Köpekbalığı sürüsü gibi
Kilometrelerce uzaktan gelen kan kokusunun peşine düşen kimi “gazeteciler(!)” yaşanan sivil katliamını yok saydılar ve “Libya Irak olmayacak” diyerek işgal çığırtkanlığına soyundular
Kimi “olacağın” idrakinde, kimi hayal dünyasında, kimi de alabildiğine azgındı... Baktıkları, gördükleri ve algıladıkları tümüyle birbirinden farklı olsa bile bir ortak payda olarak devam filmlerinin afişlerine benziyordu dünkü gazete
manşetleri:
“Tezkere II”
“Testere” filminin izleyicinin yüzünde tokat gibi patlayan sorusu geldi aklıma:
“Hayatta kalmak için ne kadar kan dökmeniz gerekir?”
Küçük çocuklara sorarlar ya, “göster amcaya ne kadar seviyorsun anneyi?”
Çocuk düşünmeden, yetiştirilirken aile üyelerinin zihnine ince ince yerleştirdiği kodlar sayesinde, kollarını -ama az ama çok- iki yana açar ve yanıtlar:
“Bu kadar!”
Vicdanları “testere”yle doğrayan fotoğrafların karşısına geçip “seni” bu kadar “seviyorum iktidar” diye haykırıyor sanki müstemlekeci dünya:
“Bu kadar!”
“Gücümü korumak uğruna, zift karasına buladığım ellerimle, iki günde bir ülkeyi “insan”ların başlarına yıkacak ve bombalarla lime lime olmuş etten, kemikten, yıkıntılar arasından sızan kandan kendime bir ziyafet sofrası kuracak kadar!”
İşin bu kısmı emperyalizmin şanından, tamam da...
Tamam olmayan bir şey var bu
fotoğrafta.
Geride bıraktığı ceset yığınları hala sıcak olan Irak tecrübesinden sonra, kimi zaman yayımladıkları günah çıkarma metinlerini de hatırlayınca, “demokrasi getirmek” vaadinin her zaman “demokrasi getirmek” eylemine tekabül etmediğine dair dersi, sözüm ona çıkarmış olan gazeteci milletinin rezervasyon yaptırdığı işgal izleme kulesi, neden hala yayılmacı ülkelerin iştahla gömüldüğü masanın dibi?
Önlerine kemirilmiş kemikler atılmasını mı bekleyecekler beslemek için
haberlerini?
***
Dün dehşete kapılarak okuduğum yorumlardan birinde “Mısır’da,Tunus’taki olaylar sırasında, liderlere “Sokaktaki halkın istemlerine kulak verin” çağrısı yapan hükümetin, Libya’da sivil halk öldürülürken her türlü askeri müdahaleye karşı çıkması gereksizdi” diyor
biri.
İyi de askeri müdahale ile de sivil halk öldürülmüyor mu şimdi?
“BM Güvenlik Konseyi kararı Libya’nın işgal edilmesine ya da bölünmesine karşı kırmızı çizgiyi çekiyor. En azından, Batılı orduların işgal edeceği bir Libya olmayacaktır bu... Yeni bir Irak ile karşı karşıya değiliz” diyor
diğeri!
Peki; Irak’ın teknik olarak bölünmemiş yerlerinde yaşayanlara sorun bakalım; kadınları tecavüze uğrarken, üstlerine kimyasal bombalar yağarken onlara da “bu bir işgal değil, sizi özgürleştiriyoruz” demiyor muydu birileri!
***
Kalemini satanlara, işgalin mutfağında yevmiyeyle yamaklık yapanlara değil ama sırf “Batı’nın karşında tutunamayız kompleksiyle” işgali kutsayanlara cuk oturuyor Banu Avar’dan yaptığımız şu
hatırlatma:
“Birleşmiş Milletler 2005 Dünya Zirvesi kararının adı: Koruma hakkı... Right to protect!
Bu kararla bir ülkede can güvenliği olmadığını söyleyen bir grup bahane edilerek yedi düvelin işgaline cevaz veriliyor...
Bu kusursuz bahane sadece yedi düvelin çıkarları çerçevesinde devreye sokuluyor. Ne Gazze’de, ne Lübnan’da ne Bahreyn’de, ne de Afrika’nın onlarca kan dökülen ülkesinde hatıra
gelmiyor...
Birleşmiş Milletler yasası sadece petrol coğrafyasında kullanılıyor..
Hep söyledik, emperyalizm çıkarları için bir BAHANE yaratır.. Yolunu döşer kanunu çıkarır.. Her ülkede bir muhalefet kışkırtır.. Muhalefeti isyanla görevlendirir. İsyana müdahale edilirse o devlet çökertilir. Libya bunun son örneğidir.”
