Mahalle Maçı
Yazmak niyedir ki? Bu soruyu, yazanlarla, bazı özel okurlar sorma gereğini duyabilirler.
Yanıtı pek çoktur; yapıt bırakarak ölümsüz olma isteği, içini dökme, hâlini ve yeteneğini bildirme gereksinmesi gibi... Bu çok yanıtlardan birkaç örnek verirsek yazma tutkusunun kara kutusunu daha bir aralarız gibime geliyor: Akgün Akova "Yazmasam beynim buz tutacaktı" der şairce. Ahmet Büke'nin bakışı öyküce: "Niyetim sadece hikâye yazmak değil. Ona karışmak ve hikâye olmak da istiyormuşum meğer". İçten ve insanca olan yanıtlar da var, işte bunun gibi: "Bana insan olduğumu hissettiren en önemli şey nedir biliyor musun? Yazmak yazmak yazmak, ama gibi onurlu bir şekilde yazmak, sonra da aynanın karşısına geçip kendi gözlerimin içine bakarken gurur duymak..." Yalçın Güzelhan
Genç yazar Turgut Akaslan'ın "Mahalle Maçı" adlı ilk romanını (Yağız Yayınları) okurken yeniden sorma gereğini duydum "Yazmak niyedir ki?" sorusunu ve bu yanıtları hatırladım ilk anda...
Akaslan, yukarıya aldığım yazma nedenlerinin hepsini düşünmüş ve içselleştirmiş, kitabının içerik ve kurgusundan bunu çıkardım. Kurmacalık çok fazla yok bu kitapta, birikimlere ve ülke gerçeklerine yorumlar katılması, olmuşlardan olacaklar yaratılması çabası var. Yazar da zaten bunun ipuçlarını kitabının kapağında veriyor: "Bu kitapta yazılanların tamamı gerçektir; henüz hiçbiri yaşanmamıştır."
"Her kitap ilk satırları yazılmadan çok daha önce başlar" der Rus yazar Yuri Banderan, Akaslan'ın bu kitabındaki olaylar örgüsünde, kurgu döngüsünde ve izleğinde bu hazırlıkların fi tarihini görebilmek hiç de zor değil.
Müdrik bir kişilikle, romana apayrı bir hava vermek, renk katmak; güzel ve köklü bir gelenektir ve günümüzde de geçerlidir. Akaslan da böyle bir kişiliği anlatımına katmış. Kitapçı Dede bu... Okunacak, öğrenilecek ve hakkında düşünülecek bir adam... "Mağlup Hayatı" var kendi deyimiyle. Hatıraları var ve onların müziksiz kalmasına asla gönlü razı değil. Büyümesini izlediği Cumhuriyet Ankara'sını ise pek güzel yorumluyor, şehre bakışı derin. "Bu şehrin ortası yoktur, denizi yoktur" diyor ve ekliyor: "Bu şehri şiirle yaşamalı evlat".
Genç bir dostum, bir Hanımefendi bana şu ilginç anekdotu anlatmıştı: Bolu'da üniversitede okuyormuş, her hafta sonu İzmit'e ailesinin yanına gidiyormuş, kaldığı yurttaki oda arkadaşı kız da bir yakın İl'e gidiyormuş aynı amaçla. Sonra bu iki kız hafta sonu evlerinde oturup birbirlerine mektuplar yazıyorlarmış ama postaya atmıyorlarmış, pazar akşamı döndüklerinde birbirlerine veriyorlarmış. Turgut Akaslan'ın kahramanı Metehan da, Ankara'da bir apartmanın zillerinde gördüğü adlara mektuplar yazıyor, "Bir dost bulamadım gün akşam oldu" güdüsüyle yapıyor bunu, bir mesaj vermek istiyor onlara. Ve çocukluk aşkını buluyor yıllar sonra doğduğu topraklarda, buluyor ama karşısına çıkmıyor öyle yekten, şaşırtılarla sevdiğine erişmek istiyor, mektuplar yazıyor önce ona, kavuşma sonra.
Yazarımızın anlatımı hoş, üslubu akıcı, 96 sayfalık romanı bir oturuşta bitirdim.
Bayburtlu bir yazar Turgut Akaslan, yerdeşim benim, Bayburt'taki gerici yapılanma ve anlayışlara çok kızıyor ve üzülüyorum doğal olarak, fakat Akaslan gibi eli kalem tutan, aydın gençleri gördükçe de övünüyorum, geleceğe güvenim artıyor.