Milliyetçiler iktidar olabilir mi?
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada Cumhubaşkanlığı seçimi üzerine yazdığım bir yazıya ilginç bir yorum geldi. MHP’nin neden bir türlü iktidar alternatifi olmadığı üzerine tartışma yürüten diğer yorumculara şöyle bir cevap veriliyordu o yorumda, kısa ve öz: “Milliyetçilerin tek başına iktidar olması mümkün değil”.
Gerekçe: Dünyanın gidişi ve Milliyetçi düşüncenin yapısı itibari ile MHP’nin gittikçe liberalleşen bir toplumun kahir ekseriyetinden kabul görmesi mümkün değil.
MHP’nin on küsür yıldır seçimlerde gösterdiği inişli-çıkışlı grafik ve AKP’nin galibiyetler serisi camiada iki farklı yaklaşımı gündeme getirdi.
Birincisi “muhalif” cenahtan ki onların fikri belli: Başarısızlık tartışılmalı ve başarısız olanlar gitmeli.
İkincisi ise “iktidar” cenahından. Onların da fikri belli: Tüm iç ve dış oyunlara rağmen alınan oylar başarıdır, buradayız.
Bir türlü seçim başarısı gelmeyince ve kaybedenler gitmeyince bu iki yaklaşım yerini “kaderci” bir anlayışa terk etmeye başladı: Milliyetçiler tek başına iktidar olamaz, ideolojinin doğası bu. Bence en tehlikeli durum bu.
Siyasetin doğası gereği bir siyasi partinin hedefi ülkeyi yönetmektir. Liderinin hedefi de devletin âli makamlarına oturmak olmalıdır. Parti ve liderlerin bunun için hem entellektüel hem de siyasi enerjilerini ortaya koyması gerekiyor.Kalabalıkları ateşleyecek bir heyecana ve enerjiye sahip olursanız, sinerji ortaya çıkar.
Bir siyasi parti bu sinerjiyi yaratabilirse iktidar olabilir. En azından iktidar olma “ihtimali” vardır. Aksi bir tavır, yani yenilgiye entellektüel gerekçe hazırlamak yığınlarda “kabullenme” psikolojisine yol açar. Tabanı bu psikolojiye iterseniz oyunu baştan kaybedersiniz.
HHH
Milliyetçiler açısından diğer bir tehlike ise el’an “muzdarip” olduğumuz durumdur: Kendini “aklama” gayreti. Acı ama gerçek, Milliyetçi camia otuz küsür yıldır kendisini “aklama” faaliyeti içerisinde. Milliyetçi hareket, birilerine “katil”, “kontrgerilla” veya “kavgacı” olmadığını ispat için harcadığı enerjisinin onda birini iktidar projeksiyonunu anlatmaya ayıramayan bir harekete dönüştü.
Diğer siyasi kanatlardan gelen “kasıtlı” nitelendirmeler Milliyetçileri “meşgul” etmeye, onlarda “suçluluk” psikolojisi yaratmaya matuf. MHP “muarızları” ndanMHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye gelen en önemli övgünün “MHP’lileri sokaktan çekmek” olmasıbile “karşı” nın MHP’lilere bakışını gösteriyor: Suçlu ve ıslaha muhtaç....
Bu “suçlama”, MHP’nin üreteceği muhalefeti “pasifize” etme anlamında çok güzel kullanılıyor. Kimi Milliyetçiler bu bakışı kabul ederek “sokağa inmedik” diye sevinirken kimileri de nereden çıktığı belli olmayan “iç savaşçı” imajını düzeltmek için uğraşıyorlar. Tıpkı “ılımlı İslam” projesi gibi “ılımlı MHP” projesi yaratmak isteyen çevrelere cephane taşır gibi “MHP gelirse içi savaş çıkar” iddiasının olduğunu iddia edip bunu çürütmek için mücadele derdine düşenlerin varlığı bu “projenin” başarılı olduğunu gösteriyor.
Politik muhataplarımızdan biri düne kadar Kızıl devrimin taşeronluğunu yaparken, diğeri dünden de yakın “Demokrasi küfürdür!” fetvası ile dolaşırken birilerinin hâla “sandık demokrasisi yönünde ilerlediğimizi göstermeliyiz” demesi nasıl bir halet-i ruhiyedir?
34 yıl önce kurulan cuntanın mahkemeleri bile MHP’lilerden katliamcı, darbeci ve iç savaşçı çıkartamadı. Biz hâla neyi ispat etmeye çalışıyoruz?
MHP’nin sorunu “bizden iç savaşçı çıkmaz, çünkü...” değildir. Bu topraklarda herkes bilir ki MHP 45 yıldır hiçbir kavganın sebebi olmamıştır, mağduru olmuştur. Hiçbir zaman toplumun değerleri ile savaş halinde olmamıştır; onların temsilcisi olmuştur.
Bunu bilmemiz, üzerimize vazife olmayan, muhatabı olmadığımız “savunmalarla” vakit kaybetmememiz gerekiyor. MHP “işine”, yani “iktidar” hedefine odaklanmalıdır. Ne “şedit” ne de “ılımlı” bir muhalefet kompleksi ile değil, “özüne güvenen”, “mâkul, sahici ve millete doğru” bir siyaset tarzı ile yollara düşüp iktidar aramalıdır.