Ne göğe direk, ne de denize kapak...

Eeeee peki ‘Başbuğ ne olacak’ diye soruyordu dün “Allah sürece zeval vermesin”cilerden biri?
Ne yani ’Silahı bırakan PKK’lılar topluma karışırken, İlker Başbuğ hâlâ Silivri’de Yargıtay kararını mı bekliyor olacak’diyordu!
PKK’lılara taviz verilmiyor olsa Başbuğ da içeride kalmaya devam edebilir yani; bu mu?
Devam ediyor:
“Kürtlerle bu dev barışma yaşanırken diğer mağduriyetler ne olacak?
“Mesela Mustafa Balbay?”
“Bir zamanlar basında ‘iblis’ gibi tasvir edilmesine karşın iddianamesi bomboş olan Mehmet Haberal?”
“Bir kitap yazdı diye 2 ayrı terör örgütüne monte edilen Hanefi Avcı?”

***

“Onları da salın işte ne olur ki...” havasında!
“Onları da!..”
Yani PKK’lı katillerin, canilerin tepemize çıkarılmasına itirazımız yok ama “onları da” yararlandırın bu yüksek şefkatinizden!

***

Yukarıdaki satırları yazan gazetecinin “onları da salıverin” çıkışının gerekçesi “helalleşmenin tecellisi”ni istemesiydi!
Böylece “sürecin”, şu ana kadar eksik bırakıldığını düşündüğü “adalet” boyutu da tamamlanmış olacak ve eşe dosta karşı daha kolay savunulacaktı!

***

Akıllara bak akıllara!
PKK’yı yıllarca TSK’ya komuta etmiş eski Genelkurmay Başkanı üzerinden meşrulaştırsınlarmış!
“Ne var şimdi bunda, PKK’lılar Kandil’den TBMM’ye davet edilirken bu milletin oylarıyla TBMM’ye girme hakkını kazanmış insanlar zindanlarda mı çürüsün yani” diye itiraz edeniniz çıkabilir;
Ama bir durun. Nefes alın. Sakinleşin;
Elbette çürümesinler!
Ama “PKK’lılar özgürleştirildiği için” de tahliye edilmesinler!
“Madem PKK’lılar ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşacak, Başbuğ da, Balbay da, Haberal da dolaşmalı” demek,
“PKK’lıların ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşması”nı kabullenmek demektir!
Silivri’de, Hasdal’da, Hadımköy’de, Sincan, Mamak, Şirinyer’de tutulan ve bu ülkenin “duayen” sayılan hukukçularının binlerce kere izah ettiği üzere, siyaseten haklarında verilen hükümler ne olursa olsun, hukuken “suçsuz” olan insanların “hakkı”nı, “O zaman...”, “Öyleyse...”, “Madem öyle...” ile talep etmek, her şeyden önce onların bunca zaman verdiği mücadeleye hakaret anlamına gelir!
“O zaman”la, “Öyleyse” ile, “Madem öyle”nin iki yüzü vardır;
Ya “madem öyle işte böyle” diye meydan okur, kendi “çözüm”ünüzü uygulamaya geçersiniz;
Ya da “adalet” değil olsa olsa, en fazla “eşitlenmeyi” talep edersiniz?
İlkini beceremeyen veya becerme niyetinde olmayanlar hâlâ vicdan kırıntısı taşıyorlarsa, şu sorgulamayı yapsınlar mutlaka:
Abdullah Öcalan ile İlker Başbuğ, Mehmet Haberal ile Murat Karayılan “eşit” midir?
Değilse “onları da” diyerek, ömürlerini bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü korumaya, bilgiyle, bilimle donatmaya adamış bu insanları PKK’ya eklemlemek de neyin nesidir?
Bu dünya çapındaki, akılları, zekaları, çalışkanlıklarıyla “aşmış” insanların, ülkemizin dününde bugününde ve yarınındaki yeri, vahşiler sürüsünün peşine takılmış bir “da” ekinden ibaret midir?
Böyle olmadığını düşünenler için yazının bundan sonrası...


Deniz Kurmay Albay Bora Serdar’ın mektubu


Deniz Kurmay Albay Bora Serdar, Balyoz ile Askeri Casusluk davalarının gerekçeli kararlarını karşılaştıran mektubunda her iki davada da “bilirkişi raporları”na itibar edilmediğini hatırlatıyor ve “Hakimlerin bu yöndeki açıklamaları bilimin inkar edildiğinin dünya aleme ilanıdır” diyor.
Ümraniye, Balyoz, Poyrazköy, Kafes, İrtica ile Mücadele, Askeri Casusluk diye uzayıp giden davalar zinciri tutuklularının “PKK’lılar çıkıyor” diye tahliye edilmesi gerektiğini savunan şuursuzlara yol gösterir de, “doğru soruları” sormayı öğretir diye Serdar Albay’ın mektubunun bir kısmını sizinle de paylaşıyorum:
“Bilirkişi incelemelerinin madem ki nihai karara, yani hükme hiçbir etkisi olmayacaktı, o zaman tanık olarak yeminli ifadelerine başvurulan adli bilişimciler, dostlar alışverişte görsün diye mi mahkemede dinlenildi?
(...)
Askeri Casusluk Davası’nın gerekçeli kararında “Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Bilişim Ağı Hizmetlerinin Düzenlenmesi ve Bilişim Suçları Hakkında Kanun Tasarısının halen yasallaşmaması ve bu tasarıda öngörülen Adli Bilişim Uzmanlarının bulunmaması” dikkate alınarak, dijital verilerin değerlendirilmesinde delil takdir yönteminin kullanıldığı ifade edilmiştir.
Balyoz Davası gerekçeli kararında yer alan, “dijital verilerin delil olma niteliğinin mahkemenin hukuki takdirinde olduğu” ifadesi de benzer yaklaşımı sergilemektedir. ÖYM’lerin hukuki değil, siyasi davalarda sığınabileceği bundan başka güzel bir liman bulunabilir mi?
Evrensel hukukun ve adaletin geçerli olmadığı “hukuk yoksulu” bir ülkede, bilimin aydınlık yüzü, ceza hukukunun mahkemeye verdiği delilleri serbestçe takdir etme hakkının “keyfilik olgusu” içerisinde kullanılması ile maalesef karartılmaktadır.
Tamamen dijital olan Balyoz Davası üç yıldır devam etmesine rağmen, dijital verilerin değerlendirilmesine imkan sağlayacak yasal düzenlemenin halihazırda çıkarılmamasını peki nasıl izah edeceğiz? Herhalde bunun bir nedeni olmalı!
Sizce bu durum, toplumda “devlet kendi eliyle dijital terörü destekliyor” algılaması yaratmıyor mu?
Üzülerek ifade ediyorum ki Balyoz Davası’nda bizler için anlamsız bir hale gelen “adil yargılanma” hakkının, vicdanlara ve düşüncelere konulan ipotekler kalkmadan bir anlam kazanması artık pek mümkün gözükmemektedir.
Sırtında 1045 klasörlük koskoca bir kambur ile iki büklüm Yargıtay temyiz sürecine giren Balyoz Davası’nda önümüzdeki günlerde yeni bir sayfa açılacak.
“6666” dosya numarasıyla Yargıtay tarafından açılacak bu yeni sayfada insan haklarına ve hukuk devletine hakaret niteliğinde olan bu sözde dava ile “Ne göğe direk, ne de denize kapak” olamayacağı gerçeğinin “Taraf”sız olarak alınacak hukuki bir kararla teyit edilip edilmeyeceğini ise hep birlikte göreceğiz...

Yazarın Diğer Yazıları