Mançurya kobayları
Algı kontrolü operasyonu sürüyor. ‘Sızdırılan iddialar’ öyle güçlü vurgularla sunuluyor ki, bu bombardımana maruz kalan milyonlarca insanda aynı kanaat oluşuyor: Gözaltındaki suçlu
Toplumsal algımız artık yargısız infaz yapıyor. Olayın seyri aynen şöyle:
Genellikle ya haber kanallarında ya da internet sitelerinde flaş flaş bir son dakika giriyor.
’...gözaltında!!!....’
Birkaç dakika içinde dört koldan yoğun bir bombardıman başlıyor... Akşam saatlerine kadar tüm kanallardan, cep telefonunuza gelen kısa mesajdan, internetten, radyolardan... Tüm bunlardan kaçtıysanız şayet bir arkadaşınızın telefonundan, bindiğiniz taksiciden bu flaş gelişmeyi öğreniyorsunuz.
Sızma iddialarla yönlendirme
Kısa bir süre sonra gözaltına alınan kişiyle ilgili ya emniyetteki muhabir ya adliyedeki muhabir canlı yayına çıkarak ’sızan’ iddiaları tek tek sıralıyor. Burada tuhaf bir bilgi havuzu oluyor. Öznesi muğlak haber kaynakları kamuoyunun tanıdığı isimle ilgili vahim iddiaları sıralıyor. Bu iddialar gene tüm bu kanallardan bombardıman şeklinde yayınlanıyor.
Akşam ana haber bültenleri ise bu kakafonik senfoninin kreşendosu yaşanıyor. O saatte ekranları karşısına geçen milyonlar ’gözaltındaki suçlu’nun ne mal olduğunu öğrenmiş oluyor.
Oysa suçluluğu ispatlanana kadar herkes masumdur...
Kontrollü gerilim
Gün içinde birilerinin ’sızdırdığı’ iddialar gözaltındaki şahısla ilgili öylesi güçlü vurgularla sunuluyor ki bu bombardımana maruz kalanlarda kaçınılmaz bir kanaat oluşuyor.
Pek az insan, ’Yahu, kardeşim bu adam bir iddia ile bir şüphe ile, bir ihbar ile veya var olduğu iddia edilen delillerle gözaltına alındı.... Peki bu insan kendini nasıl savunuyor? İspatlanana kadar bu insan masumdur’ diyor.
Ergenekon sürecinde yaşananlar bu algının, bu kontrollü gerilimin somut göstergesidir.
Bir adım öteye geçelim...
Bu günlük döngümüz... Peki şunun farkında mısınız?
Bu gözaltı bombardımanı, bir öncekini unutturacak şiddette zihinlere ayarlı bir doz olarak zerk ediliyor.
1984’ü okuyun
Bu ülkede kronikleşen tedirginlik ve gerilimin toplumsal algımız üzerinde kontrollü bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Birileri bir algı yönetimi yapıyor.
Ne olur durup halimize bir bakın...
Okumadıysanız Orwell’in 1984’ünü okuyun. Okuduysanız bir kez daha okuyun.
Tüm bu süreçte ortada olmayan aktör kim?
Farkında mıyız?
Bugün değilse de bir gün farkına varacağız.
* Serdar Akinan / Akşam
++++++
Bir (dönek) Marksistin günlüğünden
Vaziyet’in demirbaşı haline gelen Nazi Almanya’sından papaz Martin Niemöller’in sözlerini irfan Taştemur, günümüze uyarlamış. Bu kez civanımın padişahı Fatih Sultan Recep’in memleketinden bir Marksist’in (büyük olasılıkla dönek) günlüğü: “Önce Kemalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben Kemalist değildim. Sonra rektörleri ve üniversite öğretim üyelerini topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben rektör veya öğretim üyesi değildim. Sonra gazeteci ve yazarları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben gazeteci ve yazar değildim. Sonra cumhuriyet savcılarını topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben cumhuriyet savcısı değildim. Sonra albayları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben albay değildim. Sonra generalleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben general değildim. Sonra Alevileri topladılar,
sesimi çıkarmadım; çünkü ben Alevi değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sendikacı değildim. Sonra muhalif sanatçıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sanatçı değildim.Sonra muhalefet partisi milletvekillerini topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben milletvekili değildim.Sonra beni almaya geldiler; benim
için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı...”
