MİT’teki “özel” zirvenin perde arkası
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), 85’inci kuruluş yıldönümü kutlamaları çerçevesinde geçen Çarşamba günü Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, askeri erkân ve yüksek yargı organlarının başkanlarına kokteyl verdi.
Sinevizyon, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın konuşmasının ardından kokteyle geçildi ve programın formel kısmı sona erdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MİT yerleşkesinden ayrıldıktan sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve yer yer ilgili bakanların katılımıyla “özel” zirve yapıldı.
Büyük duvarların ardında; özellikle gece saatlerinde yapılan bu çok özel zirveler biz gazetecileri çok kaşındırır. Buralardan haber atlamak da atlatmak da öyle kolay değildir. En ufak bir bilgi kırıntısı sızmayacak olduğunu bile bile kazır dururuz. “Ya nasip” der ulaşabildiğimiz her yere saldırırız. “Belki yanındakine bir şeyler mırıldanmıştır” diye “zirve” ye katılanların birinci, ikinci halkalarına bile rahat nefes aldırmayız.
Bütün bu zorluklara bir de herkesin üstüne çöken “dinleniyoruz” korkusunu ekleyin. Geriye Ankara’nın kafeleri ile buz kesen sokakları kalıyor.
Ne yapalım?..
“Haber kutsaldır” dedik. Bilgi alacağımız kaynak, kafede çay-kahve ve tost önerimizi kabul etmedi. Hatırımızı da kıramadığı için arabalarımızı rahat park edebileceğimiz bir yerde buluşup, cigara içip buz gibi kesen Ankara soğuğunda başladık volta atmaya. “Anlatılanlara göre” bildiklerinden aktaracağım, cevap alamadığım soruları yazmayacağım.
“Uludere olayı ve istihbarat kavgası hâlâ sıcak, MİT’in istihbaratın tek patronu olma isteğinde ve yeni istihbarat düzeninde uzlaşıldı mı” dedim.
“O konu hâlâ sıkıntılı. ’Şu an, şöyle olacak ’ denecek bir duruma hâlâ gelinemedi.Tayyip Erdoğan’ın bile kafası karışık” diye cevap verdi.
Devam ettim:
-Hakan Fidan?
“Geri adım atmıyor.”
-Necdet Özel?
“Soğukkanlılıkla izliyor.”
-Dışişleri Bakanı?
“Hakan Fidan’dan yana.”
-İsmet Yılmaz?
“Erdoğan’ın gözünün içine bakıyor.”
-İdris Naim Şahin?
“Çok sıkıntılı.”
-Sadullah Ergin?
“Köşk ile Başbakanlık arasında sıkışmış.”
Ankara gecesi bu!.. Soğuk adamın iliğine işleyince cigaranın ateşinden medet umuyorsun. Daha özele ineyim istedim;
“İran, Irak, Suriye” diyecek oldum..
“Hepsi değerlendirilmiş” dedi kapattı.
O da çok üşümüştü..
Soğuk, ayak parmaklarımın ucuna o kadar vurmuştu ki, o hırsla, “Onca saat havanda su mu dövdüler? Bu isimler Uludere kavgasının ardından ilk kez biraya geldiler” diye feryat ettim.
Soğuk onu da bezdirdi ki;
“Bak!.. Güneydoğu’da süren etkili operasyonlardan sonra güvenlik ve istihbarat birimlerine Nevruz’da terör örgütü PKK ve sivil uzantılarının bugüne kadar görülmemiş düzeyde olay ve ayaklanma hazırlığı yaptıklarına dair bilgiler geliyor. Bu geniş kapsamda değerlendirilip görüşülmüş. Devletin tepesinde alarm var” dedi.
-Devamı?..
“PKK-KCK’ya ve sivil uzantılarına yönelik operasyonlar artırılacak”
Tam bu satırları yazarken, televizyonda son dakika haberi gözüme ilişti:
“KCK’da yeni dalga. Leyla Zana’nın evi aranıyor” ...
Ardından internete peş peşe KCK’ya yönelik baskın ve arama haberleri düştü.
“Gazetemizin bir de haber kanalı olsaydı da sabah erken saatte elimdeki şu bilgileri patlatsaydım” diye içerledim. Yapılacak bir şey yok. Yazılı basının da talihsizliği bu işte.
Soğuk havadaki “sıcak” muhabbetten son bilgi:
“Suriye’de MİT’in bazı elemanlarının Esad tarafından içeri attırıldığı ve hâlâ bırakılmadığı iddiaları var. Gündeme gelmiş midir” diye sordum.
