Mazlum edebiyatına sığınmak
AKP iktidarı güç yitirdikçe günden güne gerilimi arttırmaya çalışıyor: Düşman yaratmak... Gerilimi tırmandırmak... Mazlum edebiyatına sığınmak... Böylece toplumsal ve siyasal desteği artırmak!
Hem iktidar olacaksın, hem muhalefet yapacaksın... Hem döveceksin, hem “Beni dövüyorlar” diye bağıracaksın...
Hem haksızlık, hukuksuzluk yapacaksın, hem “Bana haksızlık yapılıyor” diye şikâyet edeceksin... Hem yiyeceksin, yedireceksin, hem yoksulluk edebiyatı yapacaksın... Hem demokratik rejimin temellerini yozlaştırmaya çalışacaksın, hem “Demokratik rejimi koruyorum” diyeceksin...
Sahip olamadığın medyayı hem ezeceksin, hem “Bana haksız yere saldırıyorlar” diye şikâyet edeceksin... Hem askerleri vesayet altına alacaksın, hem “Askeri vesayet var” diyeceksin... Yargıyı hem istediğin gibi kullanacaksın, hem de henüz kullanamadığın yüksek yargı için “Jüristokrasi” eleştirisi yapacaksın, yargı vesayetinden yakınacaksın...
Başarısız sözde açılımlar, AKP iktidarını yıprattı... Başarısız dış politika girişimleri AKP’ye karşı dış dünyada güvensizlik yarattı ve verilen desteği zayıflattı... Kamuoyunda tartışılan davalardaki haksızlıklar, hukuksuzluklar, tutarsızlıklar artık herkesin sabrını taşırdı... İhlal edilen bireysel özgürlükler toplumda iktidara karşı güvensizlik ve korku yarattı... Kılıçdaroğlu rüzgârı iktidarı sallıyor... Bunu fark eden iktidar, yeniden gerilimi tırmandırmaya ve mazlum edebiyatına sığınmaya çalışıyor. Sekiz yıldır AKP iktidarının uyguladığı strateji ortada:
Gerilim yarat...
Mazlumu oyna...
Oyları topla!
Ama bu arada sana muhalif olanları sustur, dava aç, içeri at...
Kendi medyanı yarat...
Üniversiteleri sustur...
Herkesi her an her yerde izle, kaydet, teşhir et...
Zulmün en şiddetlisini uygula...
Sıkışınca olmayan tehdit ve tehlikeleri abart...
Menderes’e sığın...
Mazlumu oyna.
Artık kimse yutmuyor bunu...
Sekiz yıldır süren bu oyun artık bıktırdı!
* * *
YAŞ kararları da çıktı...
Bir suni gerilim daha bitirildi...
Şimdi repertuvarlarında ne var
bakalım...
Kabak bu sefer kimin başına
patlayacak?
* Emre Kongar / Cumhuriyet
+++++
AKEPE yargıcı!
Referandum kampanyası Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında düşük düzeyli bir atışma halinde sürüyor. Nedense referandumun özü olan Anayasa değişiklikleri üzerinde pek durulmuyor. Oysa CHP’nin referandum konusunda hazırladığı bir broşür ve o broşürde etkili anlatımlar var. İşte oradan bir sayfa:
“AKP üye sayısını artırarak HSYK’nın da ele geçirmek istemektedir. Bu Kurul, Türkiye’deki tüm hâkim ve savcıların atamalarını yapmaktadır.
Yani AKP, HSYK’yı ele geçirerek tüm yargı sistemini kontrolü altına alacaktır. Böylelikle Türkiye’nin bütün il ve ilçelerindeki hâkim ve savcıların atanması üzerinde siyasi etki sağlamış olacaktır. Yargıyı, yasama ve yürütmenin emrine verecek olan bu değişiklikler, demokrasinin özüne aykırıdır. Bu değişiklikler, haklının değil güçlünün hukukunu koruyacaktır. Bir arsa ya da alacak davası mı var, vatandaş hakkını bağımsız mahkemelerde değil parti teşkilatlarında arar hale gelecektir.
