Muammer Aksoy ve İdi Amin

Hakkındaki eleştirileri “meyva veren ağacın taşlanması”na yoruyor Nazlı Ilıcak.
O madem “meyva” diyor üretimine, o vakit biz de “arşiv”e değil en yakın “soğuk hava deposu”na gideriz bugün. İşte Türkiye’nin en kanlı mevsiminde serpilen ağacın, damakta “acı” bir tad bırakan “yıllanmış” meyvaları:


Kıvılcımlar kızıl aleve dönmeden..
“Silahlı Kuvvetler’in, iki kere denemek imkanını bulduğumuz iktidarda kalmama eğilimi, Türkiye için gündemdeki tehlikenin, faşizm değil, pervasızca yayılan komünizm olduğunu göstermektedir.”
12 Ocak 1979
“300-400 bin azası olan DİSK’in “Yabancı rejim özentilerini” aksettiren gösterileri elbette müsamaha ile karşılanamaz. Devletten, hürriyetçi demokratik rejimden yana olanlar SOVYET MUKALLİTLERİ karşısında taraflarını açıkça belli etmelidirler.”
10 Nisan 1979
“Bir de çeşitli dernek ve partilere mensup “edepsiz takımı” var. Hani “Hükümet gider POL-DER kalır” diyenler... “Yasağa rağmen, 1 Mayıs mitingi Taksim alanında yapılacaktır” diye konuşanlar. Kongrelerde, üniversitelerde enternasyonal marşını okuyanlar, “halklar kendi dilinde eğitilmelidir” sloganını ağızlarından düşürmeyenler..”
25 Aralık 1979


Demokrasi: Gevşeklik
Sıkıyönetim: düzen

“Sıkıyönetim düzen sağlar, şiddet eylemlerinin kökünü kurutursa umutlar sönecektir... İşte birçok “Demokratik(!)” kuruluş, bu yüzden “sıkıyönetime hayır” diyor. Devleti ele geçirmek isteyenlerin, onun müdafasız, zayıf ve güçsüz kalmasını istemeleri tabiidir.”
3 Ocak 1979
“Unutulmasın ki, demokrasi gevşeklik ve uyuşukluk da demek değildir. Hassas bölgelerde sıkıyönetimin ilanı şarttır. (...) Tahrikçilerin önüne, devlet otoritesinin bükülmez bileği, kanunların kararlı tatbikatçısı olarak çıkar.”
8 Nisan 1979


“Kürde bak”; Hem Mardinli hem Bakan
“Neden 22 Aralık 1977’de Cumhuriyet Senatosu’nda, Kürtlere özgürlük verilsin diyen bir Niyazi Ünsal’a karşı, Halk Partisi tedbir almamıştır. İşte Niyazi Ünsal’ın sözleri: “Türkiye’de Kürt varsa özgürlüğü de olacaktır. Bu nasıl demokrasidir. İnsana ne olduğunu açıklama olanağını vermiyor. Milyonlarca insanı baskı altına alarak asıllarını hiçbir düzen unutturamaz. Unutturmaya kalkarsanız, olayları da durduramazsınız...”
Neden bölücülük propagandası suç sayılmasın?.. Neden, neden, neden... Tek sebebi var: Siyasi taviz... Hükümet dimdik ayakta durmak için vatanın yer yer çökmesine göz yumabilmektedir.
28 Ağustos 1979
“Zaman ve zemin hiç müsait değilken Elçi’nin (Şerafettin) “Ben Kürdüm” diye beyanat vermesi geniş bir müsamahanın neticesidir.”
22 Nisan 1979
“Biri çıkıp da: “etnik-metnik” başlıklı bir makalede “ülkemizde Kürtlere iş vermiyorlar” yazarsa, o fikri zararlı o şahsı da en büyük kışkırtıcı ilan etmemek mümkün mü? “Mardinli olduğu için filan kimsenin işe alınmadığını” yazıyor Refik Erduran. Aman efendim biz Mardinli Şerafettin Elçi’yi bakan yaptık...”
5 Eylül 1979


