Kur’an “Yeni Mahalle”ye mi indi?
Her ne kadar “barış” teklifi gibi algılayanlar olsa da “teslimiyet”tir beyaz bayrak;
“Pes”tir, “biat” .
“Karşına” aldığının, savaştığının galibiyetini ilan etmektir.
Savaşın iktidar tarafı her gün -daha dün bile- “paralel” diye adlandırdığı cemaat tarafının inlerini kurutmak yönündeki arzu ve iddiasını yinelediği halde, Ali Bulaç’ın -kişisel görüşünün ilk andan beri bu olduğu malum zaten- cemaat gazetesinde yayınlanan ve “yüksek maliyeti” gerekçe göstererek yaptığı “sulh” çağrısı da “beyaz bayrak” varsayılabilir bana göre;
“İnatlaşmanın kimseye faydası yok” diyor Bulaç özetle.
Öyle mi sahiden; iktidar-cemaat arasında sahiden hayır olan sulh mü? Veya savaşın devamı şer mi sahi memlekete?
Yerimiz dar bugün yine; işin bu tarafının analizini bir başka zamana bırakalım, Bulaç’ın beyaz bayrak sallarkenki referansına bakalım:
“diyelim ki birileri suç işledi, neden Hizmet’in tamamı cezaya maruz bırakılıyor? Dershanelerin, okulların, finans kuruluşunun, yardım derneğinin, Kenya’daki öğretmenin, esnafın, tüccarın, medyanın suçu ne? Bu Kur’an’ın en temel ilkesini, suçun şahsiliği hükmünü ihlal değil mi?”
Benim bildiğim Kur’an Mavi Marmara’dan, Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasından, Erdoğanlar’ın maaile dinlenmesi-izlenmesinin ortaya çıkmasından sonra indirilmedi; 610 yılında başladı vahiylerin gelmesi. Demek ki “suçun şahsiliği hükmü” nü “Müslümanların(!)” nereden baksan 630’lu yıllardan beri biliyor olması gerekli;
“Başörtüsü” görünce üç harfli çarpmışa dönen bir “subay” yüzünden “peygamber ocağı” nı dinsiz, imansız ilan etmemeleri, “üniforma” yı muhafazakar toplumun yargılarında “öcü” leştirmemeleri gerekirdi yani!
Varsa suçu olan, bunun adil bir yargılama sonucu ortaya çıkması ve bağımsız bir mahkemece cezalandırılmasını beklemeleri; Türk ordusunu darbeci, vesayetçi diye yargısız infaz etmemeleri gerekirdi! Madem suçun şahsiliği Kur’an hükmü, o pek bir Müslüman başörtülü muhabir bacılarımızın mahkeme salonlarında yargılanan askerlerin eşlerini, çocuklarını taciz etmemeleri gerekirdi... Onların boy boy fotoğraflarını yayınlayıp hedef göstermemeleri gerekirdi...
Olmadığını anlaşılan suçun bedelini kim ödedi;
Duru... Batuhan... Gökçen... Alp Kağan...
Daha günah defterleri açılmamış, masum, tertemiz çocuklar!
Allah’ın emrini çiğnemeye değdi mi?
“Ahirette Büyük Mahkeme’ye” çıkarken, sadece dünkü “sulh” çağrınız değil, bu soruların cevapları da olsun bence mutlaka yanınızda!
Cumhuriyet kazanı
Yer dar ya, anlatması kolay olsun hadi bir klişeden girelim:
Arthur Miller yaşasaydı Cumhuriyet Vakfı’nı ayakta alkışlardı!
Onun satırları bile böyle canlandıramadı “cadı kazanı” nı!
Yine kaynıyor Cumhuriyet;
-Şimdilik- fokurtular arasında bir Genel Yayın Yönetmeni, 30’a yakın çalışanı “buhar” laştı, sırada -bir Cumhuriyet geleneği olması sebebiyle- “kovulacak gazeteciler listesi” üzerine mangalda kül bırakmama süreci var:
“Gelenekçiler” mi, “yenilikçiler” mi, “gelenekçi maskeli dönüştürücüler” mi bakalım bu kez hangi “taraf” göğüsleyecek ipi?
Bir zamanların Hürriyet’inden geriye bir Ertuğrul Özkök, bir Yalçın Bayer, bir Doğan Hızlan kaldı...Koca Milliyet’i, Vatan’ı yel, Sabah’ı havuzun seli aldı da yazmadık bu kadar... Aslen tirajından kat ve kat büyük sembolik bir değere sahip olmasa Cumhuriyet’ten bize ne?
Gelin görün ki, okuyun okumayın, satın alın almayın, beğenin beğenmeyin; Cumhuriyet pratikte karşılığı kalmasa da, teoride hâlâ, Türkiye’yi var eden değerleri bayrak yaptığı sanılan bir kale.
Ha bir Seddülbahir, Kilitbahir, Estergon değil daha ziyade Alamut’u andırıyor son dönemde ayrı mesele!
Gazetenin eski yöneticilerinden biriyle konuştum dün “90 yıllık emeğe yazık” dedi. Topun ağzındaki yazarlardan birine sordum “Göndersinler umurumda olmaz” diye cevap verdi;
Cumhuriyet gibi bir çınarda Atatürk’ten, Kuvayı Milliye’den, ulus-devletten yana saf tutmuş kalemlerin tutunacak bir dal bulayıp da “ne gam” diye kabullenmesi, sindirmesi “gitmeyi” ; hazin!
İşin ideolojik boyutu bir yana “sol” iddiasındaki bir gazete “emek” bu kadar mı kolay heba edilir?
Çakırözer “açılım”dan, “paralel”e bir çok konuda “ılımlı”, “diyalogcu” bir tavır takınmakla yani “Yeni Cumhuriyet”e uyum sağlayabilecek bir yapıda olmakla birlikte bir konuda çok net, hassas olduğunu bildiğim bir isim:
Gazetecilik!
Gazetenin “ele geçirildiği” iddiaları alıp başını yürümüşken “ılımlı” Utku Çakırözer’i Ankara’dan İstanbul’a getir, günü kurtar, çatlak sesleri sustur... Sonra Charlie Hebdo skandalından dolayı zaten tepkiler çığ olmuş zemin “kelle almaya” müsait hale gelmişken de hooop bütün faturayı -azıcık tanıyorsam karikatür krizi inisiyatifi dışında-ona rağmen yaşandığı halde- Çakırözer’e kes, kurtul!
Yazık dışında bir de ayıp!
İnsanların kariyerleriyle, kurumların kimlikleriyle oynamak bu kadar kolay olmamalı!