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
Artık nutuk atamazlar
Demek ki telefonları ille de polisin, devletin dinlemesi gerekmiyor. Bir takım telefon şirketleri de telefon dinlemesi yapabiliyor. Onlara polisten, savcılıklardan dinleme emri gelmesi gerekmiyor. Bastır parayı, ayarla oralarda çalışanları, istediğin kişi veya kişileri dinlet! Teknik olarak mümkün. Bundan sonra hiçbir hükümet üyesi “Yasal olmayan yollarla telefon dinlemesi asla olamaz” diye nutuk atmasın.
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
Üzülme şekerim seni aratmazlar
Çarşamba günü Kıbrıs’a gitmek üzere evden çıkan Radikal yazarı ve TRT’nin ‘baba’ programcısı Oral Çalışlar, kontroller, beklemeler derken Adana’dan kalkan Lefkoşa uçağını kaçırmış.
Gerisin geriye İstanbul’a dönmek zorunda kalmış.
Bütün enerjisi tükenmiş.
Hay bin kunduz...
“Talat’ın başarısı ve AB için” çok önemli bir vazifeye soyunmuşken aksilik işte...
Yine de ben derim ki üzülme şekerim, kendin de söylüyorsun; Mustafa Karaalioğlu orada. Talat onu adada, o da Talat’ı ekranda ağırlamaya devam ediyor.
Ee bir iki güne, diğer şekerler de
dökülmeye başlarlar.
Eğer makbuz meselesi filansa yine takma kafana, yokluğun fark edilmez bile...
Sen orada olmasan da zihniyetin orada nasılsa!
++++++
Hoşgörü ayrımcılığı
Bu ülkede “işçi sendikasına üyelik” için işçilerden “noter tasdikli” belge istenirken, işçi emeklileri dernekleri karşısında sergilenen bu “hoşgörü”nün nedeni nedir acaba?
* Kürşat Bumin / Yenişafak
++++++
Gammazcı yazarlara not
Her kalem erbabının giriştiği kavgada uyması gereken asgari ilkeler vardır. Bu ilkelerin en başında da “Eli kalem tutanların kendi aralarında yaptıkları kavgaya eli kalem tutmayanları karıştırmamak” ilkesi gelir. Hele işin içine “patron”u karıştırmak fena halde ayıptır.
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Kediye ciğer teslim etmek
AKP iktidarının tabiatındaki dikta hevesini siyasal sistemin oyuncuları dizginleyemedi.
Tehdit, zimmet, kara para aklamak, sahtecilik gibi suçlarla ilgili, üye sayısından daha fazla sayıda dokunulmazlık dosyası üstünde oturan bir meclise yüksek yargıçları seçme yetkisi vermek isteyen zihniyet, bildiğini okumaya devam edecektir.
O nedenle kimse fazla ümitlenmesin.
* Güngör Mengi / Vatan
++++++
‘Bunlar’a layık mısınız!..
Sayın Başkan, “Biz” diye başladığı konuşmasında, Tekel işçileri için şunu yaptık, bunu yaptık diye sıralıyor. Yapılanlarla, yapılmayanlarla ilgili tartışma bir yana... Meclis Başkanı’nın “Biz” diyerek hükümet icraatını sayıp dökmesi ne kadar doğrudur? Aynı zamanda cumhurbaşkanı vekili de olan Meclis Başkanı “Biz” dediği zaman akla Türkiye Büyük Millet Meclisi ya da Türkiye Cumhuriyeti gelmeli... Bir parti ya da hükümet icraatı değil...
Gelelim, ikinci “şahıs zamiri”ne... Şahin’in gösteri yapan Tekel işçileri için kullandığı ifade hiç de hoş değil: “Bunlar”...
Öfke ve aşağılama kokan bu sözcüğe Tekel işçileri layık mı? Üstelik tarafsız ve kucaklayıcı olması gereken Meclis Başkanı’nın ağzından... Hayır. Sadece Tekel işçileri değil, demokratik yollarla hak arayan hiçbir vatandaş, “Bunlar” tanımlamasına layık olamaz.