Yandaşın arkası vatandaşın hakkına baskın çıkacaktır...”
Diyor ki CHP... Bir normal vatandaş AKP yandaşıyla mahkemeye düşerse, AKP yandaşı haksız da olsa haklı çıkacaktır. Yargıçlar aynen Nazi Almanyası’ndaki gibi... Birer AKP memuru gibi çalışacaktır... Adil davranan yargıca hayat hakkı tanınmayacaktır.
Kılıçdaroğlu’nun meydanlarda halka öncelikle bunları anlatması gerekir.
* Melih Aşık / Milliyet
+++++
Genelkurmay İkinci Başkanı Aslan Güner, Cumhurbaşkanı’nı 19 Eylül 2007’deki KKTC gezisi dönüşünde karşılamış, ancak Hayrünnisa Hanım’ın elini sıkmamak için protokolü terk etmiş... İddialara göre de Gül, bu olayın intikamını almak için son YAŞ’ta kendisinin Genelkurmay Başkanlığı yolunu kapatmış...
Hukuk devletinde “intikam” olur mu?
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++
‘Askere gol attık’ çocuksuluğu
Peki, Başbakan Erdoğan istediğini aldı. YAŞ’taki krizi artık AKP’ye güvenoylamasına dönüşen referandumda kendi lehine yönelik kullanması için hiçbir engel kalmadı. Ve kullanacaktır da. Askeri dize getirdiğini, kontrolü altına aldığını falan anlatıp duracaktır seçmenlere.
Ne yazık ki YAŞ krizinin sakıncaları, uzun vadede yaratacağı sorunlar dile getirilmiyor ama. Yandaşlar rahat bir nefes aldı ve ’askere atılan golle’ referandum sonucunu garantilediklerini düşünüyorlar.
Referandumun sonucu ne olursa olsun, bu strateji ister ters tepsin ister oy patlamasına neden olsun YAŞ krizinin uzun vadede hepimizin zararına olduğunu kabul etmek zorundayız.
Türkiye’nin kuvvetli bir orduya ne kadar ihtiyacı olduğu hemen her hafta gelen şehit haberleriyle sürekli ortaya çıkıyor. Halihazırda kendi topraklarında savaş veren ordu bir yandan da ’içerideki savaşla’ bölünüyor. Bu çift cephenin asker üzerinde bir konsantrasyon bozukluğu yarattığı da ortada.
12 Eylül’le hesaplaşacağını iddia eden bir iktidarın 12 Eylül öncesi buna benzer bir krizin yaşandığını, sonucunun Kenan Evren diktasına yol açtığını göz önünde bulundurmamış oluşu çok manidar.
Dahası, yargının zamanlaması YAŞ’ta çıkartılan krizin bir ilke savaşı olmadığı, siyasi motivasyonlar beslediği şüphesini ne yazık ki ortadan kaldıramadı. Aksine güçlendirdi. Askerler hakkında YAŞ öncesi verilen tutuklama kararı, bu kararın YAŞ’tan hemen sonra bozulması, İlker Başbuğ’un ailesine yönelik belaltı vuruşlar ve yandaş gazetelerin insansız hava araçları üzerinden askeri vurma çabaları birleştiği zaman...
Ancak ne yazık ki en ufak bir itiraz bile dillendirilmiyor. Ve Türkiye’de bu sakıncaların dillendirileceği sağlıklı bir tartışma ortamı tamamen ortadan kaldırıldı. Mesele sadece hükümetin gazeteler üzerine kurduğu bir baskı ve bu krizin ’Tam fırsat, AKP’yle aramızı düzeltelim’ diye düşünülmesi değil. Kuşkusuz onun da etkisi var. Ama ondan daha da önemlisi Türk aydınındaki asker kompleksi. Bu bir entelektüel hastalığıdır: Askere haksızlık yapıldığında, bu haksızlık çok ortada olduğunda, hukuk çiğnendiğinde bile taraflardan birisi askerse entelektüel illa ki karşı tarafta cepheleşme zorunlu hissediyorlar kendilerini. Türk aydını bu kompleksini yenip çocukluk hastalığını atlatsaydı bugün YAŞ krizinin kamuoyuna yansıması da çok farklı olurdu, herhangi bir siyasi lider de bunu seçim malzemesi yapmayı aklından dahi geçirmezdi.
