Necdet Sevinç gazeteci değil miydi!

TGC başsağlığı bile dilemedi...

Önceki gün... Fatih Camii’nin avlusundayız; gazeteci-yazar Necdet Sevinç’i ebediyete uğurlamaya hazırlanıyoruz...
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, cep telefonu mesajı, ve e-posta yağdırıyor: “Vural Tekeli’nin ailesine ve basın camiasına başsağlığı diliyoruz...”, “Basın Özgürlüğü Ödülleri sahiplerini buluyor...”
Eeee?
Olura olmaza günde kırk kere SMS yollayan TGC, çocuk yaştan itibaren bu mesleğin içinde olmuş Necdet Sevinç’in vefat haberini üyelerine bildiremez miydi? Amacı “herkesin bilgi edinme, gerçekleri öğrenme hakkının bir aracı olan iletişim ve düşünce özgürlüğünü sağlamak” olan bir kurum, kendisi, kendi mensuplarının “bilgi edinme hakkı”nı gasp ediyor; olacak iş mi?
Arayıp sorsan derler ki; “Kendisi üyemiz değildi!” Olmak mecburiyetinde mi? Sen asıl şuna baksana: Gazeteci mi, değil mi?
Ben neyleyeyim, yıllarını cezaevinde geçirmiş, yazılarından dolayı yargılanmış, yazılarından dolayı kurşunlanmış, yazılarından dolayı kelle koltukta yaşamış ve yine de kalemini eğip bükmemiş bir “yazı kahramanı”nın arkasından baş sağlığı mesajı dahi yayınlayamayan meslek kuruluşunu?
Ayrıca... Onca gazeteci cezaevlerinde tutulurken, “Has Bahçe”de bayram yapacak zaman mı?


Bunlar da medyanın putları

AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’e Tayyip Erdoğan’ı “putlaştırdı” diye demediğini bırakmayan medyanın hal-i pür melali de pek farklı değil aslında...
“En demokratım, en liberalim, en kafama göreyim” diye kanal kanal dolanan adamın biri (adamlara hakaret oldu farkındayım da, arattırmayın bu sıcakta münasip bir sıfat bana) Amberin Zaman’a saldırmış:
“Sen ki onca zaman Taraf’ta yazdın, şimdi kalkıp da Ahmet Altan’a, Yasemin Çongar’a küfreden Ruşen Çakır’a nasıl “dört dörtlük gazeteci” dersin, utanmıyor musun?”
Tahmin edersiniz ki Amerin Zaman’ı korumak için yanıp tutuşuyor değilim, yahut “Ruşen Çakır gazeteciliği” öyle pek de övgüye değer bir tarz değil kanaatime göre...
Ama elmalar başka, armutlar başka yerde Medya Polemik sepetinde... Mevzu bu kişilerin kim, ne olduğunden ziyade, onları cadı kazanına atmak isteyen zihniyetin amacı...
İyice yayılsın istiyorlar mesajları:
Dokunan yanar! Kim olursa olsun, misyon ortaklığı, ülkü birliği, eski kankalık hepsi hikaye... “Kurbanlar sunmayı” bıraktığın anda, medyanın putları oracıkta çarpıverir seni de!
Yukarıda alıntıladığım “paylama”nın başka bir izahı var mı?
Bir tür bağlılık seramonisi; “şeytan” taşlıyor sanki adam!
Ahmet Altan’ı, Yasemin Çongar’ı ve elbette onların “Taraf”ı dokunulmaz kılan bir gazetecilik kuralı mı var ki bir gazeteci bunlardan herhangi birini veya topunu birden eleştirdi diye niye gazeteciliğinden...
Eleştirisinde haklıysa, bırakın eksiltmeyi güçlendirir bile bu kişinin gazeteciliğini...
Ve sonra biri, niye bu “put”ları devirmeye kalkışanlardan övgüyle bahsettiği için utanmak zorunda olsun ki kendinden?
Altan ve Çongar’a biattan vazgeçmek “utanç verici” bir şey mi?
Bildiğim kadarıyla kendisini eski patronlarının önünde canlı kalkan yapmamak gibi bir günah yok gazeteciliğin kutsal kitabında!



