Mustafa Kemal Afganistan’da "kukla"ları desteklemedi ki!..
Aşağıdaki satırlar “yandaş medyanın amiral gemisi” rolüne soyunan Star’da yayımlandı:
“Ne işimiz var Afganistan’da meselesi cahillik... Mustafa Kemal’in ne işi vardı Afganistan’da? 1920 yılında Abdurrahman Bey’i Kabil’e gönderirken ulusal stratejinin ana noktalarından birini koyuyordu cumhuriyetin kurucusu... Hindistan ve Afganistan Müslümanları’nın Türkler’in Kurtuluş Savaşı’na yaptıkları desteğin öneminin ilerleyen yüzyıllarda da süreceğini bilerek atıyordu adımlarını... O şehitler Mustafa Kemal’in üniformasını taşıyorlar ve bundan 92 yıl önce çizilmiş bir rotanın takipçileri olarak oradaydılar... Şehit oldular... Arkalarından yapılan yorumlara bakın... Ayıp!..”
Asıl bu satırların yazarına ayıp!
Mustafa Kemal bugün Türkiye’yi idare edenlerin aksine Afganistan’ın emperyalizme karşı direnişine destek vermişti. NATO’nun Afganistan’da olma sebebi “bağımsızlık mücadelesi”ne destek vermek mi yoksa sömürgeleştirmek mi?
Mustafa Kemal Afganistan’da Sivas Kongresinden sonra çıkarılan Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yer alan ifade ile “İngilizlerin dünya egemenliğini sarsacak değerde” mücadele yürüten liderlerle işbirliği içindeydi, bugün Türkiye’yi yöneten zihniyet “Amerikalıların dünya egemenliğinin payandası olmak üzere” Afganistan’da devlet başkanı kılığındaki bir “kukla”yla aynı cephede!
Mezardan Mozart’ı çıkarsan da olmaz
TBMM’ye verilen bir soru önergesi üzerine TRT’de program yapan gazetecilerden sonra, “müzik icracıları”nın da program başına ne kadar ücret aldıklarını öğrenebildik sonunda.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in “kamuoyunda kabul görmüş toplum üzerinde müzik ilgisi ve sevgisi uyandırabilecek saygın ve alanında uzman sanatçılar” dediği program yapımcılarına ve konuklarına ödenen ücretler 125 TL ile 7 bin TL arasında değişiyormuş.
Değil müzik sevgisi uyandırmak, kamuoyunu kör kütük müzik aşığına dönüştürecek yetenekte olsa, insanların çocuklarını ısıtacak bir torba kömür alamadıkları için intihar ettiği bir ülkede, TRT’nin ekranda birkaç saat müzik icra etmeleri karşılığında, kim olursa olsun, isterse mezarından Mozart’ı çıkarıp resital verdirsin onca para dağıtması sinmiyor benim içime...
Diyeceksiniz ki alan memnun veren memnun sana ne!
Kazın ayağı öyle değil işte; o yüzlerce, binlerce liralar büyük oranda her ay bizim faturalarımızdan kesilen TRT payı ile ödeniyor hâlâ!
Türkiye’nin her yanında titizlikle seçilmiş, çok ciddi eğitimlerden geçmiş, kurumdan zaten maaş almakta olan sayısız “TRT sanatçısı” varken sokağa atılan bu paraya hakkımı helal etmiyorum alana da, verene de! Program yaptırmak için “dışarıdan” parayla sanatçı getirecekseniz o kadroların anlamı ne?
Şafak Pavey iyi, güzel, hoş, şirinlik muskası takmış gibi... Hepsine tamam da; o Michelle Obama için kullandığı “dünyanın first lady’si” ifadesi de ne Allah aşkına! “Yeni CHP” Amerikan hakimiyetini bu derece sindirmiş, içselleştirmiş bir parti olacaksa işi hiç ’Sosyalist Enternasyonel’e bırakmasınlar, Tayyip Erdoğan gibi çıksınlar “Solculuk/sosyalistlik gömleğini çıkardık” desinler “anti-emperyalist seçmen” de yönünü ona göre tayin etsin...
Düne kadar “Tanımıyorum” diyordun ne değişti şimdi!
Nazlı Ilıcak’ın Oda tv davasının tutuklu sanığı gazeteci Müyesser Yıldız’a “sevgilerini” gönderdiğini okuyunca kendimi çimdikleme ihtiyacı hissettim;
Rüya mı görüyorum!
Daha düne kadar, CNN Türk’te adını duyduğunda “Müyesser Yıldız kim ben tanımıyorum” diyen Nazlı Ilıcak değil miydi?
