Korku, kuşku ve şüphe: İşte Türkiye!
12 Eylül öncesinde Süleyman Demirel, Ankara’ya döndüğünde “Anadolu’dan geliyorum, dağa taşa korku sinmiş” diye bir açıklama yapmıştı. Günümüzde benzer bir süreç yaşanmaktadır. Belki her tarafa korku sindiğini söylemek haksızlık olur ama başkent dahil hemen her kuruma şüphe ve kaygının sindiğini rahatlıkla söylemek mümkündür.
Kaygı ve kuşkuların
kurumsallaşması!
Yaşanan siyasi ve ekonomik belirsizlikler toplumsal sağduyunun yok olmasına neden olmuştur. Ülkede herkes birbirinden şüphe eder ve kaygı duyar hale gelmiştir. Son yıllarda devletin kurumları arasındaki uyumsuzluklar adeta bu kaygı ve kuşkuları kurumsallaştırmıştır. Bir süre önce birileri Genelkurmay Başkanlığı’nın önünde gazetecilere içinde krokiler bulunan sarı zarflar servis etmişti. Devam eden süreçte Genelkurmayın bilgisayarlarına sızıldığı ve oradan andıç adlı medya değerlendirme raporunu basına sızdırmıştır. Buna benzer bir çok vaka yaşanmıştı.
Yüksek Yargı mensupları
dinlendiğinden şüphe duyuyorsa!
Son yaşanan olay ise tam da “Burası Türkiye” dedirten cinstendir. Ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanvekili, yemeğe giderken bir araç tarafından takip edildiğinden kuşkulanıyor. Kendisini takip eden aracın polise ait olduğu anlaşılınca Başkanvekili “dinleme yapılıyor olabilir” diyerek araçta arama yapılmasını istiyor. Ayrıntısına girmek çok anlamlı olmayabilir. Zira konunun polisiye tarafı önemli değildir. Sonuçta bu ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanvekili takip edildiği ya da dinlendiğinden kuşkulanıyor. Bu inanılmaz bir durumdur. Yanlış anlaşılma vardır ya da yoktur, onu da tartışmıyoruz. Dinlenme ya da takip edilme de gerçek olmayabilir o da ayrı bir husustur. Gerçek şudur: Yüksek yargı mensubu bir yargıç böyle bir kaygı taşıyor.
Kaygı ve korku ülkenin ufkunu kapatmıştır!
Bir ülkede yüksek yargı mensupları bile takip edilme ve dinlenme kaygısı taşıyorsa sıradan vatandaşların durumunu varın siz hesap ediniz. Bu tür olaylar normal bir ülkede olabilecek olaylar değildir.
Elbette birileri bu ülkede “yasa ve hukuk var” diyebilir. Ancak yasaların ve hukukun olmadığı hiçbir ülke yoktur. Önemli olan yasa ve hukukun olması değil onun nasıl uygulandığıdır. Sanıldığı gibi hukuk ve yasalar da herkes için değildir. Hukuk ve yasa ondan yararlanmasını bilenler için bir anlam ifade eder. Demokrasi, haklardan ve adaletten herkesin yararlanmasını sağlar.
Kapatma davası birilerinin ufkunu kapatmıştır!
Olan biten, birilerinin başka birilerinin bileğini bükmeye çalıştığını göstermektedir. İktidarın ’Bize nasıl kapatma davası açarsınız’tepkisi her icraatına yansımaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da ülkenin ufku kaygı ve korku karabasanı kapatılmıştır. Gestapo yöntemleri devrededir. Birileri cadı avındadır. İş, daha da ileriye taşınarak tele kulak, tele tuzak ve internette youtup bir silah gibi kullanılmaktadır.
Nefislerinin iktidarına mağlup olanlar Türkiye’yi dolu dizgin uçuruma doğru sürüklemektedir. Bütün bunları birileri, ülkedeki her şeyi mülkiyetlerine geçirmek ve denetimleri altına almak uğruna yapmaktadır. Olanlar da halka olmaktadır. Bilinmelidir ki, bu ülke bir iktidarın midesine inecek kadar küçük, aynı anda iki iktidarı kaldıracak kadar da büyük değildir. Herkes yerini ve haddini bilmezse sonuçta herkes zarar görecektir. Tekraren hatırlamaktan yorulmayacağız!