Kudretli Albay Türkeş...
Üsteğmen rütbesinde iken “Türkçülük-Turancılık Davası” ile tutuklanıp işkencelerden sonra hapis yatan Alparslan Türkeş’i Türkiye 27 Mayıs 1960’da tanıdı. Alparslan Türkeş dendiğinde halen radyodan yaptığı konuşma akla gelir. Ve “Kudretli Albay” olarak tanımlanır. Bizim çocukluk-gençlik yıllarımızda da merhum Türkeş’e “Başbuğ” yerine “Albay” denirdi. Başımızda kavak yellerinin estiği yıllarda “Albay” lığı ulaşılamayacak bir rütbe zannederdik. Gerçek anlamda kudretli olan bir albayın generallerden daha yüksek rütbede olduğuna inanırdık. İnançlı ve kararlı bir albayın sadece generalleri değil, başkanı-Cumhurbaşkanını dize getireceğine inanır, vatandaşların da böylesi bir albayı başına taç yapacağına güvenirdik. Albaylığın anlamı çok derindi bizler için...
Merhum Hüseyin Cevizoğlu ve Turgut Nasun Paşa MÇP’nin kimsesiz günlerinde gelip “Emekli generaller olarak Albay Türkeş’in emrinde bulunmaktan onur duyarız” dediklerinde bazıları buna anlam verememişti. 1992 yılında Erzurum’da Kolordu Komutanlığını ziyaret eden Türkeş’e Atatürk’ün imzalı fotoğrafını hediye eden Korgeneralin “Komutanım...” hitabetine tanık olan siyasilerle beraber gazeteciler de anlam verememişti. Bir emekli Kurmay Albay’ın halen görevde olan subay ve generaller üzerindeki etkisi üzerine yöneltilen soruları tebessümle “kudretli rütbesi hepsinden kıdemlidir” sözüyle geçiştirmiş olsam da gerçekteki gizemini o zamanlar çözebilmiş değildim.
Terörle mücadelenin had safhaya çıktığı yıllarda merhum Türkeş, parti genel merkezi ve Meclis’teki odası dışında başka mahfillerde daha doğrusu özel büro ya da yemeklerde albay ve generallerle buluşur saatlerce sohbet ederdi. “Altı ay hazırlık, altı aylık operasyonla terörün kökünü bir yılda kazırız” sözlerinin kaynağı o toplantılardan aldığı özel bilgilere dayanır. Türkeş’in “Kudretli Albay” olduğu yıllarda teğmen, üsteğmen, yüzbaşı olan subaylar yıllar sonra general olduklarında Türkeş’e olan hayranlıkları bitmediği gibi O’nun haklılığının teyit edilmesi üzerine her fırsatta O’nun tecrübelerinden faydalanmaya çalıştılar.
Bugün AKP’nin varoluş ve iktidara getirilme sebeplerinden olan 28 Şubat sürecini Türkiye’de en iyi okuyan lider şüphesiz Alparslan Türkeş idi... 28 Şubatçıların arkasında kimlerin olduğunu görüyor, bunun Türkiye’nin “dönüştürülme planı” nın bir parçası olabileceğini hissediyordu. Bugün ağzı olan konuşuyor. Her biri kendisini demokrasi havarisi ilan etmekten beis duymuyor. 12 Eylül darbesinde Kenan Evren’in kılıcına karşı boyunlarını uzatanlar, 28 Şubat’ta da yağdanlık yaptıklarını unutturmaya çalışsa da arşivler yalan söylemez.
Alparslan Türkeş, merhum Erbakan’ı ziyaret ederek uyarmış, Tansu Çiller ile görüşüp gerilimi düşürmenin yollarını aktarmıştır. Darbelerin en büyük mağduru Türkeş bizzat Genelkurmay Karargahına giderek generallere siyaset dersi vererek, devletin devamlılığı için siyasi otoritenin ciddi yanlışlarına rağmen görevini sürdürmesi gerektiğini, çözümün demokratik seçimler olduğunu vurgulamıştır. Aynı Türkeş Köşke çıkarak Süleyman Demirel’e ordu ile iktidar arasındaki dengeyi sağlaması için yaptığı öneriler, Demirel tarafından tam anlamı ile yerine getirilmiş olsa bugün belki AKP olmayacaktı. Başbakan yardımcısı Tansu Çiller’e verilmiş olsa 28 Şubat mağduriyetinin edebiyatı yapılamayacaktı. Nitekim merhum Erbakan’a “istifa et” gibi bir baskının yapılmadığını başta Demirel olmak üzere dönemin tanıkları bugünde dile getirmektedir.
Kaos günlerinin “akil adam” ihtiyacı bugün de hissedilmektedir. Kudretli Albay Türkeş aynı zamanda “Akil adam” dı... Gerçek anlamda “ombudsman” dı... Yerinin halen doldurulmadığı gün gibi belli. Türkeş yaşasa hayali darbe avcıları bu denli pervasızca orduya saldırabilir miydi? Teğmeninden, generaline kadar komuta kadrosunun yüzde onunu hapse tıkabilir miydi?
Türkeş’i anlayabilmek, Türkeş’in her şeyden önce Türkiye ve Türk Dünyasının birlikteliğinden geçer. Türkeş’i ve MHP tabelasının ilk takılma görüntülerini önümüzdeki yazıya bırakıyor, Türkeş’in ruhuna Fatihalara çağırıyorum.