Nâzım, bütün Türkler için bir yüksek dil...
1968 yılında okumuştum Vâ-Nû'nun "Bu Dünyadan Nâzım Geçti"sini, yani 50 yıl önce... Sonra o kitabı birisi aldı okumak üzere ve birçok kitabım gibi geri gelmedi. Yeni baskısı da yapılmadı ki alayım. Geçen hafta baktım, bu değerli yapıtın yeni baskısı Kırmızı Kedi Yayınları'nca yapılmış. Durur muyum, aldım.
Aldım, okudum ve yarım yüzyılın belleğimden sildiği birçok gerçeğe yeniden kavuştum.
Vâ-Nû diyor ki "Türklük, merkeziyetçi büyük imparatorluklar kurmuştu. Ama merkeziyetçi bir dil kurabilmiş miydi?" Yanıtı da veriyor: Hayır.
Olur ki bilmeyen olur hatırlatayım, Vâ-Nû, Nâzım Hikmet'in en yakın dostu. 1921 yılında Şevket Süreyya, Nâzım ve Vâ-Nû, Moskova'ya KTUV'da (Doğu Halkları Üniversitesi) öğrenim için giderler. Bu büyük maceranın ayrıntılarını Şevket Süreyya, "Suyu Arayan Adam"da, Vâ-Nû'da bu yapıtında anlatır.
Yani onlar bu maceralarında, Türk Dünyasının arslan payını görmüşler, incelemişlerdir. Ve onlar tam bir aydındırlar, iyi okuyan, yaman sorgulayan ve yazan...
Yani Vâlâ Nurettin'in Türkçe bağlamındaki değerlendirmeleri değerlidir.
Vâ-Nû, Azerbaycan Türkleri ile bir diyaloglarını aktarıyor bu yapıtta. Diyorlar ki Azerbaycanlılar:
-Pridlajid eyledim, atkaz eyledi...
Nâzım fena öfkeleniyor:
-O nasıl söz öyle? Türkçesini söylesene!
-Özüm Türkîsini bilmirem. Özünüz ne diirsüüüz?
-Biz "teklif ettim, reddetti" deriz.
Azerbaycanlı tam bir Koçu'dur (kabadayı) tavır ve sözüyle:
-Ede (be adam), teklif Türkçedüüür?... Red Türkçedüüür? Özümüz Rusiceden "Pridlajid, atkaz" almuşuuuğ, özünüz Ereb'den "teklif" ile "reddi" almuşsuuz...
Vâ-Nû "Çok bozulmuştuk" der...
Ve Nâzım, bütün bunları yaşadığı ve bildiği için yapıtlarında tüm Türklerin anlayabileceği ortak bir dille yazma cehdine girmiştir. Vâ-Nû "Yüksek bir dil, yüksek bir yazı dili yaratmak yolundaydı" der ve şöyle devam eder sözlerine: "Ömrünü asıl buna harcadı. Türk dilinin eriyip gitmesinden çok üzgündü. Çare aradı. Türkçe'yi birleştirmek için çare buldu. Bütün Türklerin anlayabileceği bir Türkçe meydana getirdi. Ve bu 'Ataçça' değildi."
Vâ-Nû, Nazım'ın bu çabasının en çarpıcı ürünü olarak "Bahr-i Hazer" adlı şiirini gösteriyor.
Peki Nâzım'ın dil konusundaki yaklaşım ve görüşleri ne idi, bu da var Vâ-Nû'nun bu kitabında. Yerimiz yettiğince özetleyelim: Arapça, Farsça kökenli sözcüklerin halkın kullandığı biçimde kullanılmasından yana. Ancak sözcük yobazı değil Nâzım, tarafı da kullanacağız diyor yönü de, dil böyle zenginleşecek. Diyor ki bu büyük şair: "Yalnız konuştuğumuz dili yazmayacağız. Konuşmamızı esas olarak alacağız, fakat bu temelin üstünde yeni bir dil yaratacağız. Nasıl, sanat eseri, tabiatın, cemiyetteki hadiselerin, insanın sadece bir kopyası değilse, dil de öyle."
Evet Vâ-Nû, "Bahr-i Hazer"i örnek vermiş, ben hem onu, hem de "Kapalı Deniz" şiirini "Hazar Üstüne Yazılanlar" adlı kitabıma almışımdır. "Kapalı Deniz"den dizelerle bitireyim. Nâzım, vatan hasretinin doruk yaptığı 1958 yılında yazdığı bu şiirinde kendi halini Hazer'e benzetir sanki:
"Yeşili hare hare mavisi yumuşak/geçtim Hazer Denizi'ni ipekli bir gününde/duruyordu gemimiz önünde/kanatsız bir kapı gibi apaçık.
Dokundu yüreğime bu yapmacıklı hali/hangi deniz onun gibi kapalı/hangi deniz onun gibi denizlerden habersiz/hangi deniz onun gibi yapyalnız?"