Linç kapıyı çalınca!..

“Bir yazı yazdım hayatım değişti...” ajitasyonuna lüzum yok... Hayatım değişmedi... Hayata bakışım da değişmedi; ama pekişti şu iki günde...
Mısır Çarşısı’nda 1998 yılında meydana gelen ve 7 kişinin ölüp 120 kişinin yaralandığı patlamanın “bombacısı” olduğu iddiasıyla yargılanan Pınar Selek’e “bombacı” dedim ya... “Beraat” kararı veren yerel mahkemeyi değil de, Selek için “hiçbir şüpheye yer verilmeksizin bombayı koyan kişi” diyen ve yerel mahkemenin verdiği kararı bozan Yargıtay’ı referans gösterdim ya...
Kızmış, kapımı çaldı: Ben linç, benimle tanışmak istiyormuşsun...
“Gıyabında iyi tanıyorum seni” dedim; “ritüele gerek yok”...
Sonrasını dün yazdım: Selek; “Güzel yürekli”... Ben; “Vicdansız”, “Nefret çukurunda kalması gereken”, “Yalancı”, “Cahil”, “Kötü niyetli”... Burası Araf olmalı... “Bombacı iyi, sen kötüsün!” diyorlar bana.
Bir sürü başka isimden, başka adresten geliyor ama sanki aynı el geriyor bütün okların yayını: “Sen nasıl vicdansız bir insansın yahu?”, “Pınar Selek’e yakıştırdığınız tanımları iyi niyetle yorumlarsam cahilliğinize veriyorum.”, “Gülümsemek insana ait bir meziyet olduğu için sizi de öyle sanmıştık ama bir tek gülümsemekle insan olunmuyormuş demek ki...”, “Demoji yapmaya utanmıyor musunuz?..”, “Sokak çocuklarının Pınar Ablası olabilmiş bu güzel insanı bombacı olarak nitelendirmek ya kötü niyetin ya da cehaletin sonucudur.”, “Murat Belge’nin Linç Kültürü’nün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik kitabını şifa niyetine okumanızı öneriyorum...”, “Azıcık duygu kırıntısı varsa içinde Pınar Selek’ten özür dile...”
Emekli bir polis müdürü dün gece yarısı mesaj atmış facebook’tan: “Onu da kurtarırlar...” Devamını getirdim: “Yerine de bizi koyarlar!” Her bir dayatma bir demir parmaklık değil mi zaten etrafımıza örülen? Bu mahkemeden beraat çıkmazsa yahut Yargıtay’ın nihai kararı da “bozma” yönünde olursa Türkiye’ye dönmeyeceği, yurtdışında “kahraman” kadrosunda istihdam edileceği besbelli olan Pınar Selek mi tutsak?..
Yoksa onlar gibi düşünmediğimiz her an lincin kıyısında; ha düştük ha düşeceğiz tedirginliğine mahkum edilen biz mi Allah aşkına!
“Farklı düşündüğümüzün farkındaydım ama bu kadar mı farklı düşünebilir insanlar bir konu hakkında?” diyen master hocam Ayda Manukyan da var tepki gösterenler arasında: “Pınar Selek hakkında bugün yazdıklarına çok üzüldüm” deyip, Selek’in annesinin ölümünü anlattığı röportajın linkini yollamış okuyayım diye...
Okudum; tıpkı “Ergenekon’un kasası” diye içeri atılan, kanser teşhisi konulduğu halde aylarca tedavisi engellenen ve ölüme tahliye edilen Kuddusi Okkır’ın eşinin yazdıklarını okuduğum gibi...
“Bu konuda fikrini değiştirmek gibi naif bir isteğim var. Pınar’ı tanısan eminim asla insanların kılına dokunmayacağını anlardın...” diyor Ayda Hoca...
Tanıdığım, insanların kılına dokunmayacağından emin olduğum ama pervasız manşetlerle katil, azmettirici, darbeci ilan edilen öyle çok insan var ki... “Onlar masum” diye haykırmak ve haklarında inşa edilmiş önyargıları kırmak gibi öyle naif isteklerim var ki hanidir... Öyle büyük fırtınalar kopuyor ki zaman zaman içimde, öyle kelimeler geliyor ki aksın diye klavyenin üzerine parmak uçlarıma... Hemen silkiniyorum... Bu mesleğin yüklediği sorumluluğu hatırlıyorum... Selek’i yazarken Mısır Çarşısı’nda paramparça olan yedi insanın ailesi “vicdanım” oluyor bir anda, “Öcalan” adını hızla normalleştirirken kimileri, kalbinden kurşunlanan o bebek gitmiyor gözümün önünden... Her Ermenistan kelimesi, Hocalı diye yankılanıyor kulağımda... Yaftacılar sakin olsun; “intikam” değil bunu besleyen olgu...Naif bir “adalet” umudu... Hukuku savunmaya, hukuksuzluğa karşı çıkmaya çalışıyorum... Ve bunu yaparken, bunu yapan diğer gazeteciler gibi etrafıma bakıyorum arada; kimsecikler yok... Alman Parlamentosu üyesi Angelika Graf, Alman Sol Parti Die Linke Meclis Grubu Sözcüsü Kathi Seefeld... Hiçbiri yok... Değil beş dilde basın açıklaması, iki kelime yok “empatiye davet” diye... Niye? Önyargıları yargılayalım, çifte standartlar da “delil” sayılsın istiyorum diye mi?