BASINDAN SEÇMELER



Nutuk atar gibi yazdırırdı

Son dönemde Yeniçağ ve Tercüman Gazeteleri’nde başyazarlık yapan Necdet Sevinç, köşesini hazırlayan sayfa yapımcısının yanına oturur, günlük yazısını yazdırırdı. Heyecanlı ve otoriter bir yapıya sahip olan tecrübeli gazeteci, bu işlemi yaptırırken de kendisini öyle bir kaptırırdı ki, adeta nutuk atar gibi bağıra bağıra yazısını yazdırırdı.
Hayatını Türkçülüğe adamış olan Sevinç, ülkücü camianın sloganı olan “Tanrı Türk’ü korusun” sözü için de “Neden Tanrı sadece Türk’ü korusun? Diğer milletten insanları korumasın mı?” diye takılanlara, şaka ile şu cevabı verirdi:
“Tanrı Türk’ü korur... Çünkü Tanrı da Türk’tür.”
Gazeteci-yazar Arslan Bulut, “Tanrı Türk’tür” sözünü Sevinç’ten duymadığını, bu sözün Nihal Atsız’ın kitaplarında kullanıldığını belirtti. Bulut, “Türklüğü coşkulu ifadelerle anlattığı için ” Türk yaratılmak Allah’ın lütfudur “ sözü ona ait olabilir” dedi.
Habertürk




Çifte standardın daniskası

Manşetten feryat ediyorlar..
Deniz Feneri’nde savcı suç üretmeye uğraşıyormuş, tutuklananlar neyle suçlandıklarını bilmiyorlarmış.. Tutuklanmaları haksızlıkmış.. Böyle diyorlar.. Ben de onlara aklınız başınıza yeni mi geldi bile demiyorum.. Diyemiyorum.. Kendi arkadaşları, sevdikleri olunca başka, olmayınca başka.. Çifte standardın daniskası!..
Zahid Akman ve arkadaşlarının tutuklanmasına ben de karşıyım.. Olay 2008’de ortaya çıktı, 2011’deyiz..
Delilleri karartsalar çoktan karartırlardı, kaçsalar çoktan kaçarlardı..
Yargılansınlar ama tutukluluk niye?
Şunu da söylemem gerek..
Bunu sorgulayanların diğer tutuklulukları da sorgulaması lazım..
O zaman hakkaniyetli yayıncılık olur..
Zahid Akman neyle suçlandığını bilmiyormuş.
Ahmet, Nedim, Soner, diğerleri biliyor mu?
Bırakın onları, üç yıldır hapis yatan, yargılanan Tuncay biliyor mu? Adam her duruşmada hâkime ’Suçum ne?’ diye soruyor..
Cevap yok!..
Deniz Feneri için manşetten feryat edenler neden onlar için de bir manşet çakmadı!..
Neden onların da hakkını hukukunu aramadı..
Onlar bizden değil!..
Hukuksa, konuştuğumuz hukukun bizdeni, sizdeni olur mu?

***


Tutuklu yargılama en son çaredir, böyle olmalıdır.. Kim olursa olsun!..
Bizde ilk çare olarak görünüyor..
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım şike yaptı, yapmadı o ayrı.. Tutuklanması normal mi?
Beşiktaş Teknik Direktörü Tayfur’un..
Değil!.. Çoğunun değil..
Vicdanlara sığmıyor..
Kimsenin kaçacak hali yok, kimsenin delil karartacak gücü yok.. Mehmet Tezkan / Milliyet




Bodrum’a gelen Bizans gazetecileri, şurda güneşin doğuşunu seyredin, ay burdan seyretmesi çok romantik filan diye yazıyor ama... Sabaha karşı itler dolaşıyor Bodrum sokaklarında... Özellikle, Atatürk dövmesi olan gençlere bulaşıyorlar. Bıçaklamalar oluyor, üstü örtülüyor.
Yılmaz Özdil / Hürriyet




