Korkutan Suriye gerçekleri!
İktidarın büyük “telaşı” ve ne yazık ki; MHP destekli oylarıyla, “Suriye Tezkeresi” nin TBMM’den çıkması zaten gündemde olan sorunu daha da önemli hale getiriyor.
Anlaşılan o dur ki, Türkiye daha doğrusu AKP iktidarı “Suriye ile savaş” sevdasından mı, macerasından mı demek lazım bir türlü vazgeçmiyor.
Oysa, BM’deki zorlu görüşmelerden sonra, Suriye sorunu “rayın oturmuş” gibi görünüyor.
Nitekim; İngiltere, Almanya ve İtalya gibi Batılı devletler Başkent Şam’daki diplomatik faaliyetlerini yeniden harekete geçirmeye hazırlanıyor.
Tabii ki bunu gerek “diplomatik” gerek “ticari” girişimlerin hızla takip etmesi bekleniyor.
Üstelik, ABD’nin içine düştüğü “derin” kriz yüzünden sakinleştiği hatta İran’la ilişkilere başladığı da biliniyor.
Yani Suriye sorunu, uluslararası arenada sanki “dondurulmuş” gibi fotoğraf veriyor.
Kaldı ki, Suriye’nin etnik gerçekleri de yavaş yavaş su üstüne çıkıyor.
Böylelikle, farklı uluslararası yaklaşımlar sergileniyor.
Gerçekten de, Suriye Krizi görünüş itibarıyla Arap Baharı’nın ölümcül sonu ve Arap Dünyasında yeni bir sivil itaatsizlik ve otoriter rejimler çağının başlangıcı sayılıyor.
Suriye’deki durum, farklı dini mezhepler ve uyrukların birbirleriyle savaşmasını içermektedir ki bu Arap Baharı’nı tecrübe etmiş Arap ülkelerinin çoğunun yüzleşmediği bir deneyim olarak kabul ediliyor.
Muzaffer Baca’nın yazdığı gibi; “Suriye iç savaşının patlak vermesinin ardından, otoriter çevreler teşvik edilmektedir ve aynen Mısırda olduğu gibi, dünya güçleri politikalarını değiştirerek demokratikleşme hareketlerine öncelik ve insan hakları yerine istikrara destek vermektedir.
Mezhepçilik, bölgecilik, kabilecilik ve sınıf mücadelesi çoğu zaman Arap siyasetine hakim olmakta ve bu şekilde iç düşmanlıklardan beslenen despot rejimleri yaklaşık yarım yüzyıldır uluslar üzerinde egemen kılmaktadır.
Suriye’deki kent-kır ikileminin mezhepsel boyutu özellikle dikkat çekicidir.
Küçük dini azınlıklar esasen yoksulluğun hüküm sürdüğü taşrada yoğunlaşırken, zengin ve büyük kentlerde Sünniler baskındır.
Mezhepsel ve coğrafi unsurların da dolayısıyla kentli Sünniler ile taşralı dini azınlıklar arasındaki ilişkiye dair yapılacak herhangi bir analizde ayırt edilmesi neredeyse imkansızdır.
Keza, birbirleri üzerine güçlü bir biniş yaptıklarında ve ayrılmaz bir bütün görünümü verdiklerinde mezhepsel, bölgesel, kabilesel veya sosyoekonomik kategorileri de ayırt etmek zordur.”
Bu arada, nüfusun dil ve din temelinde yapılan alt ayrıştırması sonucunda %82.5’b4lik bir kesimin Arapça konuştuğu ve %68.7’b4lik bir kesimin Sünni Müslüman olduğunu unutmamak gerekiyor.
Suriye’de başlıca dini azınlıklar ise; büyüklük sayılarına göre (%11,5 ile) Aleviler, (%3,0 ile) Dürziler, (%1,5 ile) İsmaililer ve (%4,7 ile) Suriye’deki tüm Hristiyanların (%14,1) en önemli topluluğunu oluşturan Yunan Ortodoks Hristiyanlar olduğu pek dillendirilmiyor.
Ana etnik azınlıklar; (%8,5 ile) Kürtler, (%4,0 ile) Ermeniler, (%3,0 ile) Türkmenler ve Çerkezler’den oluşuyor.
Suriye’nin bağımsızlığını elde ettiği 1963 yılında başlayan Baas Rejimi, Baas öncesi dönemden (1945-1963) çok daha uzun süre dayanması dikkatleri çekiyor.
50 yaş altı Suriyelilerin ezici çoğunluğu, sadece Baas Rejimini deneyimlemiş olup, Baas yönetimi haricinde bir şey bilmemekte zira, okulda ve resmi basın yayın organlarında Baas ideolojisi ve düşünce tarzı topluma yaygınlıkla deklare edilegeldiği bir ülke profili ortaya çıkıyor.
Bu yapı nedeniyle, Suriye’deki ayaklanmalar Baas rejiminin uyguladığı baskının bir sonucu olmakla beraber, halkın kitleler halinde sokaklara akmasını organize eden ve bu hareketi sevk ve idare kabiliyeti olan hiçbir muhalefet bulunmuyor.
Böylelikle ayaklanmalar, bir iç savaş görünümüne dönüşerek ülke tarihinin en kanlı mücadelelerinin nedeni olarak şimdiden tarihte yerini alıyor.
Ne yazık ki; barışçıl yollardan, görüşmeler yoluyla düzenin ikamesi ve hükümet değişikliğine olan umutlar kısıtlı, hatta “akim” kalıyor.