+++

Terleyen cevaplar...

DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız “bir milletvekilinin sadece yazılı soru önergesi vererek de etkili muhalefet yapabileceğini göstermek” için, görev süresi boyunca verdiği soru önergelerini, onların medyadaki yansımalarını kitap haline getirmiş. Kitabın adı “Terleten sorular”... Yağız’dan bir ricam olacak; bir “devam kitabı” istiyorum; o da “Aşırı terlemeden sulanmış cevaplar” olsun; iktidarın milletvekilleriyle nasıl dalga geçtiğini anlatsın...

+++

Bu ülkede o kadar çok kâğıttan kaplan var ki

Her seçim öncesinde ne olduğu kanıtlanamayan darbe planları ve suikast planları ile “mağdur” pozisyonuna bürünmeyi pek seven AKP, yeni bir “abalı” buldu, vuruyor da vuruyor:
Süheyl Batum...
Neymiş, Batum, askeri kâğıttan kaplana benzetmiş...
Hatalı bir yorum mu?
Kimilerine göre evet!
Kimilerine göre de hayır!
“Hayır” diyenleri hemencecik asalım, keselim de...
Bırakın darbeyi marbeyi...
O zaman; en azından meşhur “çuval” olayına verecek bir yanıtımız olması gerekmez mi?

***


Süheyl Batum; bu ülkede asker hakkında bugüne kadar konuşan ilk siyasetçi değil...
Bazı sözde darbe planları ortaya çıkınca, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın söylediği sözleri unuttunuz mu?
“İyi ki bu komutanlarla savaşa girmemişiz” sözünü ben mi söyledim?
Ya da “Orduyu tasfiye edelim” sözünü söyleyen hükümetin kadrolu yandaşlarından Mümtazer Türköne; Batum’un yanında çok mu masum?
Peki; Arınç hakkında hiçbir Cumhuriyet Savcısı soruşturma açtı mı?
Başbakan; Meclis kürsüsüne çıkıp, Türköne için suç duyurusunda bulundu mu?
Hayır...
Peki; neden?
Çünkü onlar iktidar koltuğunda oturuyor ya da iktidarı destekliyor da ondan...
Evet; aslında bu ülkede “kâğıttan kaplan” çok ama asker bu konuda son sırayı alır...
Asıl “kâğıttan kaplanlar”ın başında; iş yapmayıp, hizmet üretemeyip, kavgadan ve kaostan medet uman siyasetçiler geliyor!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Erdoğan, Kılıçdaroğlu’ndan
6’ıncı tazminatını da kazanmış. Kemal Bey ikide bir bu tür davalarla uğraşacağına Recep Bey’i direkt maaşa bağlasa daha pratik olmaz mı?
Haldun Ertem

+++

Siz asker dostusunuz ha...