Yüzüme dik dik baktı;
“Askerden de var diyorlar ama zirvede görüşülüp görüşülmediği konusunda benim kulağıma bir şey gelmedi” şeklinde bir cevap verdi.
Beşşar Esad’ın elinde olduğu iddia edilen istihbarat ve güvenlik elemanlarımızın sayısı hakkında farklı rakamları teyit ettiremediğim için yazmıyorum.
“Bu ayazda bu kadar sohbet yeter” dedik. Arabama atlayıp sıcak bir çay içmek için en yakın yerdeki kahveye gidene kadar duyduklarımı kendi kendime tekrar ederek ezber yaptım. Sizin nasibinize de bunlar düştü..
Önemli analiz
Tam yeri gelmişken, yıllarca terör bölgesinde komutanlık, yurtdışı sıcak bölgelerde de görev yapmış emekli bir asker dostumun son olaylar üzerine analizini sizlerle paylaşacağım:
“Terörle mücadelede hep bir söz vardır. Bu işin içinde olanlara, bu mücadeledeki hedefiniz nedir diye sorulduğunda verilen cevap ‘hedefimiz terör örgütünü marjinal hale getirmektir’ şeklinde olur. Nedir marjinallikten kasıt? Örgütü sıradan bir hale getirerek faaliyetlerini minimuma indirmektir. Türkiye’de PKK terör örgütüne gelinceye kadar aynı ideolojiyi benimsemiş örgütler yok muydu? Vardı. DHKP-C, TKP-ML-TİKKO gibi örgütlerin geçmişine baktığımızda çok aktifken bugün marjinal hale geldiler. Demek ki devlet bunlarla mücadele uygularken doğru yöntemler kullandı. Peki, PKK terör örgütüne karşı uygulanan yöntemlerde ne hata yapıldı. Bir başka deyişle PKK neden marjinalleştirilemedi? Kürtçülük derseniz bu felsefeyi benimseyen en azından halkların kardeşliğinden bahseden örgütler de vardı geçmişte ama, bugün baktığımızda bunlar silindi gitti. O zaman sorumuz şu; PKK neden marjinalleştirilemedi?
Birincisi mücadele topyekûn yürütülemedi. Devlet kurumları arasındaki kopukluklar örgüte yaradı. İkincisi; örgütün ağırlık merkezi diye nitelendirdiğimiz noktalar üzerine gidilemedi. Terörle mücadele, teröristle mücadele olarak algılandı. Herkes kelle hesabı yaptı. Öldürülen ve yakalanan teröristler başarı için baz alındı. Terör örgütünün başı yakalandı, ondan faydalanmak istedik, o bizden faydalandı. İçeride bile devletin kendisine sunduğu imkânlarla mesajlarını örgüte iletti, kadroya hakim olmaya devam etti. Dağ kadrosundan sıradan teröristi öldürmek yerine Merkez Komite üyeleri dediğimiz teröristlerden kaç tanesi saf dışı bırakıldı. Beyin takımı yok edilemedi. Örgüte dış destek sağlayanlara gereken ders verilemedi. ABD ve AB’den medet umuldu. Örgüt bu ülkelerde serbestçe faaliyetlerine devam etti. Dağ kadrosuna katılımı önleme konusunda yetersiz kalındı. İstihbarat birimleri arasında eşgüdüm sağlanamadı. Güvenlik güçleri taktiklerini değiştiremedi. Terörist başının yakalanması ile 1999-2004 yılları arasında dağlarımızda hâlâ terörist var iken silahlı mücadeleye ara verildi. Bu direktifi kim verdi? Bu arada kazanılan tecrübe kayboldu. Tecrübeli personel pasif görevlere atandırıldı.Yeni çıkarılan yasalarla güvenlik güçlerinin terörle mücadeledeki inisiyatifi kırıldı. Hata yapıp da mahkeme korkusuyla bölgeye gidenler sadece verilen emirleri icra etmeye başladılar. Halbuki terörle mücadele çıkan fırsatlardan faydalanmaktır. Sonra ne oldu? Örgüt tekrar mücadeleye başladı. Siyaset ne yaptı? Bu işi çözerim diye taviz üzerine taviz verdi. Ama her tavizden sonra örgüt yeni taviz istedi. Verilmeyince tekrar teröre başvurdu. Siyaset bölgedeki halk ile ortak paydadır diye dini argümanları kullandı. Ama o da fayda etmedi. Örgüt benzer argümanlarla ortaya çıktı. İdeolojisinde dini reddeden örgüt, dindar kesildi. 1993 yılına bakıldığında bölgede örgüte müzahir olan sayı 400 bin civarında iken bugün, 2 milyonlara geldi. Şimdi anladınız mı örgüt neden marjinalleştirilemedi?”