Muammer Aksoy’a: “Beyaz İdi Amin”
“...Bir hukuk profesörü, hukuk ilkelerine nasıl bu kadar yabancılaştı diye düşünmeyiniz. Muammer Aksoy, 27 Mayıs darbesinin de yanında yer almış, bu fiili duruma verdiği meşruluk fetvasını 1961 Anayasasının başlangıcına yazmıştır. Ölüm cezalarındaki 65 yaş sınırının kaldırılıp, uygulamanın geriye doğru işletilmesiyle Sayın Bayar’ın idamına imkan verecek kanun değişikliğini de tasvip etmiş ve desteklemiştir.
Demokrasiye ters düşen ve hukuk ötesine taşan bir olayın yanında fetvalarıyla yer alan bu kişilikte bir şahsın dünkü beyanatını yadırgamamak mümkün değildir. Siyaset bu defa da Adalet ve Kanun fikrine galip gelmiştir.
CHP’nin altı okundan biri Milliyetçiliktir. Ama bu partinin milletvekili Aksoy, milliyetçilik kelimesine düşmandır. Aksoy’un sözcüsü bulunduğu Anayasa Komisyonu, Kurucu Meclis’te sunduğu ilk teklifte, Anayasa’nın ikinci maddesinde yer alan Cumhuriyetin nitelikleri arasına “milliyetçiliği” koymamıştı. Kurucu Meclisin uyarısı üzerine Anayasa Komisyonu tasarıyı gözden geçirdi ve “milliyetçilik” kelimesini kullanmamakta ısrar etti. Sadece “milli” kelimesine yer verdi:
Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan, milli demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Milli Birlik Komitesi “Milliyetçilik” üzerinde kararlıydı. Bu yüzden, hem komite üyelerinin iştirak ettiği “Kurucu Meclis Karma Komisyonu”nda ortak bir yol benimsendi ve “milliyetçilik”, 2. madde yerine, Anayasa’nın başlangıç bölümüne yazıldı.
Muammer Aksoy M.B.K’ni hissi davranmakla suçlayarak, Kurucu Meclis’te “milliyetçilik” kelimesinin ne anlama geldiğini Almanların büyük ansiklopedisi Brockhaus’tan bir bir saydı; Hitler nasyonalizmini yaşamış bir milletin ansiklopedisinin “milliyetçilik” hakkında müsamahakar olmıyacağı tabii idi. Bu bakımdan profesörümüz seçimini iyi yapmıştı. Aksoy’un bu ansiklopediden aldığı bilgilere göre milliyetçilik şu anlamlara gelmekteydi:
“Milliyetçilik millet fikrinin ve milli şuurun mübalağalı ve müsamahasız, tolerans tanımayan bir tezahürüdür. Mililyetçililik, bilhassa en kesin şekli şövenizm hali ile dünya sülhunu tehdit etmektedir...” (Tercüman’da yayımlanan “Beyaz İdi Amin” başlıklı yazısından) 6 Temmuz 1977

***


Yukarıdaki yazıları okudunuz...
Nazlı Ilıcak’ın Tercüman gazetesinde başyazarlık yaptığı dönemde kaleminden dökülenlerden bazıları...
Daha dehşetengizleri de var! Makalelerini kitap yaptırmış, piyasadan bulunabilir...
Kötü bir tabir ama kaleminden adeta kan damlıyor...
Nihayetinde sert de olsa fikir kavgası.
Şimdi; 12 Eylül yargılamalarının yapıldığı şu günlerde birisi çıkıp, Nazlı Ilıcak’ın (nereden düğmeye basıldıysa) Yeniçağ’ı karalayan mantığıyla “Muammer Aksoy’u hakkındaki “milliyetçilik düşmanı” temalı yazıların nedeniyle hedef gösterdin” derse ne olacak? Bu sorunun cevabını dün Ertuğrul Özkök Uğur Mumcu, Çetin Emeç ve Abdi İpekçi suikastlarını örnek göstererek verdi. (Aşağıda okuyabilirsiniz) Biliyorsunuz Prof.Dr. Mumamer Aksoy 31 Ocak 1990 tarihinde Ankara’da evinin önünde kurşunlanarak öldürülmüştü... Ölümünün 22. yıldönümü olan bugün Aksoy suikastı hâlâ tam olarak aydınlatılamadı!
Ya da başka birisi, yine bu yazıları işaret ederek “işte kara propaganda, işte nefret söylemi, işte provokasyon” derse doğru olur mu?
Hep birlikte bir daha düşünelim.
“Milliyetçi genç vatanını müdafaa için silah çeker” (16 Aralık 1979) diyen Nazlı Ilıcak herhalde gidip ilk gördüğünüz solcu genci kurşunlayın demek istememiştir!



BASINDAN SEÇMELER


Uğur Mumcu’yu kim öldürttü!

RAUF Tamer olabilir mi...
İsterseniz muhtemel başka “azmettiricilerle” devam edeyim.
Mesela Nazlı Ilıcak...
Öteki Tercüman yazarları.
Mesela Ahmet Kabaklı, Ergun Göze...
Her biri Uğur Mumcu hakkında yüzlerce çok ağır yazı yazdı.
Ne komünistliğini, ne şusunu ne busunu bıraktı.
Sizce Türk basın tarihinin en büyük cinayetinin “azmettiricisi” bu isimler olabilir mi...

