Mustafa Kemal’in Askeri...
Bir gönül dostu “Mehmedi, Mehmet’e anlatmak olmaz... Mehmedim duyarsa ağlar” demişti. Muzaffer Tekin’i anlatmaya çalışırken aynı duygular içindeyim. Hayata tutunabilmiş ve yazdığım satırları okumuş olsa sessizce karanlık bir köşede ağlardı. Mahpusta bile mutlu olmanın yollarını bulmuştu. Yıllar önce okuduğu bir kitabı yeniden terennüm edip farklı yorum getirişinden keyif alırdı. Ünlü “Yetmez ama evet” cilere Silivri’de tavır alıp “Sakın o referandum geçmemeli... Kılcal damarlara girişin yolu olarak görüyorlar ki ölülerin bile oy kullanmasını istiyorlar. Aman Yavuz, bizi bırakın sahaya inip milletimizi uyandırın” diyerek tehlikenin farkında olmamız için uyarmıştı. 2012 referandumundan sonra yeniden vardım Silivri’ye. Öfkeliydi... Atatürk’ümüzün damarlarındaki asil kan diye tarif ettiği milletimize bir şeyler olmuş. Yoksa senin yazdığın gibi “hipnoz halinde” mi, diye sorduktan sonra gazete ve televizyonların psikolojik harp metotlarını uyguladığını, Anadolu’yu karış karış gezerek bire bir gerçekleri anlatmamızın zorunluluğunun altını çizdi. Israrlı, “içeride durum nasıl” sorularımı hep geçiştirdi. Mahpus ortamında insani zaaflardan hiç bahsetmedi. Eşi Müge Hanım’ın Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektubu kabul etmeyerek öfkelendi. O günkü tepkileri bende gizli kalsın! Kıbrıs’ın kurucusu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın vefatına çok üzülmüştü. Beton duvarlar arkasında Kıbrıs, Ege, Karadeniz ve Türkiye üzerine oynanan oyunları özetlemeye çalışırdı kısıtlı görüş gününde...
12 Eylül ve 28 Şubat döneminde ordudan atılanların haklarının iade edilmesi yasasından faydalanmıştı. Yüzbaşı rütbesiyle atıldığı orduda artık “emekli albay” statüsünü kazanıp, emekli maaşı bağlanmış, orduevlerine giriş kartı verilmişti. Kendisi içeride olduğu halde ailesini düşünüyor, eşi ve biricik kızı karşısında itibarının iadesinden buruk sevinç duyuyordu. Her duruşma pırıl pırıl, temiz, jilet gibi ütülü kıyafetlerine bir yenisini eklemek için heyecanlanmış, yeni bağlanan emekli maaşı ile yeni bir takım elbise sahibi olmanın hüzünlü mutluluğunu paylaşmıştı benimle.
Meşhur Ergenekon Davası’nın karar günü malûm heyetin yağdırdığı haksız cezalar karşısında gülümsedi. Tahliye kararı alanlara sarılıp, tebrik ederken içim yandı. Silivri duvarları dışında polisin gaz bombaları sesleri gelirken göz göze geldik. “Aslan yürekli kardeşim üzülme!.. İki müebbet ile 117 yıl az gelir bana... Bin yıl sonra da burada dim dik duracağız! Günü geldiğinde hesabını soracağız” sözleri ile el sallayarak hücresinin yolunu tuttu.
O’nun “Aslan Yürekli Kardeşim” kitabında detayı aylar sonra öğrendim. İlk defa Kıbrıs’ta teğmen rütbesindeyken Takım Komutanı olarak Zafer Tepe’yi ele geçirebilmek için emrindeki askerlere hitaben söylemiş. Sonra Tuzla’da genç teğmenlerin Bölük Komutanı olarak yağmurda, karda eğitim verirken motive etmek için kullanmış o cümleyi...
Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, geçtiğimiz günlerde sınıf arkadaşı Tekin için “Şövalye ruhlu silah arkadaşım” mealinde yazdığı veda yazısını bilmem okudu mu? Muzaffer Tekin’in sınıf arkadaşları arasında şimdi Kuvvet Komutanlığı makamında oturanlar da var. Ergenekon-Balyoz kumpasında en ağır mağduriyeti yaşayan asker olan Muzaffer Ağabey için imamın “Hakkınızı helal ediyor musunuz” sorusuna “Helal olsun” cevabını verenler bilmem gece başlarını rahatça yastığa koyabilecek mi? Onlar helal etse de Yüzbaşı Muzaffer, hakkını sözde o silah arkadaşlarına helal edecek mi?
Muzaffer Tekin, kelimenin tam anlamıyla “Mustafa Kemal’in Askeriydi...” Ve gerçekten subay ve centilmendi... Ruhu şehitler katında uçmağa vardı...