoktur. Devletler ümmet üzerine değil, sosyolojik bir varlık olan millet üzerine kurulmaktadır. Müslümanların kurduğu Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı devletleri gibi. Bir ve bütün olan milleti, etnik (köken, ırk) ve mezheplere göre ayrıştırıp devleti bunlar arasında paylaştırmak, fitnenin en büyüğüdür; milleti de ümmeti de böler, ülkeyi iç savaşa sürükler. Egemenlik, aynen iffet ve namus gibidir, paylaşılamaz. Rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör, mealen; hâkim unsura karşı azınlık veya etnik takıntısı olanlar, hep İslâm'ın arkasına saklanarak mücadele etmektedirler diyor. Mesele çok güzel bir şekilde özetlenmiştir. Bu gerçeği keşfeden emperyalistlerin, Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi ile buna ait haritasına baktığımızda; Libya, Yemen, Irak ve Suriye'de yaşananları hatırladığımızda, etnik ve mezhep dinamikleri çatıştırılarak iç savaşın nasıl çıkarıldığını ve devletlerin yıkılıp, milletlerin parçalandığını ibret ve dehşetle görüyoruz.

Özetlersek: Büyük Atatürk Türkiye Cumhuriyetini, tarihimize ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde Türk Milleti esasına göre, millî-üniter yapıda kurdu. Müslüman ülkelerde mezhepler, dinî gruplar, aşiretler, etnisiteler birbirini boğazladığı halde, 40 yıldır terör saldırılarına maruz kalan Türkiye'mizde böyle bir durum olmuyor. Çünkü, kökeni, dini, mezhebi ve cemaati ne olursa olsun herkes Türk Milletinin asli unsuru, Türk Devletinin eşit ve şerefli vatandaşıdır; dolayısıyla millet dokumuz çok sağlamdır.

İşte bu sebepledir ki, emperyalistler ve iş birlikçileri Büyük Atatürk'e karşı yüz yıldır iftira, kin ve nefretle saldırıyor; etnik ve dinî kışkırtma ile birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışıyor; başaramıyorlar. Kurucu atamız ne demiş: "Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"

Caydırıcılık kaybedilince...

Cumhurbaşkanı Erdoğan; "Suriye ve Irak'ta her gelişme bizim için doğrudan millî güvenlik meselesidir." demiş. Çok doğru da, muhatabımız bunun gereğini yapacağımıza inanmıyorsa, bu sözler hasmı durdurmaz, sadece vatandaşımızı aldatmaya yarar. Çok küçümsenen azınlık-koalisyon hükümeti döneminde, KKK. Org. Atilla Ateş, 1998'de sınıra giderek, Suriye'ye "teröristbaşı Öcalan'ı ya bize teslim edin, ya da ülkenizden çıkarın. Yoksa gelir alırız" demişti de, katil Öcalan Rusya'ya da, İtalya'ya da sığamamış; barındıracak ülke bulunamamıştı. Sonunda Yunanistan'ın Kenya Büyükelçiliği'nde yakalanıp getirilmiş, yargılanarak idama çarptırılmıştı. Türkiye'nin caydırıcılığı böyleydi. Şimdi, milletin ve devletin kimliğiyle oynayan ideolojik siyaset ve EYYY'lerle caydırıcılığa çıkıyoruz, olmuyor. ABD düşmanca PKK/PYD terör örgütünü silahlandırıyor; kendimizi bu örgütle kıyaslayıp, bizi tercih edin diyoruz, yine olmuyor.

ABD düşmanlık yapıyorsa, dost muamelesi görmemelidir... vesselam.

Yazarın Diğer Yazıları