Yardımcılarınız PKK’nın Reşadiye baskınını askerin yaptığını söylebilecek kadar ölçüyü kaçıracak... Yardımcınıza suikast planları yaptıkları iddiasıyla bazı subaylar gözaltına alınacak, günlerce sorgulanacak. Suikast diye bir şeyin söz konusu olmadığı baştan belli iken belge arama gerekçesiyle askerin en gizli birimlerine girilecek, ortalık duman edilecek.
Sahte olduğu kanıtlanmış Balyoz belgelerini gerçekmiş gibi kabul edecek... O belgelere dayanarak generallerin terfilerini engelleyecek, istikballerini karartacaksınız... Başta Teğmen Mehmet Ali Çelebi olmak üzere pek çok subayın telefonlarına “sehven” birtakım isimler yüklenecek... O isimler gerekçe gösterilerek insanlar içeri atılacak, yıllarca hapiste tutulacak. Skandal ortaya çıktığında ise en küçük bir rahatsızlık belirtisi göstermeyeceksiniz... En gizli askeri belgeler ve telefon konuşmaları sizin döneminizde adeta ortalığa saçılacak... İlgilenmeyeceksiniz.
Kimi askerler karşılaştıkları haksızlıklara daha fazla dayanamayacak, kurtuluşu intiharda bulacak. Sizin gıkınız çıkmayacak.
Özetle sizin döneminizde asker adeta şamar oğlanına dönecek. Asılsız ihbarlar, yargısız infazlar, sahte belgeler gırla gidecek. Ama savcıları harekete geçirmeyeceksiniz.
Tam o sırada biri kalkıp, “Meğer asker kâğıttan kaplanmış” dediğinde bir anda asker dostu kesilecek, karşı tarafı da asker düşmanı göstermeye kalkacak... Bizim de buna inanmamızı bekleyeceksiniz. Biraz zor...
Melih Aşık / Milliyet

+++

Ah biri çıkıp da hesap sorabilse...

Hürriyet yazarı Yalçın Doğan, çocuğu ile çocuğunun annesini, soyadları tutmadığı için uçağa almayan Türk Hava Yolları personeline dava açmaya hazırlanıyormuş... Köşesinde uzunca anlattığı olayın trajikomik unsurlarına şöyle dikkat çekiyor Doğan: “Bebek ve annenin soyadı tutmayınca, THY babanın iznini ya da annedeki velayet belgesini soruyor, onlar yoksa, uçağa almıyor. 1- Bebeğin babasını gören bu dört THY’li, hiç bir biçimde babanın kimlik kontrolünü yapmadan uçuş kartını veriyor. Oraya gelen adamın, bebeğin babası olduğu nereden belli? 2- Bebeğin babası aynı kentte değilse ne olacak? Yanıt evlere şenlik: “Telefonla sorardık. Telefonda sordukları kişinin, bebeğin babası olduğu ne malum?”
Doğan’ın yazısı şu notla bitiyor: Uçak kalktıktan sonra THY yönetimini arıyorum. Nedense, Genel Müdür Temel Kotil’e iki gün boyunca ulaşamıyorum. Kotil çok meşgulmüş.”
Aynı gün, Sabah’ta, Hıncal Uluç TRT’ye isyan ediyor. Erzurum Üniversiteler Arası Kış Oyunları’nın yayını için yapılan onca masrafa rağmen ortaya çıkan fiyaskoyu sorguluyor... Konunun fikri takibinden sonra Uluç’un köşesinde göreceğimiz notun Doğan’ın köşesindekini aratmayacağını öngörmek için deha olmaya gerek yok...
Al birini vur ötekine klasmanında rekabet halindeki bu kişi ve kurumlar, artık hayatlarımıza doğrudan müdahaleye vardırdıkları uygulamaları için nerden cesaret alıyorlar; bir hesap soranın olmayışından mı?

+++

Bir Taha Akyol analizi

Sahte filozof

Her dönem iktidarlara yarandı, her dönem iktidarlara akıl verdi. Mesut Yılmaz’a, Tansu Çiller’e akıl öğretmeye kalktı. Bugün hiçbiri yok... Bu sahte filozofun verecek ne çok aklı varmış meğer. Şimdi de CHP’ye akıl öğretmeye kalkıyor... Bir: Keşke zamanında içinde bulunduğun MHP’ye biraz akıl verseydin de 12 Eylül olmasaydı. İki: Hala ısrarla akıl satmak istiyorsan, biraz oğlunla ilgilen ki baba sevgisini Adnan Hoca ve Fethullah Hoca’da aramasın.
Oray Eğin / Akşam

+++

Ve ’öteki mahalle’ Aleviler’i keşfetti

Sen hep eğri otur!

