Napolyon ve Obama (2)
Soğuk Savaşın galibi olan ABD, Bush döneminde kendi doğrularını, çıkarlarını ve değerlerini bütün dünyaya ve özellikle de İslam Dünyasına hoyratça dayatmıştır. Bunu 11 Eylül terörizminin ürettiği ortamı kullanarak “Ya bizdensiniz ya da düşmansınız” diyerek yapmıştır. BOP ile İslam ülkelerini baştan aşağı demokratikleştirmeye, özgürleştirmeye ve modernleştirmeye kalkmıştır. Yine ABD, dünyanın birçok yöresinde “kadife devrimler” yaptırarak Amerikancı yönetimlerin iş başına gelmesini sağlamıştır. Bu hegemon tavır, ABD’ye ve değerler sistemine karşı başta İslam ülkeleri olmak üzere bütün dünyada büyük bir tepki doğurmuştur.
Soğuk savaş sonrası buyurucu, dikte ettirici ve zorba bir ABD ile dünya karşı karşıya gelmiştir. Bu şartlar altında ABD’nin yeni başkanı seçilen Barac Hussein Obama ilk iş olarak bütün dünyada artan, Müslüman ülkelerde ise zirveye vuran Amerikan aleyhtarlığına karşı harekete geçmiştir. Obama bu bağlamda ilk ziyaretini Türkiye’ye yapmıştır. İstanbul’da “Ezan” a saygı gösterdiğini belirten tavır sergilerken, Kahire’de de konuşmasına “Selamun Aleykum” diyerek başlamıştır. ABD Başkanı, Kahire’de ailesinden de Müslümanların olduğunu ve kendisinin sabahları ezan sesleri dinlediğini ifade etmiştir. Yine Obama Ankara’da “ABD, İslam’la asla savaşta olmaz”sözüne Kahire’de bir ilave daha yaparak “İslam, ABD’nin bir parçasıdır” demiştir. ABD Başkanı bu bağlamda “İslam’a yönelik ön yargılarla da mücadele edeceği”ni söylemiştir.
Obama, “Hiçbir ülke, başka bir ülkeye zorla bir yönetim şeklini kabul ettiremez” diyerek, bir zamanlar İslam ülkelerini yeniden dizayn etmeyi amaçlayan BOP’un ve kadife devrim finansörlülüğünün de öldüğünü resmen ilan etmiştir.
Dayatan değil danışan olmak!
İşin özü ABD Başkanı, söz ve tavırlarıyla uluslararası ilişkilerde patron değil partner; dayatan değil danışan bir anlayış içinde hareket etmeyi düşündüğünü ortaya koymuş olmaktadır. Bu önemli bir gelişmedir. Zira daha önceki başkanlar, Müslüman ülke yöneticilerinin bağlılıklarını kazanmaya çalışırlardı. Obama ise ABD’nin güvenliğinin Müslümanların güvenini kazanmaktan geçtiğini kavramış gözükmektedir.
Kuşkusuz ABD Başkanının bu söz ve tavırları, barış ve insanlık adına alkışlanmayı hak etmektedir. Ancak ABD’nin İslam Dünyasında sözle düzelmeyecek kadar derin izleri vardır. Bir anlamda Başkan’ın özrü kabul edilebilir ama bu, Irak’ta ya da Afganistan’da katledilen bir milyonu aşkın insanı ya da Ebu Gureyb/Guantanamo hapishanesinde çiğnenen insanların onurunu geri getirmeye yetmez. ABD Başkanı’nın, bu konuşmasıyla medeniyetlerarası güven ortamını sağlamaya ve atılan köprüleri tamir etmeye niyetli olduğu anlaşılıyor. Ancak gerçekçi davranarak “bunun bir gecede olamayacağını” da kendisi söylüyor. Aslında Obama, Bush’un yıktıklarını yapmak zaman alacak demeye getiriyor. İnsanın aklına Obama’nın Başkanlık süresinin bu tamire yetip yetmeyeceği, sorusu geliyor. Kuşkusuz ABD demek Başkan Obama demek olmadığını da Müslüman ülkelerin bilmesi gerekir.
Obama’yı Napolyon’la mukayese etmenin çok da isabetli olmadığı söylenebilir. Ancak her ikisi de bir yönüyle aynı şeyi yapmıştır. İslam dinine saygı belirten cümleler kullanarak, Müslümanların kullanılabileceğini düşünmüşlerdir. Obama’nın konuşması sırasında ve sonrasında Müslümanlardan yükselen alkışlar her iki emperyalist ülke liderlerinin çok da yanlış düşünmediklerini ortaya koymuştur. Müslümanlar, Obama konuşurken onun bir anda dinî değil siyasî bir figür olduğunu unutmuştur. Sonuçta Obama, ABD gibi dünyanın halen tek küresel ve en büyük işgalci ülkesinin başkanıdır.