Kurbanlık Şiirler

Kurbanlık şiirlerim var bugün... Kesilesi, yiyilesi değil, okunası, dokunası, gönül doyurası...
Kurbanın çağrıştırdığı tarihsel olumsuzluklar da var, şairler bunlara da değinmişlerdir. İşte Abdurrahim Karakoç: Hangi kurbanları, hangi kesicileri söylüyor, hangi kanları getiriyor dikkatimize, okuyup görelim:


Bir tarafta her devrin sultanları durur
Bir tarafta kaderin kurbanları durur
Ne kurban kesiciler biter dünyamızda
Ne de kesilen kurban kanları durur.


Hayallerimizi kurban veririz kimi zaman, hayal acısı benzemez başka acıya, yalvarırız sevdiklerimize bize hayal kursunlar diye:


Kurbana
Sunak ağlar kurbana
Hayallerim tükendi
Otur hayal kur bana
Cazim Gürbüz’ündü bu hoyrat.


Aslolan can’ın kurbanlığıdır, bizim şiirimizde hep bu işlenir. Yaradan’a can kurban, yurda can kurban, dosta can kurban, yare can kurban...
Yine Abdurrahim Karakoç üstad açsın kapıyı, görelim ne söylemiş, nice söylemiş “Can Kurban” adlı şiirinde:


Bizim kapı dost kapısı
Girene canımız kurban.
Selâm muhabbet tapusu
Verene canımız kurban.
Nefisten soyunduk tül tül
Gitti beden, kaldı gönül
Özümüz bağ, sözümüz gül
Derene canımız kurban.
Uzadıkça hasret demi
Şefkat atı çiğner gem’i
Yaramıza sabır em’i
Sürene canımız kurban.
Hayat kilim, çile nakış
Dokuyoruz iniş, yokuş
Marifet mânâya bakış
Görene canımız kurban.
Kin marazdır, sevgi sanat
Yürekte kaynar her saat
Kimsesizlere kol, kanat
Gerene canımız kurban.


“Yurda kurban olmak” deyince, Sadettin Akatay düşer yâdıma. Erzurum’da yaşamış, 1944’te Erzurum’da ölmüş, hep Erzurum’a şiirler yazmış bir ozandır Akatay. Milli duyguları doruğa çıkaran “Bar” adlı şiirinin bir yerinde der ki:


Dinle, davul ne diyor dan dan dan
Ben bu sese vurgunum can can can
Canlar yurdundur elbet, her can vatana kurban
Atalar yurt sevmeyi davuldan öğrendiler
Bu ilk bar’ın adına sarhoş barı dediler
Dadaşlar ağır ağır bir halka çevirdiler
Yurda kurban yiğitler, bu halkaya girdiler


“Yurda kurban yiğitler”, bizim yiğitlerimiz... Onlar o halkadan hiç çıkmadılar ki...
Elmas Yıldırım’ın dediği de bu minval üzredir işte:


Boynunda kızıldan rengin bir deste
Laleler dağılmış yolların üste
Gel sen bu ülkeden bin kurban iste
Senden esirgemez, yollar, a dağlar!..

“Güzelleme” deyince Karacaoğlan gelir akla. Karacaoğlan’ın güzellere kurbanlığı, Bayburt deyimiyle öyle “kuru kuru kurban olmak” değildir. Yürektendir, içtendir.


Şol salınıp giden dilber
Boyuna kurban olduğum
Eğlen burda tanışalım
Diline kurban olduğum
Sabahtan uğradım yare
İşimden oldum avare
Ayağın bastığı yere
Tozuna kurban olduğum
Soğuk sular akar dağda
Mor menevşe biter dağda
Sarılıp yatacak çağda
Nazına kurban olduğum
Karacaoğlan söyler daim
Yar ile nic’olur halim
Anası bir katı zalim
Kızına kurban olduğum

Mahsuni’nin “kurban” dediği Mamudosu’nu unutmayalım. “Hak için kurban, küp için kavurma”
anlayışıyla kurban kesip yoksulu boynu bükük koyanlaradır bu taş:

Kurban gelir payın yoktur
Haftan yoktur ayın yoktur
Ankara’da dayın yoktur
Mamudo kurban niye doğdun


Genceli Nizami, Hikmet ve Nasihatlar’ına, namerde kurban olmamayı da koymuş:

İt sana dost olur bir kemik atsan
Namert kadir bilmez olsan da kurban.


Şimdi bu şiirlerin üstüne, deyin hele, Arab’ın kurban’ı, Kurban Bayramı ile aynı mıdır Türk’ün ki?

Yazarın Diğer Yazıları