Belki de şöyle bitirmeli;
İnşallah hakikaten de Libya’dır bu “kukla tiyatrosu”nun son perdesi...
Yoksa “gol pası” diye önümüzdeki topa atladığımız anda “kendi kalemiz”deki ağların yırtılması an meselesi.
+++
“Danışman” Brezinski’yle tehdit etti
Libya’nın başına geleni yorumlarken Brezinski’nin 1997’de yazdığı “Büyük Satranç Tahtası” kitabını hatırlatan Mehmet Altan, buradan yaptığı alıntıyla Türkiye’ye rolünü hatırlatmış dünkü yazısında:
“Amerika, istikrarlı ve bağımsız bir Güney Kafkasya ile Orta Asya’yı teşvik etmek için Türkiye’yi yabancılaştırmamak konusunda dikkatli olmalıdır ve Amerika-İran ilişkilerinde bir düzelmenin yapılabilirliğini araştırmalıdır. Katılmak istediği Avrupa’dan dışlandığını hisseden bir Türkiye daha İslamcı olacak, daha büyük olasılıkla inadına NATO’nun genişlemesini veto edecek ve laik Orta Asya’yı dünya ile bütünleştirmek ve istikrarını sağlamakta Batı ile daha az işbirliği yapacaktır. Bu nedenle, Amerika, Türkiye’nin nihai olarak AB’ye kabulünü cesaretlendirmek için Avrupa’daki etkisini kullanmalıdır ve Türkiye’ye Avrupalı bir devlet gibi davranmaya özen göstermelidir. Ankara ile Hazar Denizi Havzası ve Orta Asya’nın geleceğiyle ilgili düzenli görüşmeler Türkiye’nin ABD’yle stratejik ortaklık duygusunu besleyecektir.”
Yeni Harman dergisi son sayısında, Tempo dergisinin 1993 yılında yaptığı bir şakayı hatırlatmış. Buna göre gazeteciler Başbakan’ın sekreteri sıfatıyla kimi köşe yazarlarını arayarak, Tansu Çiller’in danışmanı olup olamayacaklarını sormuşlar.
Bakın ne olmuş Mehmet Altan’ın cevabı:
“Böyle bir teklife itirazım yok. Çünkü ben zaten profesyonel danışmanım, işim bu profesör olarak, yazar olarak.”
İnsan merak etmeden duramıyor “Brezinski ile korkutmak” temalı yazı acaba kim için servise konulmuş danışmanlık hizmeti?
+++
O kadar derine dalmaya gerek yok
WikiLeaks tefrikasının son bölümünde “Derin devlet”in kullandığı “kıdemli gazeteciler” konusunu cımbızlamış Taraf binlerce belge içinde. Buna göre ülkenin önemli gazetelerini yönetmiş/yöneten iki gazetecinin de adını vermiş “paralı ajan” diye!
Bu Taraf da pek garip valla...
Burnunun ucundaki “Amerikan devleti”ne çalışan, “açıkta” yüzmeyi seven, ayan beyan ortadaki “içinizdeki paralı ajan”lar dururken, “derinlerde” boğulma tehlikesi yaşamaya bu merakınız niye?
Taraf
+++
Tarih hoşafçılıkla yazılmıyor
Adana’da Toroslar’ın yamaçlarına serpilmiş köylerinde onlara “hoşafçı” derler. Köyde rakip, hasım, düşman haline gelmiş tarafların; günü gelince pala, ustura, hançer, silah, taş, Allah ne verdiyse birbirleriyle kavgaya tutuşacağı kesindir.
Biri mutlaka çıkar.
Tarafsızlığı oynar.
“Yapmayın, etmeyin, kardeşi kardeşe vurdurtmayın” diye kendi kendine konuşur. Aslında onu kimse dinlemez. Akacak kan da zaten damarda durmaz. İşte o sonucu değiştirmeden “boş boş konuşan adama” Adana köylüklerinde “hoşafçı” derler.
Hoşafçılar bitaraftırlar.
Bertaraf olurlar.
Türkiye Libya’da hoşafçı oldu!
Anadolu topraklarında var olmuş 30’dan fazla medeniyetten kalma tarihi eserleri 250 yıldır soyup kaçıran ve müzelerine koyan İngiliz, Amerikalı, Alman, Rus, Fransızlardan; Anadolu tarihinin malı eserlerin geri dönmesi için kampanya başlatan bizim Adanalı Yaşar Yılmaz, “Hoşafçılar Makyavel’i okusalardı boş konuşmalarla ciddiye alınmayacaklarını bilirlerdi”
diyor.