***


Peki Çetin Emeç...
Sakın onun katillerini de, yıllarca ona yüklenen yazılar yayınlayan Sabah gazetesi “azmettirmiş” olmasın...
Abdi İpekçi...
Sizce onu öldürenlere tahrik lojistiğini kim sağlamıştır?
Mesela onun hakkında çok ağır yazılar yazan Uğur Mumcu olabilir mi?
Türk basınının arşivlerine girip, onun hakkında başkaları tarafından, “Sabetayistinden” şusuna busuna kadar yazılan bütün yazıları okuyabilirsiniz.
Ben ve aralarında Başyazarımız Oktay Ekşi’nin de bulunduğu 10’a yakın Hürriyet mensubu, 1993 yılında Kanlıca mezarlığında bombalı bir suikasttan şans eseri kurtulduk.
Hürriyet’in kurucusu Sedat Simavi’nin her yıl ölüm gününde mezarının başında yapılacak törene, kar yağışı nedeniyle arabamın kayması sonucunda 3 dakika geç gidebildim.
Bir yıl önce konuşma yaptığım yerin tam altına yerleştirilmiş bir bomba saat tam 10’da patladı. Dev bir ağaç yerinden söküldü.
Konuşmayı ben yapacağım için öteki Hürriyet mensupları da beni bekliyordu.
Hepimizi Allah korudu...
Peki bizi öldürmeye teşebbüs eden o canileri kim azmettirdi?
Bana “Özköşk” lakabı takan, liboş, yalaka diye binlerce yazı yazanlar mı? Beni “din düşmanlığı” yapmakla suçlayanlar mı...

***


Yazımda atıf yaptığım bütün isimlerden çok özür dilerim.
Çünkü hepsi de saygı duyduğum insanlardır ve adlarının fantezi olarak bile böyle bir yazıda geçirilmesi büyük ayıptır.
Bu örneği vermemin nedeni, Türk basınında son yıllarda, sadece fikirlerini yazan insanlar için bile, onu şu öldürttü, bunu şu öldürttü gibi çok ağır suçlamaların çıkmasıdır.
Türk basın hayatı, polemikleriyle bilinir.
Bu polemiklerde üslup bazen ağıra da kaçabilir.
Ağıra kaçtığı zaman da eleştirebiliriz.
Ama Uğur Mumcu öldürüldüğü zaman kimse çıkıp da “Onu şu veya bu gazeteci öldürttü” diye bir şey yazmadı.
Yazmayı bırakın, aklından bile geçirmedi...
Ve şu geldiğimiz noktaya bakın.
Bazı kişiler, kendilerini polis ve savcı yerine koyup, yazılar üzerinden iddianameler hazırlıyor. Yargılıyor, hüküm veriyor, infaz ediyor...
Ne diyeceksiniz?
Hayat...
Bakalım bize daha neler gösterecek...
Ertuğrul Özkök / Hürriyet




Sorosçu kayınpeder ile Milli Görüşçü nine

Konumuz siyaset, kaset ve dizayn konusuna gelmişken Başbakan Erdoğan’ın eski basın danışmanı Ahmet Takan’ın medyaya yansıyan iddialarına değinmeden geçmeyelim!.. Bakınız Takan neler yazmıştı:
“Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Mücahit Arslan, Erdoğan’ın yurt dışı gezilerin görmek istemediği gazetecileri bana bildirdi. Bu isimlerin başında Nazlı Ilıcak vardı.(...) Gezilerden birinde (...) Nazlı Hanım bana kapalı zarf içinde bir mektup uzattı. Mektubu Erdoğan’a ilettim. Erdoğan okuyunca öyle kızdı ki sarf ettiği sözlerin ancak bir bölümünü yazabilirim:
Ne yani kocasını milletvekili yaptık yetmiyor mu? Bir de bakan mı yapacağız. Uzak tut beni bundan Ahmet!..”
Modern giyimine rağmen Milli Görüş çizgisinden çıkmayan ve bu sırada hem kendini hem eşini milletvekili yaptıran Ilıcak’ın hırsları çok şaşırtıcı!.. Hiç unutmam, Soros’la ilgili destanlar yazan bir kafası karışık kaz çobanı da; yağdanlıkta parmak ısırtan maharetiyle ve Sorosçu damadının torpiliyle çocuğunu siyasete sokmuştu!.. Sağda ya da solda... Dizayndan rant çıkarmanın iki ilginç örneği!.. Sorosçu kayınpeder ile Milli Görüşçü ninenin arasında ne fark sizce?..
Mehmet Faraç / Aydınlık




Deniz Feneri gerçeğini karartmanı bekliyorum

Dört yıldır öyle işler yapıldı ki.. Doğru, yanlış insanların adalete olan inancı kalmadı..
Deniz Fener’i e.v tarihe..
Bitmeyen soruşturma..
Yazılamayan iddianame olarak geçecek..
Zaten ortada onca iddia, onca karanlık nokta, onca şaibe var.. Savcılar adım atamıyor, atanlar, görevden alınıyor, haklarında hapis istemiyle dava açılıyor..
Adalet Bakanı’na sorsan, biz karışmıyoruz diyecektir.. HSYK’ya başvursan işimiz değil diyecektir..Savcıya sorsan soruşturma sürüyor yanıtını verecektir.. İyi de dört yıl oldu.. Adalet duygusu bırakmadı..
(Nazlı Hanım’dan bu durumun normal olduğunu, konuyu gündeme getirenlerin kötü niyetli olduğunu anlatan bir yazı bekliyorum)
Mehmet Tezkan / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları