“Mütarekeciler”in “Apo’yla barış” bayramı
Ekrandan “Diyarbakır’da devletin teröre diz çöküşünü” belgeleyen o görüntüler akarken, yazıişlerindeki arkadaşlarla emin olduğumuz tek şey vardı:
Ertesi günün manşetleri.
Medyanın -her biri kendi Olympos’unun Tanrısı- herkesten güçlü, kudretli, dünyaları yıkıp yerine yenilerini kuracak güçte, cengâver, lafa gelince mangalda kül bırakmayan, sözüm ona “bağımsız” genel yayın yönetmenleri, sağolsunlar mahçup etmediler sahiplerini (sahip dediysem kurumlarını yani);
Eksiksiz hatta fazlasıyla yerine getirdiler “görevlerini” .
Hürriyet “patron” dan gelen “barış dili” talimatına uyup “Diyarbakır barışa durdu” dedi. Aynı talimatla çıkan Radikal nispeten daha gerçekçiydi:
“Bir eşik aşıldı” .
Milliyet’in tercihi “Diyarbakır barış dedi” ydi.
Sabah’a “hepsi” yahut “hepimiz” (iki türlü de okunabilir) konuşma yetkisini kim verdiyse artık, “kimlik dayatması” na kalkıştı:
“Hepimiz barışız”.
Akşam’a göre “Diyarbakır sözünü tutmuştu” !
Vatan “Nihayet sağduyu” , Birgün “Amed’de barış denizi” , yıllarca milliyetçi-muhafazakar insanların desteği ile ihya olan Türkiye “İsteyince oldu” , Yeni Şafak “Çözüm umudu ilk sınavı geçti” , Star “Herkesin gönlü barıştan yana” , Bugün “Siyah beyaz mesaj” , Habertürk “Bu sefer olacak galiba” , Taraf “Türkiye barışa hazır” başlığıyla çıktı.
Son dönemde mesaisinin büyük bölümünü “PKK işbirlikçisi” ilan ettiği kimseleri hedef göstermeye ayıran Yeni Akit de korodaydı:
“Diyarbakır’da korkulan olmadı” . Adını özellikle tırnak içinde yazıyorum “Cumhuriyet” bile (Bu bilenin takdirini o gazetenin bu ülkenin birliğinden, bütünlüğünden, Atatürk ve teşkilatlandırdığı Türk Milleti’nin mücadelesi ile kurulan Cumhuriyetin değerlerinden/ilkelerinden yana olan okurunun takdirine bırakıyorum) Türkiye Cumhuriyeti’nin cenaze namazını kılmaya koşan güruha bel bağladı:
“Artık barış zamanı”.
***
Dışı böyle de içi farklı mıydı?
“Azman”ı, “Dönek”i, “Çakal”ı, “Postacı”sı; güvercinin envai çeşidi kanat çırptı sayfalarında...
Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş ve Can Dündar tabutların “PKK paçavrası” na sarıldığını gizliyor, Mehmet Tezkan mesajı “samimiyet” olarak yorumluyordu!
Güngör Mengi “barış konuşurken Kandil’in vurulmaması gerektiğini” savunuyordu. Ama Cengiz Engizek adlı polisimizin Mardin’de PKK saldırısı sonucu şehit oluşunun hesabını soran yoktu! Kandil’e, PKK kamplarına, terörist ölülerine/dirilerine kalkan olan kalemlerden hiçbiri kendisini bu ülkenin karakollarına, sınırlarına, evlatlarına siper etmiyordu!
Fehmi Koru Diyarbakır’da çekilen fotoğrafa güvenmek gerektiğini söylüyor, İhsan Dağı iktidara “Sen bakma anketlere bu yolda devam et (Erdoğan’a bayıldığından değil herhalde!)” gazı veriyor, Yalçın Akdoğan “barış umudunu arttıran bu manzaradan sonra üstlerine düşenin hayırlı sona odaklanmak” olduğunu ilan ediyordu.
-Birand’ın ölümünün yarattığı sarsıntıdan olmalı- Cengiz Çandar medyanın çabasının “maymun gözünü açmasın” diye olduğunu kavrayamamış ateş püskürüyordu:
“Bu sansür, habercilik gaflet ve ihanetidir!”
En acıklısı Fikret Bila’nın Çin’den geçtiği yazıda saklıydı:
Kılıçdaroğlu, Diyarbakır’da “büyük bir olay” olmamasından duyduğu mutluluğu anlatmıştı!
***
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, topraklarının bir bölümünü, terör örgütü ve onun siyasallaşmış militanlarının kontrolüne bıraktı!
Daha “büyük” ne olacaktı!
***
Güvercin uçuşuna geçen arkadaşlar hatırlar mı bilmem ama “Sevr” de “barış”tı. Literatürde adı “Sevr Barış Antlaşması”ydı.
Ülkenin dört bir yanını işgalcilere pay ettiği gibi “Fırat’ın ötesini” de -Kürtler’e bir yıl sonra Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık başvurusu yapma imkanı vermek suretiyle- İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyona teslim eden bu “barış” da;
Erdoğan’ın bugünkü “Ben görüşmüyorum MİT görüşüyor, devlet görüşüyor” mantığına benzer şekilde “Vahdettin değil de, Damat Ferit tarafından” imzalanmıştı!
Peki bu devleti kuran irade; Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi bu “barış”ı imzalayanlara ne yaptı?
Emin olun ayakta alkışlamadı!
O “barış” bu vatanın hiçbir köşesinde “bayram” olarak kutlanmadı.
Aksine “yırtıldı” atıldı!
İmzacıları Meclis tarafından, resmen “vatan haini” olarak damgalandı!
***
Bu coşku “savaşın bitişi(!)” için ise;
“Mondros” da bir savaşı, hem de cepheleri neredeyse bütün dünyaya yayılan gerçek bir savaşı bitirmişti!
“Silahlar susmuş”tu!
Adı “Ateşkes”ti!
Osmanlı bu “ateşkes” ile yıkıldı!
Anadolu’nun dört bir yanı bu “ateşkes”e dayanılarak işgal edildi!
Atatürk “savaş bitiren, silahları susturan bu barış”ı bakın nasıl nitelendirmişti:
“Osmanlı Hükümeti bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeğe muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilası için onlara muaveneti(yardımı) de vaad eylemiştir.”
Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Galip bu “barış” günlerinde “esir olmamak için intihar” etti!
Kaymakam Kemal Bey ve Nusret Bey’ler İstanbul’un bu “barış” günlerinde idam edildi!
Bu ülkenin Mithat Şükrü Bleda, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Yunus Nadi gibi aydınları bu “barış” günlerinde Bekirağa Bölüğü’ne hapsedildi!
Malta sürgünleri “barış” günlerindeydi!
“Dindar nesil” yetiştirmek için yanıp tutuşanlar ilgilenir belki;
Bu ülkenin gencecik kızları, İstanbul’un balo salonlarında, bir avuç menfaatperest tarafından bu “barış” günlerinde “işgalcilere” peşkeş çekildi!
Ve bu millet “kurtuluş” mücadelesine ne hazindir ki bu “barış” günlerinde girişti!
“Barış” ın böylesi madem dün medyanın yaptığı gibi bayram edilecek bir şeydi; Mustafa Kemal gibi bir deha ne diye kellesi koltukta İstanbul’u terk edip Anadolu’ya geçti?
Aklını peynir ekmekle mi yemişti?
Rahat mı batmıştı?
***
Siz istediğiniz kadar “barış” deyin;
Ben önceki gün, Atatürk’ün bahsettiği “gaflet, dalalet ve ihanet” i ilk defa bu kadar yakından, bu kadar net gördüm Diyarbakır’da!
Devletin tıpkı yukarıda andığım “barış” lardaki gibi topraklarının bir kısmından çekildiğini gördüm; işgalcilere, isyancılara terk ettiğini!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğünün cenaze törenini!
Büyükşehir Yasası’ndan sonra bir de Avrupa Yerel Yönetim Şartı’na konulan şerh kalktığında kurulması planlanan düzeni!
***
Siz buna “barış” diyorsanız;
Ben size “gazete” diyemem bundan böyle;
“Perde” derim, “pranga” derim, “bant” derim, “yağdanlık” derim, “hançer” derim ama “gazete” diyemem!