Türkiye Büyük Millet Meclisi 17 Şubat Şubat 1926’ta Medeni Kanun Tasarısı’nı oy birliği ile kabul etti.
Bu kanunun geçtiği günü akşamında Cumhuriyet’in kurucusu ve vatanın kurtarıcısı büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, şu cümleleri kurdu:
"Adam İngiliz’in dokuduğu kumaştan elbiseyi giyiyor. Alman malı lokomotifin çektiği trene biniyor. Namaz vaktine ne kadar kaldığını cebindeki İsviçre malı saate bakarak kestiriyor. Odesa''dan getirilen Rus unundan yapılma ekmek yiyor ama şapkayı giyince kâfir olacağını sanıyor."
Yazar, Turgut Özakman, Cumhuriyet-Türk Mucizesi kitabının 2. cildinde o anıyı şu cümlelerle anlatıyor:
“Trabzon’da Türk Ocağı salonu…
Tatlı tatlı konuşurlarken bir klakson sesi duyuldu.
Susup dikkat kesildiler.
"Bu havada kim olabilir?"
"Ve bu saatte?"
Mahmut Esat Beyin hanımı Gazinin gelebileceği ümidine kapılarak, “Acaba." diye kekeledi.
Yakup Kadri Bey güldü:
“Hiç hayale kapılmayın. Öyle sürprizler ancak peri masallarında olur."
Kapıya vuruldu.
Leman Hanım kapıya bakmaya koştu.
Açmadan seslendi:
“Kim o?" Bir hanım sesi duyuldu:
"Tanrı misafiri” Leman Hanım merakla kapıyı açtı.
Kapının çerçevesi içinde Gazi Paşa, Salih Bozok ve eşi Pakize Hanım vardı.
Gülüyorlardı.
Leman Hanım şaşkınlıktan donup kalmıştı.
"Bizi içeri davet etmeyecek misiniz?"
"AA ah buyurun, affedersiniz, buyurun lütfen."
Herkes koşuştu. "Mahmut Esat Bey’i evinden aramıştım. Burada toplanıldığını öğrenince kıskandım, Salih’le eşini alıp geldim. Medeni Kanun’u mu kutluyorsunuz?"
"Evet."
Gelirken koca bir tepsi börek getirmişti.
Tepsi daha sıcaktı.
Soba gürül gürül yanıyordu.
Mutluluk içinde Gazi’yi dinlediler:
“Adam İngiliz’in dokuduğu kumaştan elbiseyi giyiyor.
Alman malı lokomotifin çektiği trene biniyor.
Namaz vaktine ne kadar kaldığını cebindeki İsviçre malı saate bakarak kestiriyor.
Odesa''dan getirtilen Rus unundan yapılma ekmek yiyor ama şapkayı giyince kâfir olacağını sanıyor.
Bu karanlık, donmuş, hasta kafayı yenmemiz gerek.
Çünkü bir an dalsak, bu kafa devreye girer, halkı yine kendine benzetmeye, orta çağa çekmeye kalkışır.
Onun için yarımız uyusak, yarımız uyanık durmalıyız."
Konudan konuya atladılar. Her sorun çözülmüş gibi huzur içindeydiler.
Gazi, “İç ya da dış deliler başımıza iş açmazlarsa." dedi,
“Türkiye dört-beş nesil sonra, çiçek gibi, misk gibi bir memleket olur.
Bir haber vereyim. Ankara ve İstanbul’da radyo istasyonları kurmak için görüşmeler yapıyoruz.
Evimizde oturup Münir Nurettin Bey’i ya da Tosça operasını dinleyeceğiz."
Peri masalı mutluluğu içindeydiler.
Cumhuriyet ne yapsa beğenmeyen, bir kulp takan, sinirlenen eskiciler, bu şeytan aletini evlerine sokmamak için direneceklerdi.
Ama yenilik dağları deviriyordu.
Radyo bu evlere de girecek hayata, dünyaya açılan pencere olacaktı.
Kaynak: Turgut Özakman, Cumhuriyet-Türk Mucizesi 2, sayfa 229-230