“Kurtulduk Jandarmamız geldi!”
Yıllar önce yaşadığım, bir olayı yazmak bugüne nasipmiş...
2000 yılıydı. Oğlum Gazi Üniversitesi’nin Grafik Bölümü’nü bitirmiş; sınav sonucunda Giresun Kız Meslek Lisesi’ne atanmıştı... O yıllarda 1981 model bir aracım vardı. Emektar, beni yıllarca hiç yolda koymamıştı. Eşim, oğlum ve ben Ankara’dan öğleye doğru yola çıktık. Akşam üstü Giresun’a vardık. Oğlumuzu Öğretmenevi’ne yerleştirdik. Öğretmenevi’nde kalan öğretmenlerle sohbet ettik, biraz dinlendik... Sonra da oğlumla vedalaşıp, gece tekrar yola koyulduk. Kalamazdık; çünkü o yıllarda Yeni Düşünce’de yazıyordum ve ertesi gün yazıyı teslim etmem gerekiyordu.
İçimiz hüzün doluydu. Oğlum bu yaşına kadar evden uzun süre hiç ayrılmamıştı. Ben direksiyon başında hüzünlü, eşim gözleri iki çeşme ağlar vaziyette yavaş yavaş gidiyoruz... Samsun’u epey geçtik. Yüksek yokuşlu, kıvrımlı bir yolda giderken arabanın önüne tilki benzeri bir hayvan atladı. Hayvanı ezmemek için ani fren yaptım. Hayvanı kurtardık. Kurtardık amma biz nasıl kurtulacağız; onun derdine düştük! Çünkü arabanın motoru çalışıyor; fakat tekerler dönmüyordu! Mevsim sonbahar. Hava soğuk. Saat gecenin üçü... Şaşkınız. Arabayı kenara itekleyip, yola dikildim. Yollar bomboş. Arada bir gelen araçlara el kaldırıyorum; fakat kimse durmuyor. Haklılar da, ortalık karışık... Bir süre sonra eşim de yanıma geldi; yine duran yok. Telefon çekmiyor. Hava iyice sertleşti. Bagajdaki battaniyeyi sırtımıza aldık. Battaniyeli biçimde yola dikilince daha acayip görüntü verdiğimizi anladık; battaniyeyi bıraktık. Artık ben öfkeyle aracın içine oturdum. Nöbeti eşim aldı. Bir iki dakika sonra yine bir far ışığı belirdi. Eşimin kollarını umutsuzca sallamasına bakarken, başımı direksiyona koyup öfkeden gözlerimi yumdum. Bir-kaç saniye geçmedi ki eşimin sesi geceyi adeta yardı: “Kurtulduk Jandarmamız geldi! Kurtulduk Jandarmamız geldi!” diye bağırıyordu. Başımı çevirdiğimde bir genç Astsubayın, yanında silahlı iki er ile bize doğru yürüdüğünü gördüm. Araçtan çıktım. Astsubayımız “Geçmiş olsun, neyiniz var, hasta mısınız?” dedi. Biz durumumuzu anlattık. Astsubayımız aracı inceledi. Plakasını, arızasını yazdı. Sonra da “Hiç endişelenmeyin. Ben size ilçeden tamirci göndereceğim. İsterseniz araç burada kalsın sizi ilçeye götürelim” dedi. Biz, “Hayır; madem ilçe yakın biz tamirciyi bekleyeceğiz.” dedik. Jandarma Astsubayımız aracına bindiğinde, bize “İçiniz rahat olsun. Tamirci gelip, döndüğünde ondan bilgi alacağım.” dedi. Aradan 45 dakika geçince, bir araçla tamirci geldi. Motor gücünün tekerleri çeviren bölümüyle uğraştı ve aracı tamir etti. Çok az bir para aldı ve gitti. Biz de rahatça Ankara’ya döndük...
Sevgili okurlarım, Jandarmamızın dağ başında bize gösterdiği o sımsıcak ilgiyi hiç unutamadım. Belediye sınırları dışında halkın güvenliğini, huzurunu koruyan bu değerli gücümüz, gerçekten çok özverili bir çalışma içinde. O günden sonra Jandarmamızın çalışmalarını hep gururla takip ettim ve etmekteyim.
Jandarma teşkilâtımız köklü bir kurum. Selçuklulardan beri asayişin sağlanması konusunda çeşitli adlarla görev yaptılar. Yurt içinde, PKK’lı teröristlere karşı, diğer kuvvetlerimiz gibi kahramanca mücadele verdiler; veriyorlar! Yurt dışında da bir o kadar saygın. Jandarma Genel Komutanlığı’mız, Avrupa ve Akdeniz Jandarmalar ve Askerî Statülü Kolluk Kuvvetleri Birliği (FIEP)’nin üyesi. Üyesi olduğu bu birlik içinde Türk dünyasına yönelik çalışmaları da gurur verici.
Ey Türk Jandarması; sana sevgi, sana selam!
Okuyucularımın Kurban Bayramı’nı kutlar; esenlikler dilerim.