Kurşun geçirmez ''korku''suzluk

Geçtiğimiz seçimde, bizi bekleyenin "daha iyi günlerimiz" olduğunu biliyorduk.

Kimimiz "iyi buysa kötü ne" diyerek engel olmayı denedik.

Ama kimimiz de bile bile lades demeyi tercih ettik.

Sonuç:

"İyi günlerimiz"den sonraki ilk seçim süreci İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı''nın kurşunlanmasıyla başladı.

CHP İstanbul İl Başkanlığı''na silahlı saldırıyla devam etti.

Halbuki; daha iyi günlerimiz olmuştu!

*

Kaçırdıkları şu:

Korkmuyoruz!

Her birimiz aynı derecede cesur olduğumuzdan değil; "korku"da insana dair. Korkacak hiçbir şeyimiz kalmadığından korkmuyoruz.

*

Bir haftadır Tekirdağ''da, "saha"daydım.

Süleymanpaşa''da kaldım. Çorlu, Çerkezköy, Hayrabolu, Malkara''yı dolaştım.

Salon iftarlarına da, sokak iftarlarına da katıldım; bambaşka profillere sahip sayısız insanı dinledim, sadece söylediklerini değil söylemediklerini, söyleyemediklerini de duymaya çalıştım.

Nerelerde yutkunduklarına, ne zaman gözlerini kaçırdıklarına odaklandım.

"Korku" tanık olduğum duygular arasında son sırada bile değildi; zira "yok"tu.

*

Korkunun kaynağı sanılanın aksine geçmiş tecrübeler değil gelecektir;

Söyleyin Allah aşkına, son yirmi yıldan sonra, bu ülkede yaşayan ve halen iktidarın o çok dar "saadet halkası" içinde bulunmayan herhangi bir vatandaş gelecekte başına ne gelmesinden korkabilir?

Aç kalmaktan mı korkacak mesela?

Zaten aç!

Yokluktan, yoksulluktan, daha kolay terbiye edilmek için muhtaçlaştırılmaktan mı korkacak?

Zaten öyle!

Cumhuriyet''in ilanından bu yana belki ilk defa öğretmenlerin gelirleri asgari ücretin altında. Her gün yağmur gibi şikayet yağıyor e-postalarımıza; o janjanlı reklamlar yapan özel eğitim kurumlarının, elbette hepsi değil ama azımsanmayacak oranı, bankadan asgari ücret yatırıp, sonra da utanmadan bir bölümünü elden geri alıyorlar öğretmenlerinden!

Daha iyi eğitim alsın diye varımızı yoğumuzu döktüğümüz okullarda, çocuklarımız 6-7 bin liraya köle gibi çalıştırılan mutsuz, muhtaç dolayısıyla gergin ve huzursuz öğretmenlere emanet halde.

*

Hapsedilmekten mi korkacak mesela vatandaş?

Dışarıda hür mü ki!

Dövülmekten mi korkacak?

Zaten dövülüyor.

Sövülmekten mi korkacak?

Zaten sövülüyor.

Ölmekten mi korkacak?

Zaten ölüyor…

Kaldı ki, zaten yaşamıyor!

*

Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış toplumların, otomatik olarak korkacak hiçbir şeyi de kalmıyor;

Ne refah…

Ne huzur…

Ne mutluluk…

Ne güven…

Ne güvenlik…

Ne zenginlik…

Ne sağlık…

Parçası olduğumuz toplumun "son vatan parçası" dışında kaybedecek hiçbir şeyi kalmadı; dolayısıyla korkacak, korkutulacak bir şeyi de…

*

Kimse artık bu toplumu "çocukları"yla korkutamaz mesela; çünkü çocuklar hiç bu kadar tehdide açık hale gelmediler, hiç bu kadar acıtılmadılar, hiç bu kadar yaralanmadılar, hiç bu kadar ölmediler, öldürülmediler şu döneme kadar.

Kimse artık bu toplumu "kadınları"yla korkutamaz; çünkü kadınlar hiç bu kadar horlanmadılar, aşağılanmadılar, hakarete uğramadılar, hedef alınmadılar, yerlerde sürüklenmediler, vurulmadılar, doğranmadılar, canlarından olmadılar şu döneme kadar.

Kimse artık bu toplumu "namusuyla" korkutamaz; çünkü hiç en üst seviyede "dikizlenmemişlerdi" bugüne kadar! Hiç mahremlerinden vurulmamışlardı. Hiç bel altına aldıkları darbeler yüzünden bedel ödemek durumunda kalmamışlardı.

Kimse artık bu toplumu "cehennem"le korkutamaz; çünkü en son Hatay''da, Adıyaman''da, Karamanmaraş''ta, Malatya''da, Osmaniye''de dön geriye Soma''da, Bartın''da, Adana Aladağ''da, Kastamonu''yu, Şanlıurfa''yı sel aldığında, Çorlu''da yağmurda çöken tren yolundan savrulan vagonlarda, Silivri''de, Mamak''ta, Şirinyer''de, Maltepe''de, Hasdal''da, Sincan''da, Pamukova''da, Güvenpark''ta, Beşiktaş''ta, Dağlıca''da, Habur''da, merdiven altı yurtlarda, merdiven altı kurslarda, merdiven altı iş yerlerinde zaten "cehennem"i yaşadı insanlar; yandılar, boğuldular, taciz-tecavüze uğradılar, esir alındılar, enkaz altında kaldılar, göçük altında kaldılar, havaya uçtular, paramparça oldular, kumpasa uğradılar…

*

Sandığa kurşun geçirmez bir "korku"suzluk zırhı giyinmiş olarak gidiyorlar!

*

Bu ahval ve şerait içinde ne sindirmeye, ne yıldırmaya yaramaz, yarayamaz günlerdir peş peşe patlayan silahlar.

Ama şunu görmeye yarar;

15 Mayıs sabahına kadar hak, hukuk, kural, sınır, edep, adap; hiçbir ölçüyü tanımayacaklar.

Bu saatten sonra bu ülkenin tek bir refah, güvenlik, huzur, mutluluk, zenginlik, dayanışma, umut, namus, ahlak, hürriyet metaforu var;

Sandık.

Sandığı bir vatan parçası gibi savunacağız.

Bayrak gibi sakınacağız.

Cumhuriyet gibi koruyacak ve kollayacağız.

Yazarın Diğer Yazıları