Eğri oturup doğru konuşalım, bu ülkede Alevilere karşı Sünnilerin uyguladığı bir ayrımcılık söz konusudur. Ancak bunun tersi de söz konusudur. Devlet mezhep anlamında da ’ele geçirilmesi gereken’ bir aygıt olarak görüldüğü için Sünni Alevi’ye, Alevi de Sünni’ye geçit vermez.
Sünni’nin Sünni’yi kayırması veya tersi aleni konuşulan bir durum değildir, genelde fısıltı ile kulaktan kulağa söylenir, demek ’alevimiymiş ha’ diye tepki gösterilir. Bir şekilde belli bir makama gelmiş bir Alevi için ’nasıl da aradan kaçmış’ dercesine hasmane bir tavır sergilenir. Bana bunun böyle olmadığını bir Allah’ın kulu ikna edemez. ... Sık sık bazı gazete ve televizyonlarda rastlıyoruz. Aleviler yargıyı ele geçirmişler diye yayın yapıyorlar... Yahu bütün devlet organlarını Sünniler ele geçirmiş ses etmiyorsunuz da bir organı Aleviler ele geçirmiş diye yaygarayı basıyorsunuz. Buradaki mantık ’esas olan Sünniliktir, Alevilik ötekidir’ mantığıdır. Devletin her kademesi Sünniler ile dolu olmasının bir sakıncası yoktur ama bir kurumda Aleviler varsa sakıncalıdır kafasıdır bu. Diyelim ki yargının tamamı Alevi. Ben yaptığı işe bakarım. Suç işliyorsa, insanları mezhebine göre dışlıyorsa, devlet tepesine biner, binmelidir. Ama aynı ayırımcılığı devletin hemen her yerinde olan Sünniler de yapıyorsa...İnsanları mezheplerine, inanışlarına, fikirlerine göre değil de yaptıkları ile muamele görmesi demokratik gelişmişliğin bir göstergesidir. Aynı zamanda insani gelişmişliğin de...
Erkam Tufan Aytav / Haber 7

+++

İlginç bir siyaset yapma biçimi

Seçimi kaybettiğin bölgelerde, belediye başkanlarını elleri kolları bağlı hale getir ve sonra devletin olanaklarını kullanarak onları partine transfer et! Yerel seçimlerde AKP’nin yaptığı “eli kolu bağlı belediye başkanı seçmeyin” propagandası böylece işe yarayacak demek ki! Bu arada seçmenin tercihlerine kimse aldırmayacakmış, bütün vatandaşlarına eşit hizmet götürmekle yükümlü devletin olanakları iktidar partisine oy vermeyenleri cezalandırmak, oy verenleri ödüllendirilmek için kullanılacakmış, kimin umurunda.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

+++

İnsanın ölesi geliyor birader

“Dedim ki, bi adım atalım... Hayatı boyunca Mercedes kullanamayanların, hiç olmazsa şu cenazelerini Mercedes araçlarla taşıyalım dedim.”
Kim demişti bunu? Başbakanımız. MHP’den seçilip, tık diye AKP’ye geçen Beypazarı Belediye Başkanı ne dedi peki?
“Hükümetimiz hizmet için bizi kucakladı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden dört cenazeyi birlikte alabilecek cenaze arabası temin edildi. .”
Güle güle kullanın. İyi günlerde...
Malum, siyah olur cenaze arabası. Bu, ak. Full aksesuvar, çelik jant. Deri döşeme, klimalı. Aynalar elektrikli. Üstelik spor model değil. Aile için, dört kişilik. Dört kolluyu biliyorduk...Arkayı dörtleyen cenaze arabasını ilk defa duyuyorum. Ferah ferah demek ki. Eşin, kaynanan, baban... Ananı da al bin. 180 basıyor... Doooğru cennete. MHP’den AKP’ye tık diye geçtiği için, tık diye Mercedes bulunamadı maalesef. Ford. Olsun gari... Alırsın Ford, olursun Lord. Daha asil. Tabut, 80 tane. Ha yaşa be! Başkan söylememiş ama, merak ettim, sordurdum, 2 bin 500 tane de kefen bezi hibe edilmiş. Gıcır gıcır. E bunca hizmeti görünce... İnsanın ölesi geliyor birader.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları