"Kürt Açılımı" genelleme ve güzellemeden ibarettir!
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, AKP’nin kurmay heyeti “her şeyi biz biliriz” edası içinde hareket etmektedir. Ülkenin en hassas sorunları karşısında bile ayak üstü konuşmalar yapmakta ve fikir serdetmektedirler. Üzerinde ciddi bir biçimde çalışılmadığı anlaşılan konular hakkında dahi iddialı söylemlerde bulunmaktadırlar. Yıllardır çözülmeyen sorunları çözüyoruz, atılmayan adımları atıyoruz, açılmayan kapıları açıyoruz türünden tuhaf açıklamalar yapıyorlar. Önceden düşünülmemiş, sonuçları hesap edilmemiş ve alt yapısı hazırlanmamış iddia ve tezler pervasızca dile getiriliyor. Halbuki “Bayrak kaldırıp sokağa fırlamakla bugünden yarına değiştirilebilecek bir şey yoktur. Toplumlar sözle ya da ihtilalle bir anda değişmez.../...İnsanların kafalarına silah dayasanız bile onları bir anda değiştiremezsiniz”. Sosyal hayattaki değişim her alandaki bütünsel gelişmelere ve getirilen çözümlerin gerçeklere uyumuna ve zamana ihtiyaç gösterir. Açılımla ilgili söylemlerin bilimsel ve mantıki temelleri olmadığını toplum bilimiyle ilgilenen herkes bilir. Arşimet’i hamamdan sokağa fırlatan “buldum buldum” haykırışı gibi “Kürt Açılımı” ya da demokratikleşme konusunda benzer tavır göstermek gerçekçi değildir.
AKP 3. Olağan Büyük Kongresi’nde, demokratik açılıma ilişkin hazırlanan rapor, bu yönü itibarıyla gerçekçi değil, politiktir. Bu mantık içinde olguya yaklaşanların sorunu anlamadıkları ve teşhis sıkıntısı çektikleri görülmektedir. Nitekim AKP raporunda yer alan şu satırlar bu bağlamda ilginçtir: “AKP olarak demokratikleşmeyi, terörün, etnik milliyetçiliğin ve her türlü ve her türden ayrımcılığın panzehiri olarak görüyoruz. Hangi kökenden olursa olsun ve toprakların hangi köşesinde yaşarsa yaşasın herkesin kendini ülkemizin eşit ve özgür vatandaşları olarak hissetmesi temel amacımızdır”. Siyasette temenni başka bir şey, olgunun çözümlemesine yönelik köklü önlemler almak ise daha başka bir şeydir. Vatandaşta ülkenin “eşit ve özgür vatandaşları” olduğu duygusunu yaratmak normal insanlar için geçerlidir. Ayırıcı, bölücü ve ideolojik kimselerin şu veya bu uygulamayla kendilerini “eşit ve özgür” hissetmelerini sağlamak maddeten mümkün değildir.
Devleti suçlama PKK’yı aklama süreci!
Ayrılıkçı ve bölücü hareketlerin “panzehiri” olarak demokrasiyi görmek de gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü insan haklarına saygılı ve iyi işleyen bir demokrasisi olan ülkeler bile bugün ne terör belasından ne de ayrılıkçı taleplerden kurtulmuş değildir. Ayrılıkçı taleplerin dilsel ve kültürel hakların tanınmasıyla bertaraf edilmesinin mümkün olmadığı da Kanada, İngiltere, İspanya ve Fransa örnekleriyle sabittir. Bölücülük, bir demokrasi ya da adalet sorunu olmaktan daha çok, bir etnik milliyetçilik sorunudur. Elbette geri bir ekonomi, kötü işleyen adalet mekanizması ve insan hakları ihlalleri ayrılıkçılığı besleyen unsurlardır. Ancak sorunun tamamı bunlardan ibaret değildir. Özgürlük, insan hakları, farklılıklara saygı ve demokrasi gibi ortak değerlerdeki iyileşmeler, ayrılıkçı hareketleri bütünlük ve birlik hareketine dönüştürmekte yetersiz kalmaktadır.
İktidarın “Kürt Açılımı” -resmen- medyada devleti suçlama ve dağa çıkanları da aklamaya dönüşmüş durumdadır. Açılımda dağdaki teröristin “umudunu kıracak” önlemler almak yerine, onların hayallerini besleyen tavizlerden söz ediliyor. Teröristleri hakları gasp edilmiş mazlum bir etnik gurubun çocukları olarak gördüğünüz sürece onları silah bırakmaya asla ikna edemezsiniz. Hele hele Kürtlerin sanki “eşit ve özgür” değillermiş gibi yeniden kendilerini “eşit ve özgür” hissetmelerini sağlamaya çalışmak da çözüm değil tuzaktır. Bu yönü itibarıyla “Açılım”, genelleme ve güzelleme yapmaktan ibaret bir süreç haline getirilmiştir.