* Oray Eğin - Akşam
+++++
En iyi vatandaş ölü vatandaş...
2007’de 73 milyon kişiydik. Seçim yapıldı. O günkü resmi seçmen sayımız 42 milyondu. Sonra bi saydılar... Güya 73 milyonmuşuz meğer... Çıka çıka anca 70 milyon kişi çıktık. Bugün, 72 milyonuz. Buna mukabil... Referandum için oy kullanacak seçmen sayımızı açıkladılar, hoppalaa... 49 milyon kişi iyi mi!
Nüfusumuz 3 senede 1 milyon azalırken, seçmen sayımız 7 milyon artmış.
Kişi başı milli gelir, hasta başına düşen doktor, öğrenci başına öğretmen, işsiz sayısı hesaplanırken... Vatandaş azalıyor.
Seçim yaklaşırken... Vatandaş çoğalıyor. Dolar karşısındaki Türk Lirası gibi.
“Dalgalı” vatandaş yani!
İktidar “parti”mizin arz-talep dengesine göre, değişiyor “parite”si.
Dolayısıyla, “ölüler bile evet demeli” lafı boşuna değil... “Zincirlikuyu’da açılan sandık sayısı, Karacaahmet’te oy verme işlemi tamamlandı” gibi ifadeler görürseniz, şaşmayın.
Ve, sakın ola aramayın bi kötülük.
Yoktur eğrilik büğrülük.
Çünkü, o maksatla “nüfus kütüğü”ne “seçmen kütüğü”ne yazarlar bizi... Ki, devleti yöneten arkadaşlar ayırt edebilsin, hangisi “bu nasıl iş?” diye merak eden vatandaştır, hangisi kütük!
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
Başbakan’ın itirafı..
Bizden, bizden olmayan ayrımı yapılıyor diyorduk. Liyakatin yerini biat aldı diyorduk. İşe adam seçmede çok farklı kriterler uygulanıyor diyorduk.. Asla diyorlardı.. Başbakan sonunda itiraf etti.. CHP’ye yükleneyim derken, CHP’yi suçlarken öyle bir laf etti ki bir anlamda şecaat arz ederken sirkatin söyledi. Dedi ki; SHP iktidar olduğu dönemde yargıya 3 binin üzerinde atama yaptılar. Bizim dönemimizde Danıştay, mülakatlara kamera koyacaksın, dedi. Daha önce kamerayla mı yapıyordunuz mülakatı? Demek ki, mülakatlar kamerayla yapılmazsa yanmıştık.. AKP yargıyı adamlarıyla dolduracakmış.. Bilgi, birikim, sınav sonucu hiçe sayılacak.. Her şey kapalı kapılar ardındaki mülakatta belirlenecek. Savcı hâkim alımları böyle yapılacaktı. Kamera olmasa adaylara ne sorarlardı acaba!.. Başbakan şikâyet ettiğine göre, hukuk dışında başka şeyler soracaklardı herhalde.. Ama ne!..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
+++++
Sosyal devlet bir masal...
Devlet olanaklarının, iktidar partisinin sürdürdüğü “evet” kampanyasının hizmetine verildiği haberlerinin gerçek payı nedir, bir bilenimiz var mı? AKP mitingleri için yapılan harcamaların, hangileri Hazine ya da mülhak bütçeden karşılanıyor? Başbakan, kendi anayasasına “evet” denilmesini istemek için gittiği kentlerde, o anayasayı da bir yana bırakarak iki büyük rakip partinin liderlerini hedef alırken, iktidarının hangi yatırımları sağladığını da tek tek sayarak, 12 Eylül oylamasını bir tür “güvenoyu” haline getirmeyi mi amaçlıyor? Öylelikle, 13 Eylül Pazartesi günü ülke gündeminin birinci sırasında yerini alacak olan erken seçim, ya da seçimleri öne alma seçenekleri için ön hazırlık mı yapıyor?
