Nazım Hikmet’i kim öldürdü?
Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi; Nazım’ın ölümünün doğal olmadığını; onun öldürüldüğünü anlatmak istiyorum... Ama önce Nazım’la ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmalıyım.
Ben Nazım Hikmet’i sevenlerdenim. Nazım bu toprağın çocuğu. Onun ideolojisini belki tartışabiliriz; ama o, Türkçenin en görkemli şairlerinden birisi. Nazım hiçbir zaman Türk milletine hakaret etmedi; Türk milletine iftira atmadı. Halkına -ve tüm halklara- “Dünyanın en tuhaf mahlûkusun” diye öfkelendi; ama özellikle Türk halkını hedef almadı. Türk milletini hiç suçlamadı. Onun derdi kapitalist sistemdi... Onun derdi ABD rüzgârındaki devlet yöneticileriydi... Onun derdi adaletsiz paylaşımdı... Şairimiz Nazım Hikmet hiçbir zaman; Orhan Pamuk gibi “Türkler, 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürdü” demedi! Veya Zülfü Livaneli gibi “Evet Ermeni soykırımı oldu ama Türkler bunu kabul etmiyor” diye, yabancılara yalanlar uydurmadı... Nazım Hikmet’in öfkesi, emeğin sömürülmesine ve emperyalizmin vatanımızdaki oyunlarına idi! Nazım, yabancılara yaranmak için ülkesini ve milletini aşağılamadı.
Evet, tüm bunlar doğru... Ama Nazım’ın Kore’de savaşan Mehmetçiğin üzerine Çin uçaklarından atılan şiirinde “Mehmetçiğin teslim olmasını” istemesi beni hep rahatsız etmiştir... (İliştiri: Atatürk, devleti yöneten Enver ve çevresini sevmiyordu. Devletin 1. Dünya Savaşı’na girmesine de karşıydı. Ama girilmişti bir kez... O, Sofya’daki rahat ortamı bırakıp, savaştaki Mehmetçiğin yanında olmak için koştu geldi... Ben de -dünyanın en doğru fikir ve ideoloji aşkı için de olsa- Türk Ordusu’nun yıpratılmasını asla kabul edemem.)
Gerçi Nazım’ın Sovyetlere kaçtığı aylarda, Sovyet Genel Kurmayı için böyle bir şiir yazması belki bir zorunluluktu; ama yine de bu konuda Nazım’ı affedemiyorum... Kim olursa olsun; Türk Ordusu’na zarar vermek isteyen kendi çocuğum da olsa, hiç affetmem! Bunun dışında, Nazım bizim şairimiz... Sevgili Yağmur Tunalı’nın “Kavga Günleri” nde dediği gibi “Nazım’ı edebiyatçı Türkler yaşatacaktır”.
Gelelim ölümüne!
Nazım, Vera’nın kucağında ölmüş müş... Bu bir KGB kurgusu! Bunun bir koca yalan olduğunun tanığı hâlâ yaşıyor! O tanık kim mi? O tanık; Elazığ’ın has evlâdı, Devlet Halk Dansları Topluluğu emekli Genel Sanat Yönetmeni sevgili Mustafa Turan!
Değerli okurlarım; Türkiye 1976 yılında Sovyetlere bir kültür çıkartması yapar. Mustafa Turan, Cenk Koray, Kemal Baytaş, Nuri Özakyol, Cemil Demirsipahi, Vedat Dalokay, Cüneyt Gökçer gibi sanatçı ve bürokratların olduğu topluluk Moskova’ya gider... Orada, Azerbaycan Türk’ü Politbüro Üyesi Türkolog Ekber Babayev, topluluğumuzla yakından ilgilenir. Ekber Babayev’in en önemli özelliği, Nazım’la -ölümüne kadar- tam 15 yıl aynı evde kalmış olmasıdır... Bir ara Ekber Babayev, Mustafa Turan ve Cenk Koray’ı bir köşeye çeker ve fısıltıyla: “Nazım’ın ölüm gününden bir gün önce, beni ’Merkez’e çağırdılar ve orada iki gün tuttular. Eve döndüğümde Nazım’ı ölü buldum!” der... Bu söz üzerine Mustafa Turan’ın da, Cenk Koray’ın da ağzı açık kalır. Cenk Koray kendisini toparlar ve yine fısıltıyla “Söylediğin cümleyi biraz aç” deyince, Ekber Babayev “Ben Türkçe profesörüyüm, sözüm çok açık” der ve yanlarından uzaklaşır.
Topluluk yurda döndüğünde Ekber Babayev’i bir biçimde Türkiye’ye getirmek için Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kemal Baytaş “Türkologlar Kongresi” düzenler. Ekber Babayev davet edilir. Fakat, Sovyetler izin vermez ve Babayev kısa süre sonra ölür!
Bu konuya hiçbir söz eklemiyorum. Tanık yaşıyor. Yorum sizindir... Bu vesileyle, Elazığ’ın gururu sevgili sanatçımız Mustafa Turan’a uzun ömürler diliyorum. Esen kalın efendim.