Mısır’da Müslümanların kontrolü sorunu!
Soğuk savaş yıllarında “komünizme karşı İslam”, ABD’nin uyguladığı temel stratejiydi. Sovyetlerin çökmesinden sonra ‘İslam’a karşı İslam’ stratejisi devreye sokuldu. Bu strateji bir yandan Şii ve Sünni İslam, diğer yandan da geleneksel (radikal) ve ılımlı İslam olarak düşünülmüştü. “Medeniyetler arası çatışma”, İslam ile Yahudi/Hıristiyan ayrışması üzerine kuruluyken medeniyet içi çatışma da İslam’ın değişik mezhepleri ve anlayışları üzerine bina edilmişti.
Asıl hedef İslam’dır!
Olgunun geçmişi vardır. “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” isimli kitapta ABD’nin ikinci dünya savaşının arkasından asıl hedefinin “İslam Dünyası” olarak belirlediğini, “Vietnam” ya da Komünizm gibi olayların sadece “geçici olaylar” olduğu iddiasında bulunulmaktadır.(1) Yapılan analize göre 1950’li yıllarda Toynbee, gelecek yüzyıldaki asıl savaşın komünistler ile kapitalistler arasında değil, Hıristiyanlar ile Müslümanlara arasında olacağını daha 1950’lerde öngörmüştür... ABD, dünyanın kontrolü için o sıralarda kendisine engel gördüğünden SSCB’yi hedef almıştı. Sovyetlerin 1950’lerde bile daha fazla zamanının kalmadığı bir çok mahfil tarafından bilindiği iddiası iler sürülmektedir. ABD/SSCB’nin din, inanç, ideolojik yaklaşımlarının arkasında bir temel, bir öz olmadığını; tarih, ruha ve yüce bir güce inancın gerekli olduğunu bunun da Müslümanlarda çok daha yüksek olduğu ilgili kaynakta belirtilmektedir.
Bugün Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da meydana gelen olaylar bu büyük tablonun içinde görülmelidir. Burada temel sorun, Mübarek ya da Bin Ali’nin baskıcı rejimleri değil İslami akımların denetimi sorunudur. Daha doğrusu İslam’ın denetlenmesi sorunudur. Nitekim Morton Abromowitz ve Marc Grossman gibi diplomatlar, Graham Fuller gibi CIA uzmanları, Ian Lesser vb. ABD’de radikal İslam’ın yayılmasını önlemek için “ılımlı İslam” modelini bu nedenle ortaya atmışlardı.
İsrail’in haklı korkusu!
Unutmamak gerekir ki, ayaklanma ve isyanlar, Başkan Bush dönemindeki Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesinin kapsadığı coğrafyada meydana gelmektedir. Ayaklanmalar ister bir proje sonucu isterse spontane olarak meydana gelsin hedefi ABD destekli Ortadoğu rejimlerinin Müslümanlar üzerindeki baskısını kırmaya yönelik olarak şekillenecektir. Bu durum Batı, ABD ve İsrail için olmadık ölçüde yüksek düzeyde risk içermektedir.
Bilindiği gibi Ortadoğu’da İslam Mısır’la, İsrail ise ABD ile özdeşlemiş durumdadır. Daha açıkçası Ortadoğu’da İslam’ı ve İslami hareketleri denetlemesinin yolu Mısır’ın denetlenmesinden geçmektedir. Ortadoğu’da barışın yolu da İsrail’den geçmektedir. ABD’nin her şart altında kayıtsız şartsız desteğini alan bir İsrail ile barış yapmak imkânsız denecek kadar zordur. İsrail’in pervasız ve emperyal siyaseti Mısır’da İslam’ı ve İslami hareketleri denetim altında tutan ABD sayesinde mümkün olmaktadır.
Mısır, sıradan bir ülke değildir. Mısır ve dolaysıyla bölgedeki İslami akımlar, zaptü rapt altına alınmadan ya da kontrol edilmeden İsrail’in güvenliğini garanti altına almak mümkün değildir. ABD, gerek bölgedeki petrol akışını garanti altına alacak gerekse de İsrail’in inisiyatifinde bir Ortadoğu barışının yolunun ancak Mısır gibi ülkelerdeki İslami akımların denetim altında tutmasından geçtiğini iyi bilmektedir. İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’deki hâkimiyeti, bir ölçüde Filistin’in yanı başındaki Müslümanların, Mübarek rejimi tarafından baskı altında tutulmasına bağlıydı. Bu nedenle ABD, Mısırdaki İslami akımları denetim altında tutmasına sağlayan Mübarek’in baskıcı rejimini sürekli olarak desteklemiştir.
Bu nedenle Mısır’da isyanın meydana getirdiği doğal akışa, İsrail ve ABD’nin doğrudan ya da dolaylı müdahalesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda Mübarek rejimi için bir geçiş döneminin öngörülmesi söz konusu olabilir. Bölgede ABD ve İsrail gibi hayati çıkarları olanlar, Mısır’da ki yeni rejimin var olan statükoyu değiştirmesine izin vermeyecek bir yapıyı Mısır’a dayatmaya kalkacaklardır.
(1) John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, A.P.R.İ.L Yayınları, Çev; Murat Kayı, Ankara, 2006, S.79