Ne oldu da Ilıcak’ın düne kadar “tanımıyorum” dediği Yıldız’a, “Uzun yıllar beraber çalıştığım bir meslektaşım. Yaşadıklarına üzülmemek mümkün değil. Tez zamanda tutukluluk halinin bitmesini dilerim. Ama bu arada, ona da bir hanım arkadaş bulunmalı. Müyesser, ”kedi“ talep etmiş. Yönetmeliğe uygunsa, neden olmasın! Buradan Müyesser’e sevgilerimi gönderiyor ve ”Allah kurtarsın“ diyorum” satırlarıyla destek olma ihtiyacı hissetti bir anda?
Ilıcak’ın hafızasının ışık hızıyla yerine gelmesinde, Yıldız’ın 28 Şubat’la ilgili “anılarında” epey önemli bir yeri olan “Merve Kavakçı olayı” hakkında, Silivri cezaevinden “şimdilik” vurgusuyla yazdıklarının etkisi var mıdır acaba?
Kul hakkının vebalini taşıyorsunuz
Adana’da gencecik bir anne intihar ederek hayatına son verdi. Sebebi geçim sıkıntısı, parasızlık. Kocası başka bir yere çalışmaya gitmiş. Sekiz aydır evin kirasını ödeyemiyorlarmış. İki çocuğu yetim kaldı.
Bir bürokrat bu intihar için normal bir vak’adır demiş... Kesinlikle normal değildir. İslam dininin yardım ile ilgili birçok kuralı vardır:
Bunlardan biri şudur: Hayâlı kimseler yardım istemekten utanırlar. Binaenaleyh komşuları ve sorumlu Müslümanlar (Rahatsız etmeyecek ve üzmeyecek şekilde) istihbarat yapmalı ve o istemeden yardımına koşmalıydı...
Zamanımızda İslam’ın bazı kesin farzları Kur’ana, Sünnete, icmâya, fıkha uygun olarak uygulanmıyor.
Bu kadına zekât verilmesi gerekirdi ama verilmedi.
Çünkü, şu anda ülkemizde zekatları, fıkha aykırı olarak birtakım dernekler, cemaatler, tarikatlar, tüzel kişiler toplamaktadır. Hâlbuki zekâtların gerçek şahıslara (zekât parası veya malın temlik edilerek) verilmesi gerekir.
Yokluktan, açlıktan, sefaletten intihar eden zavallı kadının vebali, hakları olmadığı halde zekât toplayanların üzerinedir.
Zekât parasıyla cami yapılmaz.
Zekât parasıyla hayra hizmet edecek bina, mesela okul yapılmaz.
Şu ana kadar çeşitli zamanlarda zekât ile ilgili hayli uyarı yaptım ama pek faydası olmadı. Ne de olsa işin içinde para var.
***
Zekât paraları bir havuzda toplanamaz.
Zekât paralarıyla (kurulduğu takdirde) Zekât Sandığı Kurumu’nun müdürüne ve personeline maaş ödenemez, işletme, kira, ısınma, nakliye vs giderleri karşılanamaz.
Zekât parası topluyorlar, bununla icabında hela yapıyorlar. Beş yıldızlı lüks fuhuşhanelerde iftar ziyafetleri veriyorlar. Zekât paralarıyla hahamlara, papazlara, patriklere nefis yemekler yediriyorlar. Zekât paralarıyla uçak bileti alıyorlar, beş yıldızlı otellerde kalıyorlar. Zekât paralarıyla şahısların veya cemaatlerin reklâmını ve propagandasını yapıyorlar. Bunların hiçbir şer’an ve ahlaken caiz değildir.
***
Zekâtın hiç şakası yoktur. Hakkı olan zekâtı alamadığı için sefalet ve yokluk içinde intihar eden zavallı annenin vebali hepimizin üzerindedir. Sillenin ne zaman, nereden, nasıl geleceği bilinmez!.. Hak sillesinin sedası yoktur. Bir vurdu mu hiç devası yoktur.
Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete
Zevahiri kurtarma peşindeler
Demek ki mesele Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, basın ve ifade özgürlüğü açısından dünyanın hangi liginde oynadığı değilmiş. Mesele, Türkiye’de söyleyecek sözü olanların özgürlük havasını ciğerlerine çekmenin hazzını ne kadar yaşayabildiği hiç değilmiş... İmajmış.
“Türkiye’nin durumu”nun iyi olmasından ziyade, o durumun dışarıya güzelmiş, hoşmuş gibi yansıtılması... Ve sonra bu imajın ülkeyi yönetenlere sayısız fayda olarak geriye yansıması... 100 kadar gazeteci hapisteyken, dört tanesinin serbest bırakılmasının Türkiye’nin imajına çok büyük bir katkıda bulunacağı umuluyorsa, burada bir biçimde yapılmak istenenin “algı yönetimi” olduğu o kadar açık ki...