Makyavel’in sözüdür:
Bir taraf olan bertaraf olur.
Yani hoşafçı!
***
Havadan Fransız uçakları!
Denizden ABD füzeleri!
Karadan İngilizler!
Libya’yı çembere aldılar.
Bomba ve füze yağdıyorlar.
Dün ikiyüzlü hayranlıkla Roma’da elini öptükleri, Paris’te çadır kurdurup seçim için para aldıkları, Londra’nın göbeğinde çok ünlü LSE (London School of Economics) için bağış kopartacak kadar yakınlaştıkları sürme göz diktatör Gaddafi’yi indirecekler.
Tarihi onlar yazmış olacak!
Libya halkını onlar kurtaracak.
Yeni liderin kim olacağına ve “Libya’nın yeraltı zenginliklerinin de hangi esaslara göre kime ne kadar dağıtılacağını” yine onlar kararlaştıracaklar.
Türkiye sadece konuşuyor.
Kardeş kardeşi vurmasın.
Diktatör Kaddafi zalimleşmesin.
Hoşafçılık tarih yazamıyor.
Necati Doğru / Sözcü
+++
Hadi oradan...
Avni Özgürel 16 Mart’ta CNN Türk’te Medya Mahallesi programına çıktı. Tutuklu gazeteciler hakkında konuşuyordu. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi: “Mustafa Balbay’ın gazetecilik sınırlarını aşan bazı faaliyetleri olsa da...”
... Televizyona çıkıp sadece gazete spotlarını ve ispatlanamayan iddialara, polisin sızdırdığı itibarsızlaştırıcı bilgilere dayanarak insanların kaderleri üzerinde böyle pervasızca konuşulur mu? Avni Özgürel gazeteci, Mustafa Balbay değil öyle mi? Rahmetli Erbakan’ın deyişiyle: “Hadi oradan... Hadi oradan... Hadi oradan”
Odatv.com
+++
Bu numaralar bayatladı
Kendi yazılarını patronun temsilcisine yazdırtan genel yayın yönetmenini bilir mi Ergun Babahan? Kendisinin bilgi ve derinliği çalıştırdığı genel yayın yönetmenini aşan, ama konumu yazarlık yapmaya izin vermeyen bir medya grup başkanının ’hayalet yazarı’nı hatırlar mı Ergun Babahan?
Hayatı böyle yaşayanlar, başkalarını da kendileri gibi görürler. Başkaları tarafından kumanda edilenler, herkesin
kendileri gibi olduğu yanılsamasına kapılırlar.
Gördüm ki Ergun Babahan da ucuz komplo ve dedikodudan hoşlanır olmuş. Bir de ağabeylerinden öğrenmiş; kendi basiretsizliğine yönelik eleştiriler karşısında patronlarını hedef almaya başlamış...
Bunlar ucuz numaralar be Ergun... Yakışmıyor sana... Hele hele kapısında ’Beni işe alın’ diye dilendiğin patronlara saldırınca daha da komik oluyorsun... Ama bir dakika, sen bunu hep yapıyorsun, değil mi?
Zamanında Aydın Doğan’a da gidip ’Hep beraber sizin emrinize girmeye hazırım’diyen kimdi? l Oray Eğin / Akşam
+++
“İcabına bakma” makamı
...Ne ile suçlandıklarını bilmeyen gazeteciler hakkında tutukluluk durumunun devamına karar veriliyor.
Artık yargıçlar ve savcılar biliyorlar ki hükümetin beğenmediği kararlar verirlerse başlarına bu gelecek.
Görev yerleri değiştirilecek, terfileri engellenecek vs.
Kuşkusuz ki buna rağmen vicdanı sadece hukuka bağlı olan yargıç ve savcılar da çıkacaklar. Ama onları bekleyen sonu göze almak kaydıyla!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkmasını şöyle açıklıyor: “Bir savcı, bir başbakan olarak size hissi baksa, hakkınızda dava açsa, ülkenin Başbakanı o savcının elinde oyuncak olacak.”
Bence endişesi son derece yersiz! HSYK en fazla bir-iki hafta içinde o savcının “icabına bakmakta” gecikmeyecektir...
Bu sözü rahmetli Seyfi Demirsoy mu söylemişti, yoksa rahmetli Halil Tunç mu, tam olarak hatırlayamıyorum: Ankara’da yargıçlar var!
Artık durum değişti: Ankara’da hükümetin emrinde bir HSYK var!
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet