Lütfen "Bu son olsun!"
12 Eylül 1980 darbesi arifesindeki Türkiye... Balat’ta bir mahalle... Mahallenin işsiz güçsüz, evsiz barksız beş kafadarı bir gün “devrimci Sinanlar”ın evinde, öteki gün “ülkücü Gültekinler”in! O gün kimin çorbasını içiyorlarsa onun sazını çalıyorlar:
“Tek yol devrim Sinan abi!”
“Anarşik bunlar Gültekin abi!”
Doğduğum andan bugüne kadar edindiğim bütün tecrübeleri, hayatıma katılan bütün değerleri, kültürel, sosyal, ideolojik donanımımı bir yana bırakarak yazsaydım bu yazıyı derdim ki izlediğim, 2011 seçimlerinin “yüzde 49”unun, sobasız eve kömür, susuz köye çamaşır makinası için “gidene ağam, gelene paşam” diyenlerin hikayesi.
Filmde dönemin “idealist” insanlarının hapsedildiği cezaevini “saray yavrusu”na benzetip yeni ikametleri bellemekte zorlanmayan bu insanlarla, düşünen, sorgulayan, “yarın”a dair “ya kısmet” demekten ötesine en azından “kaygı” ya sahip olan ve “ne yapabilirim” in derdine düşen insanlar için “açık bir cezaevi” durumunda olan AKP devri Türkiye’sini, “derelerinden zenginlik akan, toprağından refah fışkıran bir cennet bahçesi” kabul eden “yüzde 49” arasında, öyle aman aman bir fark yoktu sonuçta!
Bundan ibaret olsaydı film, cezaevinin sefasını biraz daha sürebilmek uğruna darbecilerin köstebekliğini yapan berduşlar başı Yaşar’ın filmin kırılma anında “kendisinden beklenmeyen kararı” yla tezgahı bozan ve hem sağdan hem soldan gençleri özgürlüğüne kavuşturan isim haline gelmesi bir umut olup düşebilirdi bile içime...
Fakat... Kötü niyetli olmadığı çok belli ama komplekslerin esiri o dil var ya;
“Devrimci Sinan”ı yakışıklı, atletik, çakı gibi, “ülkücü Gültekin”i ise hem kel, hem fodul bir vücudla bütünleştiren... Devrimcileri dirençleri, ülkücüleri işbirliği ile anan... Devrimcileri irade abidesi, ülkücüleri çoban arayan koyun yapan... Devrimcileri işkence tezgahlarından geçmiş, ülkücüleri cezaevinde sefa sürmüş varsayan... Bütün “ortak acı”ya odaklanma çabasına rağmen yer yer kendini ele veren o kompleksli dil benim için rahatsız ediciydi.
“Buna rağmen” şerhi ile filmin “bence” şahaneliği “adı” sadece: “Bu son olsun!”
( Filme adını veren şarkıya imzasını atan Cahit Berkay - Cem Karaca ustalığı sağolsun...)
Devrimcisi ülkücüsü, hala kaldı mı bilmiyorum ama sağcısı, solcusu “Bu yaşanmış son darbe olsun!” dileğine hangisi karşı çıkabilir ki!
Ben bir de sinema sektörüne söylemek istiyorum aynısı: “Bu son olsun!” 12 Eylül gerçeği, bir tarafı efsaneleştirirken diğer tarafı karalama hastalığının etkisiyle gölgelenmesin! Bu son olsun ve artık hastalığı kronikleştirecek değil tedavi edecek özgüveni yüksek işler izleyebilelim.
Üç kuruşluk vekil maaşı neler yaptırıyor insana!..
CHP Konya Milletvekili Atilla Kart Başbakan’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde eski futbolcu şimdinin AKP Milletvekili Hakan Şükür’ün spor konusundaki birikimini TBMM zemininde kullanması gerektiğini belirtiyor.
İyi de ya Şükür “birikimini” Meclis için kullanmak yoluyla harcamanın değil de “katlamanın” peşindeyse?
***
Kart Başbakan’a sorularına geçmeden önce uzuuuun uzun sorguluyor:
Milletvekilinin bu tür bir faaliyette bulunması göreviyle bağdaşır mıymış -bağdaşmaz mıymış? Ahlaki olarak doğru muymuş - değil miymiş? Haksız kazanca yol açar mıymış -açmaz mıymış?
İlahi Sayın Kart!
Bu dediklerinizle ilgili bir iç hesaplaşma yaşayan insan TRT’de maç başına takriben on ila yirmi cümle kuracak diye kendisine bir yıllığına önerilen 728 bin TL’yi kabul eder miydi?
“Bu para vatandaşın cebinden çıkıyor, onların gece-gündüz kimbilir ne zor şartlar altında kazandığı paradan kaşıklanarak oluşturulan “havuz”a ben kepçeyle dalamam” demez miydi? İtiraz etmez miydi?
Ahlaki değerlere kafa yoran insan, Ramazan ayında gecekondu gecekondu gezerken peşine kamera ordusu iliştirir miydi; nihayetinde “bir elin verdiğini diğer el görmemeli”ydi değil mi!
***
Başbakan yanıtlasın diye verdiği soru önergesini okudukça gülüyorum. Pek hoşmuş bu Atilla Kart da valla. Diyor ki:
“Yürütülen faaliyet Anayasanın 82. Maddesinin özü ve siyasi etik ilkelerine göre ; Milletvekilinin herhangi bir faaliyette bulunurken, Milletvekilliği ve Devlet nüfuzunu araç olarak kullanıp - kullanmadığı hususu önem kazanmaktadır. Öte yandan; Hakan Şükür konumu sebebiyle, sektörde faaliyet gösteren diğer yayın organlarına karşı da haksız rekabet imtiyazı sağlamış olmakla, yeni hukuki sorunlar da doğacaktır.”
Başbakan’ın yanında bir iki görünüp hidro elektirik santral lisansını kaparken “haksız kazanç mı, helal mi, haram mı” düşünmeyen zihniyetin, siz bir Anayasa maddesi hatırlattınız diye utançtan yerin dibine girmesini filan beklemiyorsunuzdur umarım. Öyleyse daha “çok beklersiniz” de!
***
Soru önergesi üzerine onca laf edip soruları vermemek olmaz. Kart şunları soruyor Başbakan’a:
1. AKP İstanbul Milletvekili Hakan Şükür’ün yukarıda anlatımı yapılan faaliyet içinde bulunmasını etik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Olaya müdahale edecek misiniz?
2. Hakan Şükür’ün bu anlaşmayı yaparken , Siz’in onayınızı aldığı doğru mudur? Hakan Şükür Kim ya da Kim’lerden izin almıştır?
***
Velhasıl-ı kelam;
Vekil maaşı “üç kuruşluk” olunca bakın neler yaptırıyor insana!
TRT’den her ay 50 bin TL’den fazla gelire alışan insan nasıl geçinsin 12 bin liracık maaşla?
Okul çıkışı limon satan öğretmen gibi düşünün Hakan Şükür’ü de; o da mecbur ek işe başlıyor demek ki!
Ne yapsın adam, evde yemek bekleyen çoluğa çocuğa götürebilmek için TBMM bahçesinde domates, soğan mı yetiştirsin bu saatten sonra?
Medya AKP’li Şükür’ün spor yorumculuğuna dönüşünü tartışıyor
Yürü ya Hakan
Çok farklı yorumlar mı getiriyor? Kimsenin aklına gelmeyecek formüllerle Türk futboluna katkı mı sağlıyor? Şaşmaz tahminlerle sürprizler mi yaratıyor? Türk futbolu hakkında üzerinde düşünülmesi gereken öneriler mi sunuyor?
Hiç biri değil. Buna rağmen, geçen yıl Hakan Şükür TRT’ye futbol yorumcusu olarak transfer ediliyor. Söylenen rakama göre, örneğin Milliyet’e göre, Hakan Şükür haftada bir futbol yorumu karşılığında ayda 56 bin lira alıyor. Bu da bir başka Cumhuriyet tarihi rekoru. Derken Hakan Şükür AKP’den milletvekili seçiliyor. Avrupa’daki ekonomik kriz, Türk-Amerikan ilişkileri, Kürt Sorunu çözümü, bütçe, karma parlamento komisyonu toplantılarında kendisinden tam yararlanacağız diye düşünürken, bu sefer de Lig TV’de yorumcu olacağı haberleri geliyor. Kim tutar seni Hakan, yürü ya Hakan.
Yalçın Doğan / Hürriyet
Saygıda kusur etmeyen doya doya yaşar!
Bunun canlı örneği de Hakan Şükür’dür!
Mustafa Mutlu / Vatan
Artık boş kalan zamanlarını da Millet Meclisi’nde değerlendirir...
Eski futbolcu, futbol yorumcusu, taze AKP Milletvekili Hakan Şükür siftah yaptı.. Futbol yorumculuğuna geri döndü..
İyi de milletvekilliği ne olacak?
İstanbul Mebusluğu!..
Dün 18.00’de Trabzon maçı vardı..
Hakan Şükür yorum yapacağı için mecbur izledi..
Maçı izlediği için Meclis’e gitmedi..
Asli görevini yapmadı..
O sırada öteki milletvekili arkadaşları çalışıyordu.
Daha sonra Galatasaray-Belediye maçını da izledi.. İstanbul’dan yayına çıktı..
Anladığım şu; bundan sonra Hakan Şükür’ün asli işi yorumculuk olacak.. (Daha çok para kazanacak!) Tali işi, ikinci işi, boş zamanda yaptığı iş.. Çünkü hafta içi de maç var, hafta sonu da maç var.. Meclis’e gitmeye vakit yok!..
Hakan Şükür futbol yorumculuğunu daha önemli görerek milletvekilliğini önemsizleştirdi, ucuzlaştırdı.. Madem bu kadar meraklıydı, Meclis’te ne işi vardı..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Pusucu gazetecilik safını netleştirme aşamasına geldi
Bunlar; saklanmış, gizlenmiş, pusuya yatılmış ve 7 yıl bekletilmiş evrak dolu valizler gazetelerin kapısına kadar getirilip teslim edilen ve “Balyoz Planları’nı bulduk; kendi uçağımız kendi kendi camimizi bombalayacaktı” diye manşet haber yazanladır. Bavulla servis edilen “Balyoz Planları(!)”nın neden 7 yıl bekletildiğini, kimin tarafından ve niçin servis edildiğini sormadan yayınlayanlardır.
Adı üstünde pusucu. Leke sürücüdür. Çamur sıçratıcıdır. Haysiyet celladıdır.
***
Bunları yakından izliyorum, bana da leke sürmeye kalkmışlardı. 2003’de işsizdim. Sabah Gazetesi’nde iktidarı eleştiriyorum diye, köşemle oynamışlardı. İstifa etmiştim. İşsiz, yazacak gazetesi olmayan Necati Doğru’yu da “darbecilerin Balyoz Planı’nda kullanacağı yazarlar” listesi içinde yayınladılar. Pusucu gazetecilere; bizim Gazeteciler Cemiyeti’nin zavallı Juri Heyeti de “yılın gazetecisi ödülü” verdi.
Pusuculuk geldi duvara vurdu.
Balyoz (!) bavulla gelmişti.
Uludere(!) ajan mektubuyla geldi.
***
Balyoz bavulu (!) yayınlandığında Başbakan ile Pusucu kolkolaydı, birbirlerini alkışlıyor, yüreklendiriyorlardı. Uludere bombalanınca Pusucu ile Başbakan papaz oldular.
Başbakan öfkeleniyor. Pusucuya “böcek” diyor. Pusucu, efeleniyor. “Kasımpaşalı” diye aşağılıyor. Pusucu gazetecilik duvara dayandı.
Safını netleştirme aşamasına geldi.
Apo ile Başbakan arasına sıkıştılar.
Başbakan bunlara “cambaz ve böcek” dedi ve daha önce de; “Kitapları satsın diye Apo’cu- Kürtçü oluyorlar” diyerek dirhemini yiyenin kuduracağı ağır suçlama yaptı. Sustular.
Necati Doğru / Sözcü
Modern faşizm
İstanbul Modern, çoğu haklı sebeplerle bugün tek ve çok güçlü bir sanat iktidarı haline geldi. Ve bu gücün sarhoşluğuyla, hayatına başladığı ilk günlerdeki şiarlarından ödün vermeye, sanatçıları kibar gibi görünen uyarılar ve kriterlerle dizayn edebileceğini düşünmeye başladı. Bir sanat kurumu böyle mi yapar? Bakın, burada başka çok mühim bir mesele var: Küratörün hakkıymış, müzenin bağış toplama geleneği Batı’da da varmış filan. Geçin bunları... Güç sahibi kurumlar kendi tayin ettikleri sınırları norm haline getirip herkesin onlara uymasını bekliyor. Demokratik bir düzlemde yeri olmayacak bu tavır ’yeni Türkiye’nin virüsü.
Ezgi Başaran / Radikal
Ergun Babahan’ın paçaları tutuştu
28 Şubat soruşturmasının ayak sesleri duyuldukça hop oturup hop kalkan Ergun Babahan, kendilerini terk eden sevgililerine “canıma kıyarım” mektupları yazıp, hallerinin ne kadar içler acısı olduğunu göstermek için de kimi harflerin üzerine gözyaşlarını damlatan genç kızların ağlak mektuplarını andıran yazılarına bir yenisini daha ekledi dün!
Bu kez “yüksek ahlak”tı konsepti.
Gazetecinin tutuklanmasını isteyen gazetecinin dileklerinin kabul olduğu düzenin “hukukun ruhuna fatiha okuduğunu” savunuyordu:
“Bir gazetecinin bir başka gazeteci için” yakında tutuklanacak “ tarzında haberler yazması en azından etik değildir.
Bu duyumlar doğru olsa bile, sonuçta ortaya çıkacak kararın hukuki olmadığını, belli merkezlerin yönlendirmesi sonucu alındığını gösterir.
Biri, bir gazeteciyle ilgili iddiaları gündeme getirmekle yetinmiyor, hüküm açıklıyorsa, hukukun ruhuna Fatiha okumak gerekir.”
Ne Fatiha’sı Ergun?
Can acısının sana uzanma ihtimali olmadığı zannıyla görmezden gelmiştin ama cenaze namazı bile kılındı hukukun! Biz hanidir Yasin okuyoruz akşamdan akşama varsa günahları affolunur umuduyla!