* Orhan Birgit / Cumhuriyet
+++++
‘Hassas liberaller’ aydınlara ne oldu?
Öyle görünüyor ki Başbakan Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisine “Recep Bey” diye hitap etmesine çok sinirlenmiş. Aksi takdirde “Memur Kemal Efendi” ve “Bay Kemal” ifadelerini kullanmazdı. “Memur Kemal” hitabının, ülkemizde maaşıyla geçinmek zorunda olan on binlerce insanı rencide edeceğini fark edince de sözlerini tevil oyluna gitti. “Sen CHP zihniyetinin memurusun” dedi. Bu hitap Başbakan’ın zihninin gerisindeki bir aşağılamaya karşılık geliyor. Böyledir, sonradan zenginleşme, parası olmayanları daha aşağı görmeye yol açabilir. Kendisi memurluk yapmadı ve bisküvi dağıtım işi ile geçimini sağladı, maşallah iyi tüccar olduğu için iyi bir gelir de elde etti. Bu yüzden aydan aya aldığı üç kuruş parayla çoluk çocuğunu okutmaya, doyurmaya çalışmanın ne demek olduğunu bilmemesi normal. Benim ilgimi çeken Başbakan’ın bu hitabına,“hassasiyet gösteren liberal aydınlar”. Bundan çok daha genel bir ifade olan “göbeğini kaşıyan adam”, “bidon kafalı” gibi tanımlamalara demediklerini bırakmamışlardı. Şimdi bakıyorum “tıs” yok!
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++++
Çoklu kuşatmayla karşı karşıya
Yolun ortasında tek başına bir adam düşünün, kefen giymiş olsun. Bundan daha saçma bir görüntü herhalde kefenini giymiş adamın karşısına kravatla çıkmak olmalı. Hilmi Kayıhan da “Kefenini giymiş adamın karşısına kravatla çıkılmaz ki” diyor: “Seçimlere daha bir yıl var, dayanılır dert değil. Hükümet, benzinlikte kibrit elinde dolaşan şımarık bir çocuk gibi; ha yaktı ha yakacak! İtfaiyenin yolları kesilmiş, vanaları kapatılmış sabaha karşı geçen yasalarla. Ne kibriti elinden alacak Anayasa Mahkemesi kalmış ne de ağzına iki tokat patlatacak milli irade! Bunların eline kibriti veren milli irade değil, projenin kibriti onlar. Ülkeyi benzinliğe çevirdiler ve ellerinde projenin kibriti var. Yangına su taşımayı yasaklarken, ateşe benzin dökmeyi özgürlükten saydılar gece yarısı geçen yasalarla. Dikkat edin, çok tehlikeli bir dönemden geçiyoruz. Tek bir çıkış yolumuz var: Kuşatmayı yarmak. Yarmak için de kuşatmayı yapanla aynı giysiyi giymek gerekiyor. Aydın’da bağıra çağıra söylediği o beyaz giysiyi; yani kefenini giymiş adamın karşısına kravatla çıkılmaz ki!
* Deniz Som / Cumhuriyet
+++++
MİNİ YORUM
Tekne orucu
Ramazan geldi hoş geldi...
Bakalım referandum için “umre”yi yasaklayan AKP’liler orucu da gözden çıkaracak mı? Malum orucun özü nefisle mücadele; yani “eli”ne, “beli”ne, “dili”ne hakim olmadan, amiyane tabirle bir tek “gırtlağını tutmakla” olacak iş değil...“Evet” uğruna, insanların, kurumların geçmişlerini, geleceklerini, hatıralarını, duygularını, onurlarını hedef alan uzuvlarına sahip olamayacaklarsa iktidarlılara tavsiyem; tekne orucu olacak...