Milli eğitimden, milli zulme...
Alt yapısı hazırlanmadan, yeteri kadar tartışılmadan, bilimsel araştırmalar yapılmadan Milli Eğitim’de dört artı dört artı dört sistemine geçildi. Birileri eğitimde “sistem dörtlük olsun!” dedi ve oldu. Akıllı tahtalar, kamu ihale yasası dışına çıkarılmış satın alma imkânları, tablet bilgisayarlar ve yeni sistem için gerekli yeni binalar derken, eğitim sistemi alt üst olma noktasına gelmiş bulunmaktadır.
Tablet kafasıyla, aklını tahtaya bağlamış yapısıyla ve nihayet futbol taktiğinden çıkarılmış sistemiyle Türkiye’de eğitim, devasa sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Yeni sistem öğretmenleri psikolojik, öğrencileri pedagojik, velileri belirsizlik ve okul yönetimlerini ekonomik/yapısal sorunlarla yüz yüze getirmiş bulunmaktadır.
Günümüz çocukları artık 66 aylık olunca okula başlayacaklardır. Böylece bebekle çocuk, öğretmen ile anne ve ev ile okul birbirine karışmış olacak. Bu durumda bebeksi çocuklar için anne gibi öğretmenlere ve ev gibi okullara ihtiyaç duyulacaktır.
66 aylık çocuklar için, yalnız fiziki ortam değil, aynı zamanda pedagojik eğitim verebilecek öğretmen ile dört dörtlük sisteme uygun müfredatlar da gereklidir. Bakanlığın, yeni duruma uygun müfredat değişikliği yaptığı, buna göre çocukların ilk altı aylık dönemi oyun ağırlıklı olacağı ifade edilmektedir.
Okullara 66 aylık olarak başlayan çocuklar için müfredat ağırlıklı olarak oyun oynayacak yerler olacak. Böylece vatandaş da oyun oynamak için çocuklarını okullara göndermiş olacaktır.
Dört dörtlük sistemin karma karışık hale getirdiği bir yön de öğretmen fazlası, diğer yöndeki öğretmen açığı konusu da devasa sorunların kaynağı haline gelmeye devam edecektir.
Yalnızca İstanbul’da yeni sistem sonrası otomatik olarak 373 bin kayıt yapıldığı, bunun 110 bininin 60-66 aylık çocuklar olduğu ifade ediliyor. Bu çocuklardan yalnız 18 bininin özel okula gideceği var sayılıyor. Kaydı yapılan çocuklardan ne kadarının okula başlayacağı ise bilinmiyor.
Eğitimde dört dörtlük sistem yalnız yazdıklarımız değil, önceden tahmini mümkün olmayan psikolojik, pedagojik, kriminal ve oryantasyon sorunlarına da sebep olacaktır.
Eğitimin ana aktörü olan öğretmenlerin durumu ise bazıları yönünden aile facialarına dönüşmek üzeredir. MEB’in uygulamalarının hangi aile facialarına neden olduğunu öğretmenlerin yazdıklarından anlamak mümkündür: Bir öğretmen şunları yazmış, “22 Ağustos 2012 tarihinde özür grubu eş durumu tayinleri kontenjanları açıklandı. Sınıf öğretmenliğine sadece 10 il açıldı. Eşim Siirt’te ben Sakarya’da görev yapıyorum, ikimiz de öğretmeniz ve 1 yıldır ayrıyız. MEB bize tercih hakkı vermeyip kontenjan açmadığı için, bir yıl daha ayrı kalacağız. Bizim şu an ne kurulu bir düzenimiz ne de bir yuvamız var. Ben eşimden, ailemden bir yıl daha ayrı yaşamaya katlanamayacağım”.
MEB’de yapılan haksızlık ve eşitsizliğin şaheser bir örneğini de yine bir öğretmen şöyle ifade etmiş, “Ben, Eylül 2009’da sözleşmeli öğretmen olarak göreve başladım ve Haziran 2010’da KPSS puanımla kadroya geçtim. 6 Mayıs 2010 tarihinden önce kadrolu olan bütün öğretmenler mecburi hizmetten muaf tutuldular ama biz bu düzenlemeden yararlanamadık. Üstelik bu da yetmezmiş gibi geçen yıl bütün sözleşmeli öğretmenler kadroya geçirildiler ve mecburi hizmetten muaf tutuldular ve ayrıca onlara bize verilmeyen tayin hakkı da verildi. Bizim suçumuz ne ki böyle bir cezaya maruz bırakıldık?”
Milli Eğitim tarihinde öğretmen sorunlarına karşı bu denli kör, sağır, dilsiz ve duyarsız bir iktidara Türkiye ilk defa şahit oluyor. Milli Eğitim Bakanlığı resmen öğretmenlere milli zulüm uygulayan bakanlığa dönüşmüş bulunmaktadır.