“Kutsal İttifak”ın temelini atıyor

Washington’daki gelişmeleri yakından izleyen meslektaşımız Yılmaz Polat’a göre, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Penetra ile CIA Başkanı Petreaus’un Türkiye ziyaretleri Washington-Ankara-Tel Aviv üçgeninde yeni bir ittifakın temelini oluşturuyor:
“2012 Kasım ayında yapılacak başkanlık seçiminden önce ekonomideki sıkıntılar, işsizlik, dış politika Obama yönetimini yerlerde süründürüyor. Kamuoyu yoklamaları, Obama’nın şu anda seçime girmesi halinde kaybedeceğini gösteriyor. O yüzden Obama’nın seçim yatırımı için acil bir şeyler yapması gerekiyor.
Bu arada, ABD’nin vazgeçemeyeceği Ortadoğu bölgesi kaynıyor. İran, Washington’u ve Yahudi neo-con’ları rahatsız ediyor. Şii yayılmacılığı bölgenin Sünnilerini Washington yönetiminde bir blok oluşturmaya zorluyor. Irak’tan başlayan ve şu anda hareket halinde olan Türkiye-Suriye sınırından Mısır’a kadar uzanan ve İran’a karşı oluşturulacak bir ‘Müslüman Kardeşler Kalkanı’ ziyaretlerin temelini oluşturuyor denebilir.
Suriye sınırında tıpkı Irak’ta oluşturulan Çekiç Güç dönemindeki gibi uçuşa yasak bölge oluşturulması konuşuluyor. Bu projede Türkiye-İsrail işbirliği çok önemli.”
Burada en önemli soru, İsrail’in Mavi Marmara olayı için özür dileyip dilemeyeceği... Yılmaz Polat, “Neden olmasın?” diyor ve ekliyor:
“Hatta tazminat bile öder. Bu da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın elini içeride güçlendirir. İşbirliği yapmamak için de bir neden kalmaz.”
Işık Kansu / Cumhuriyet




Toplum “aksiyon filmi” izler gibi

Televizyonları açtığınızda, gazeteleri okuduğunuzda toplumun hemen her kesiminin “şikayetçi” olduğunu görüyoruz. Herkes yakınıyor. Ama “mutlu olmak” konusundaki sonuca bakıyorsunuz ve şaşırıyorsunuz. Çünkü halkın yüzde 71’i ‘mutlu olduğunu’ söylüyor. Gidişattan memnun olduğunu söyleyenler ise yüzde 73.2 oranında. Demek ki söylenenin aksine vatandaş durumdan hiç de şikayetçi değil. İşte seçim sonuçları bunu kanıtlıyor.

***


Türkiye şu anda sanal bir refah yaşıyor. Yapılan yollar, yükselen dev binalar, parlak görünümlü alışveriş merkezleri, herkesin gözlerini kamaştıran lüks rezidanslar, vitrinlerden fışkıran cicili bicili ithal mallar ve olağanüstü kolay borçlanma olanakları eskiye oranla keyifli bir hayat portresi çiziyor. Ama bu ne kadar gerçek?
Medyaya baktığınızda Türkiye’nin her yerinde “bir şeyler” oluyor. Güneydoğu’da çatışmalar, ülkenin her yerinde PKK saldırıları, işsizlik, devam eden büyük davalar, şikeler.. Ancak bunların hiçbiri geniş yığınlara henüz değmiyor. İnsanlar bu gelişmelere ellerindeki bir paket çekirdekle televizyon karşısında aksiyon filmi izler gibi bakıyor. Çünkü yaşananların hiçbiri sıradan vatandaşların sorunu değil, başına geleni de “kader” kabul ediyor.
Can Ataklı / Vatan




İroni mi

Basın özgürlüğü konusunda sicili hiç temiz olmayan gazetelerden biri Vatan; çok kısa süre içinde iki yazarının yazısını basmadı, biri istifa etti, diğerinin de işine son verdi. Necati Doğru ve Mine G. Kırıkkanat olayları daha unutulmamışken geçen gün birinci sayfasında koskocaman MSNBC’nin işine son verdiği Cenk Uygur’un hakkını arıyor.
Haberdir, tabii ki yapılsın... Cenk Uygur’un da hakkı aransın. Ama insana dön de bir aynaya bak denmez mi?
Oray Eğin / Akşam

Yazarın Diğer Yazıları