Kadri Gürsel / Milliyet
Sarayın adaleti yok
Milliyet Çağlayan’a taşındı.. Adalet Sarayı’nın tam karşısına..
Her gün o yazıyı görüyorum..
Büyük puntolarla yazmışlar.. Avrupa’nın En Büyük Adalet Sarayı.. Binayı gördünüz mü bilmem.. Görkemli.. Saray dedikleri kadar var..
Saray güzel olmasına güzel de, Avrupa birincisi de adalet kısmı nasıl?
‘Adalet’ de Avrupa birincisi mi?
Evet.. Ama tersten!.
AİHM açıkladı; sondan birinciyiz..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Yürek dayanır mı
Gerçekten Allah bu millete sabır versin, hem de bizim ihtiyacımız “normal sabır” değil, “normal dayanma gücü” değil, “evliya sabrı” gerekiyor.. “Haritada yerini göster” deseniz çoğunluğun büyük ihtimalle gösteremeyeceği bir ülkeye, Afganistan’a gönderilen Türk askerlerinden 12’sinin bir defada kaybedilmesine, evlerine dönmek için gün sayan genç insanların dizi dizi tabutlar içinde gelmesine hangi yürek dayanabilir?
ABD’nin Suriye konusunda da ”Siz Müslüman ülke olduğunuz için öne çıkmak Türkiye’ye düşer, bu işi siz daha iyi yaparsınız “ diye Türkiye’yi öne sürme gayreti gibi orada da ” Müslüman olduğunuz için “ diyerek mi razı ediyorlar, nasıl oluyor da biz bunu kabul ediyor ve gencecik askerlerimizin hayatını tehlikeye atıyoruz? 25-26 yaşında, ya bir ay sonra evlenecek, ya yeni evlenmiş veya geride bebekler, çocuklar bırakan şehitleri görüp de bu soruları düşünmemek mümkün değil.. Ruhat Mengi / Vatan
AKP-ABD AŞ Irak bataklığına itemediği Türkiye’yi Suriye’ye sürüklüyor
CIA’yla doğal olmayan temas
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’ye gelen CIA Başkanı David Petraeus ile uzun uzun görüştü. ABD’nin merkezi komutanlığını yapmış, Irak’ta, Afganistan’da komutan olarak bulunmuş bir istihbaratçı ile Başbakan düzeyinde niye görüşülür?
CHP’li Osman Korutürk de tuhaf buluyor bu görüşmeyi:
“Bana doğal gelmedi bu temas. CIA’nın buradaki karşılığı MİT Müsteşarı’dır. MİT Müsteşarı ABD’ye gittiği zaman Obama ile görüşebilir mi örneğin?“
Diplomatik açıdan doğal olmasa da hem AKP’nin güdümlü dış politikasına hem de ABD’nin AKP’yi taşeron olarak kullanma amacına uygun düşüyor Başbakan-CIA Başkanı görüşmesi.
Osman Korutürk, bu çerçeve içine Suriye’nin oturduğu kanısında:
“İktidar, Esad rejiminin kolaylıkla gideceği kanısındaydı. Oysa, tam tersi görünüyor şimdi. Suriye’de Rusya ve Çin’in rolünü çok küçümsediler. Dışişleri Bakanı, Çin ve Rusya’nın, Suriye sorununa yönelik taktiksel yaklaşımları olduğunu ileri sürüyor. Oysa, onların taktiksel değil, Suriye’deki varlıklarının idamesine yönelik stratejik yaklaşımları söz konusu ve sıkıntı çıkaracakları belli.
Bölgede rahatsızlık duyduğu konuları kendisinin değil, başkalarının gücünü kullanarak gidermek amacındaki ABD, şimdi Türkiye vasıtasıyla ne yapabileceğine bakıyor. CIA Başkanı, Türkiye’ye bütün bunları konuşmaya gelmiştir, ama Suriye’de kolaylıkla rejimin değişebileceğini sanırken, bu kadar kolay olmayacağını onların da gördüklerini sanıyorum. ABD’nin politikasının kolaylıkla işlemeyeceği görülüyor. “
AKP-ABD AŞ, Türkiye’yi Irak bataklığına itememişti, şimdi Suriye’ye sürüklüyor.
Işık Kansu / Cumhuriyet
Geçmişin hesabı sorulurken, ortaya MİT soruşturması çıktı. Dünü sorgulayanlar şimdi “Ama MİT terörü bitirmek için çalışıyor, bu sorgulanabilir mi?” diye itiraz ediyorlar. Geçmişin isimleri de aynı şeyi söylüyor oysa. Fark ne?
Can Ataklı / Vatan