Mektup sıradağlarının arasında...

Bir tarafta ABD’nin “Kürdistan projesi”nin dizginlerini “bölgesel odaklar”a kaptırmamak için yeniden sahne alışı, bir tarafta bu ülkenin milliyetperver insanlarına, kurumlarına nefretin daniskasını besleyip sonra da hiç utanmadan hoşgörü pıtırcığı kılığında “nefret suç olsun, yasası da çıksın” diye bildiriler döktürenler, bir tarafta asrın kara mizahı Marmaray ve -bitmemiş projeyi “bölerek” açan AKP kafası sağ olsun- boğazı denizaltından yürüyerek geçen ilk Türkler, duaya duran Japon Başbakan, resmi geçit trenine sığmayınca tercümanı kapı dışarı atarak ilk dakikadan “balık istifi tipi toplu ulaşıma devam” sinyali veren “protokol” , iktidarın zirvesindeki “direksiyon kapma” yarışı ve Gül’ün Erdoğan’a çalımı, Cumhuriyet’i kutlamak isteyenlere gündüz biber gazı fişeği attıranlarla, akşam cumhuriyeti havai fişekle kutlayanların aynı zevat olması...
Yazacak neler var neler...
Ama diğer yanda her gün yenileri eklenen sıra dağlara dönen mektuplar.
Hepiniz şahitsiniz, denedim, cezaevinden gelen her mektuba ayrı ayrı yer vereyim, mağduriyet mi, haksızlık mı, hukuksuzluk mu her ne ise birinci dereceden muhatapları anlatsın istedim. Ama tek tek yayınlamakla olacak gibi değil. Ne yer var, ne de zaman her bir satırı sizinle paylaşmaya. Dolayısıyla “sıkıştırılmış” bir program uygulayalım diyorum bundan sonra.
Bugün Silivri’de cezaevinde tutulan Cemal Temizöz, Bulut Ömer Mirmiroğlu, Recep Yıldız, Hakan Sargın ve Mehmet Ulutaş’a kulak verelim mesela. Ortak özellikleri, isimlerinin, 6-7 Aralık 2010 tarihinde Gölcük Merkez Donanma Komutanlığı’nda yapılan aramada elde edilen 1 ve 10 numaralı CD’lerdeki dijital verilerin imza bloğunda yer alıyor olmasına dayanılarak tutuklanmaları ve haklarındaki yegane delilin üstlerinde ıslak imza bulunmayan o dijital veriler olması.
Beşinin de itirazı aynı:
“Bu CD’ler hukuka aykırı olarak elde edildi, dolayısıyla yargılamada kullanılmamalı, hükme esas sayılmamalıydı.”


***


CMK 134/3üncü maddesi “Bilgisayar ve bilgisayar kütüklerinde el koyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır” diyor. Adli Önleme Yönetmeliği’nin 17 maddesi de “Bilgisayar ve bilgisayar kütüklerine el koyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır. Bu işlem, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanır” diyor.
Gölcük’teki aramada ne yapılmış peki?
Altında Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen, Cumhuriyet Savcısı Ali Haydar, Askeri Savcı Ruşen Karaahmetoğlu ve arama sırasında görevli/ huzurda bulunan 7 askerin imzası bulunan arama tutağından aynen aktarıyorum:
“...İstihbarat Kısım Amirliğindeki karoların sökülmesi suretiyle altından çıkan 1’den 10’a kadar numara verdiğimiz 9’u siyah 1’i mavi poşetler açılarak içinde bulunan malzemelerin tespit ve sayımına geçilerek her bir poşetten çıkan malzemeler için ayrı tutanak tanzim edilme yoluna gidildi.
... 2 No’lu torbada yer alan 5 adet hard diski Donanma Komutanlığı’nın görevlendireceği uzmanlar tarafından imaj işleminin yapılıp asıl suretlerinin askeri savcılıkta saklanması amacıyla 2 No’lu torba Gölcük Merkez Komutanlığı’na teslim edildi...”
Ee ya diğerleri?
Yine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğü’nden 8 görevlinin imzası bulunan imaj alma tutanağına bakalım:
Ondaki kayıt da sadece “2 No’lu çuval içindeki 5 adet harddiskin imajlarının alındığı” biçiminde.
Peki bu durumda, Yargıtay bu subaylar hakkındaki kararında (19. Sayfa) nasıl oluyor da “Dava konusu olaya ilişkin bilgilerin bulunduğu TDK marka 1 No’lu CD, 10 No’lu CD ve 5 No’lu harddiske el konulmuş (...) imaj alma işlemi gerçekleştirilmiştir” diyebiliyor?


