Mandaterlik sorunu!
Son zamanlarda “örtü” ya da “türban” ile ilgili olarak yapılan iki araştırmanın ikisi de sosyal ve kültürel bir araştırma aşkından doğmuş değildir.
Araştırmalardan ilki dört ay önce yayınlandı. 28 Eylül 2007’de yapılan anket sonuçlarını Radikal Gazetesi yayınlamıştı: Bu anket sonuçları; başörtülü kadın sayısını 4 yılda yüzde 2.8 düştüğünü, her 100 kadından 61’inin örtündüğünü, namaz kılan insan sayısının da azaldığını yazıyor. 22 Kasım 2006 tarihli anketler de bundan pek farklı değildir. TESEV’e göre de; türban takanların oranı 1999’a göre yüzde 4.3 gerilemiş. Bu sonuçlardan yola çıkarak 28 Eylül 2007’de Radikal Gazetesi “Örtülü Kadın Azaldı! Malezyalı olmuyoruz” diye başlık atmıştı. İlk araştırmadan çok değil, dört ay sonra yani bugünlerde Milliyet gazetesinde yayınlanan Konda araştırmasının sonuçları da tam aksini söylüyor. Bu araştırmaya göre, başını örtenlerin oranı son 4 yılda yüzde 64.2’den yüzde 69.4 de çıkmış. Uzmanlar, anketler, başörtülü sayısındaki artışı AKP iktidarına bağlıyorlar. Ancak örtülü sayısı 28 Şubat sürecinde bile azalmadı.
Türbanlı sayısındaki artış, içki içenlerin sayısındaki azalış, oruç tutmayanlar, namaz kılanlar, Ramazanda lokantalar kapalı olması, dini eğitim gibi olguları herhangi bir siyasi organizasyonla ilişkilendirmek hem tehlikeli hem de yanlıştır.
Halbuki bu ülke başörtüsünden daha ciddi, hayati ve önemli gelişmeleri yaşamaktadır: ABD Büyükelçisi Ross Wilson “Yeni Anayasa”, “Güneydoğu”, “Patrikhane” , “Ermeni soykırım” vb.. konulara doğrudan müdahil bir konuma gelmiştir. Terör örgütünün siyasi uzantıları provokatif eylemlerle iç kargaşa çıkarmaya çalışıyor, Irak sınırında ciddi gelişmeler yaşanmaktadır. İktidar partisi sessiz sedasız özeleştirmeleri tamamlıyor ve ülke hızla tek parti diktasına doğru kayıyor. Tartışılması gereken temel sorun bunlardır. Şanlı medya koskoca Türkiye’yi türban takanlara ya da takmayanlara takıntılı hale getirmiştir. Oysa bugün Türkiye’de “kuvvetlerin ayrılığı” neredeyse kalmamış gibidir. Yasama, yürütme ve yargıda AKP’nin tam hâkimiyeti için elden gelen herşey yapılmaktadır. Anayasa, çok yakında iktidarın arzularına uygun hale getirilecektir. Cumhurbaşkanlığı, iktidarla yüzde yüz uyumlu bir makama dönüşmüş durumdadır. YÖK, yakında yüzde yüz iktidarla uyumluların eline emanet edilecektir. Medyanın ciddi bir bölümü, mülkiyet anlamında bile alabildiğine AKP ile sıhri hısım olmuş durumdadır. Muhalefet sinmiştir. Özelleştirmeler yoluyla ülkenin devasa kaynakları AKP yandaşlarının mülkiyetine geçirilmiştir. Devletin iç ve dış bütün makamları “hamdolsun” AKP ile tam uyumlu ellerdedir.
TMSF gerekeni yapmıştır. AKP hızla medya üzerindeki mülki tasarrufunu dolaylı da olsa tamamlamıştır. Hâkim ve savcılarla ilgili değişiklikler de jet hızıyla yasal bir mevzuata bağlanmış bulunmaktadır.
Türkiye’de rejimi türban ve inançlar değil, tek parti hegemonyası ile çoğunluğun diktası tehdit altına almıştır. Türkiye’de gerçek sorun seçilmişlerin krallığının devam edip etmemesi sorunudur. Birileri milletin inanç ve değerlerini sorun olarak ortaya koyarak, kendilerinin yarattığı sorunları gözlerden saklamaktadır. Bu oyuna gelinmemelidir. Bilinmelidir ki, inanç bir emir komuta işi değildir. İnanç bir iklim, ortam, dönem ve önem işi de değildir. İnsanlar iktidarlara göre, yöneticilere göre ya da ortamlara göre inanç değiştirmezler. Toplumu geren, birbiriyle çelişkili anketlerle meşgul edenler ülkenin gerçek gündemini saklamaktadır.
Bugün Türkiye’de türban ya da irtica sorunu yoktur, aksine tek parti diktasına giden bir iktidar ve onun ABD ve AB ilişkilerinde ürettiği mandaterlik sorunu vardır.