Onlar, seslerini yetkililere duyurmak isteyen vatandaşlardır, “bunlar” değil...
* Hikmet Bila / Vatan
++++++
Renkli alternatif
Kırgızistan’da Soros’cu Lale Devriminin yıkılması ve Rusya yanlısı bir yönetimin işbaşına gelmesi yeniden geleneksel ABD-Rusya rekabetini gündeme taşıdı.
Bu yaklaşım temel bir varsayıma
dayanıyordu:
ABD ve Rusya birbirinin tasfiyesini ve dünyada tek güç olmayı ister.
ABD ile Rusya’nın uzay çalışmalarının adeta iç içe geçmesi, nükleer silahların kontrolünde uzlaşmaları gözardı edilerek bu iki ülkenin rekabet içinde olduğunu söylemek ne kadar doğrudur?
* Mahir Kaynak / Star
++++++
Dün Akdamar’a göz koyan bugün ne ister
Max Weston Thornbourg, Amerikalı bir işadamıydı, petrolcüydü. 1949 yılında Türkiye’ye geldi.
“Türkiye Nasıl Yükselir?” raporunu hazırladı. Türkiye’nin ABD’nin yardımına muhtaç bir ülke olduğunun altını çizdi. Ve yardımlar için tek bir şart öne sürdü, Türkiye liberal bir ülke olmalıydı.
Thornbourg 1950 yılında ikinci kez Türkiye’ye geldi.
Cahit Kayra kitabında Amerikalı Thornbourg ile ilgili anısını şöyle yazdı: “Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nün Güneydoğu’da ilk verimli petrol kaynaklarını bulduğu yıllardı. Şimdi sıra bunları işlemek için yabancı şirketleri çağırmaya gelmişti. (...) Ankara Palas’ta kendisine bir ziyafet verildi. Yemek sırasında, Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’ndan söz etti. Öyle bir adası olsa gelip Türkiye’ye yerleşeceğini ve bu arada bize çok yardımcı olacağını söyledi. Yanımda oturan Merkez Bankası Guvernörü Nail Gidel ’Herife bak üstadım, gelmiş adayı alıp gidecek. Bu kadar da utanmazlık olur mu? Bizi ne yerine koyuyor’diye homurdandı. ’Bu adamlar bizi öylesine küçümsüyorlar ki, savaş öncesi kumların içinde çıplak ayakla dolaşan Bedevilerle bir tutuyorlar’ dedik.”
Türkiye nerelerden geçerek bugünlere geldi.
ABD’de bulunan Başbakan Erdoğan’ın karşısında herhalde artık Thornbourg gibi Amerikalılar yoktur. Yoksa var mıdır?
* Soner Yalçın / Hürriyet
++++++
Türkiye’yi bağımsız sanmak, ‘tehlikeli cehalet’tir. Gönlü Arap ülkelerinde, beyni Amerika’ya ipotekli, cebi uluslararası sermayeye çengelli bir siyasal iktidarla Türkiye bağımsız olamaz.
* Erdal Atabek / Cumhuriyet
++++++
Muhalif olursan bakanlık ensende
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındı.Öyle bir hay huy yaratıldı ki Aytaç Durak’ın kendisini savunmasına bile fırsat verilmedi.
Gerçekten garip bir durum. Garip, çünkü, aynı İçişleri Bakanlığı, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş hakkındaki bir soruşturma istiğine, izin vermiyor. Dosya, Danıştay’a gidiyor ve yapılan inceleme sonucunda Topbaş hakkında soruşturma yapılması izni çıkıyor. Yani; muhalif olursan İçişleri Bakanlığı ensende; AKP’li olursan aynı bakanlık senin muhafız kuvvetin oluyor. Adalet, Aytaç Durak için de adil olmalıdır.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
MİNİ YORUM
Merak...
Eski dostu Fehmi Koru’nun daveti üzerine, İstanbul’a gelerek, mülki amirler eşliğinde, bir grup yandaş gazeteciyle birlikte Kürdili Hicazkar makamındaki “Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim” şarkısını dinleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, temsil ettiği makamın “tarafsızlık” ilkesi gereği; bir grup muhalif gazetecinin davetiyle birlikte de Silivri’ye, gidip oradan yükselen “inleyen nağmeler”i dinler mi dersiniz?