***


Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz “yenilenmemiş(!)” Anayasası’nın 38. maddesine göre “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”.
O halde, yukarıda isimlerini andığım subaylar “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan bu delilin CMK’nın 206/2 maddesi gereği ret edilmesi gerekir... Suçla, şüpheli/sanıkla ilgili tüm delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmeleri, yine hukuka uygun yollarla değerlendirilmeleri çağdaş hukukun gereğidir” deyip “karar düzeltme aşaması” nda gereğinin yapılmasını isterken haksız mı?
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun toplanması talepleri, yüzlerce insanın hayatına mal olan bu “detay”lar göz önünde bulundurularak sonuçlandırılamaz mı?
Olmazları olduran bir ülkede olması gerekeni oldurmak bu kadar mı zor?

“1” karacıyla mucize darbe!

Şimdi de Mamak’a gidiyoruz. Dava süresince iki bine yakın yanlışlık, tutarsızlık ve sahteliğin ortaya çıkarıldığını hatırlatan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel, yargılanan 361 TSK mensubundan, Yargıtay kararı ile cezası onanan 237’sinin “kuvvetlere göre dağılımı”nı incelemiş:
“Bu sayının 131’i muvazzaftır. Bunlardan 129’unun 2003’teki rütbeleri üsteğmen-yarbaydır. Bunun, toplam cezası onananlara oranı; yaklaşık yüzde 55’tir. Bu durumda sözde darbeyi yapacaklar küçük rütbedekilermiş değil mi?!)
Peki, bunlardan kaçı meşhur seminere katılmış? Sadece ikisi. Onlar da herhangi bir takdim veya konuşma yapmamış (...) Cezası onananlardan kaçı seminere katılmış biliyor musunuz? Sadece 33 kişi. (30’u emekli)
Malum bu seminere katılan toplam 162 kişiydi. (...) Sadece 52’si yargılandı. Büyük çoğunluğu takdim yapan veya konuşan 19 kişinin de tahliyesi sağlandı.
Ve bu sözde dava benim gibilerin boynuna yıkıldı. Yargıtay 88 kişiyi tahliye ederek, verdiği siyasi kararın toplum nezdinde kabulünü sağlamaya çalıştı. Gelelim işin bomba kısmına. Güya Çetin Doğan ,TSK içerisinde farklı bir yapılanmaya gitmiş. Doğan’ın kuvveti malum; Kara Kuvvetleri... Cezası onanan muvazzafları inceleyince ortaya çıkan rakamlar ise şöyle: Deniz Kuvvetleri’nden 94, Hava Kuvvetleri’nden 18, Jandarma’dan 18 sanığın cezası onandı. Çetin Paşa’nın mensubu olduğu Kara Kuvvetleri’nden kaç muvazzafın cezası onandı biliyor musunuz? Sadece 1...
Yani bu durumda darbe karada değil denizde yapılacak gibi duruyor değil mi?!”
Tahliye edilenlerle cezası onananlar arasında “hukuken” hiçbir fark bulunmadığının da altını çizen Önsel’e göre karar “demokratikleşme paketi” nden hemen sonraya denk getirilerek paketteki netameli konuların tartışılmasının önüne geçildi. Bayramdan önceye denk getirilerek de bayram, mağdur ailelere zehir edildi.
Önsel’in satırlarıyla bitirelim:
“Artık bu ülkede istenildiğinde herkes içeri alınabilir, hayatı karartılabilir. Bu vicdansız, hukuk dışı kararı tanımıyorum. Tarih, Türk milletine kurulan yıkım planlarının iç ve dış komplocular tarafından pervasızca uygulandığını yazacaktır.
Bizi karanlıklara gömen ve üzerimize beton döken bu zalim komplocu hain çete mensupları, bizim çocuklarımız ağlarken çocuklarını gönül rahatlığı ile sevebilecekler mi? Ya bir zamanlarki anlı şanlı komutanlarımız?
Hepsini Allah’a havale ediyorum. Vatan sağ olsun”

Yazarın Diğer Yazıları