Konuşmayı unutuyorum

Bu da Adalet Bakanı’nın nezaret etmediği Silivri gezisi...
Konuşmayı unutuyorum

4 no’lu açık görüş odasına geliyoruz. Bir nevi okul yemekhanesi. Tek farkı içinde bir jandarmanın olduğu gözetleme kabini ve etrafa serpilmiş polis memurları.
Duvara Pinokyo ve Gepetto Usta’nın resimleri yapılmış.
Heyecanlıyım, nereye oturacağımı bilemiyorum. Polis ‘Canın nereye isterse’ diyor.
Görüş salonunda bulunan iki demir kapıdan biri açılıyor. Polis memurları görünüyor önce, arkalarından Müyesser Uğur (Yıldız)...
Neşeyle geliyor bana doğru, ‘Hoşgeldiniz’ diyor.
Ayağa kalkıyorum ‘Sarılmak serbest mi?’ diye soruyorum. Daha memur yanıtlamadan ‘Herhalde canım’ diyor. Sıkı sıkı sarılıyoruz. Oysa birbirimizi şahsen tanımıyoruz. Ben onu mahkeme salonlarından, gazete sayfalarından tanıyorum. Bir de tutuklu yargılandığı Odatv Davası’nın duruşmalarında yaptığı sağlam savunmalardan. Argoya giren ve kadının erkekliğini, yiğitliğini anlatan o tanımı kullanmak isterim Müyesser Hanım için ama o da bir gazete sayfasına fazla kaçar!
Önce terörist şimdi cani
Polis memurlarıyla şakalaşıyor, gülüşüyor. ‘Uzun zamandır baskına gelmedin’ diyor. Sonra dönüp ‘Koğuş baskınına geliyor, tünel kazıp kazmadığımı kontrole...’ diyor.
Gülüyoruz.
Memurlar bize çay ikram ediyorlar. Müyesser Uğur yakıyor bir sigara, bana da ikram ediyor.
Hemen ‘dışarıyı’ soruyor, neler oluyor, hayat nasıl ilerliyor, diğer tutuklu gazetecilerden haber var mı diyor?
Duyduğum bildiğim ne varsa anlatıyorum.
Konuşmasındaki pelteklik dikkatimi çekiyor. ‘Haftada sadece bir gün ve bir saat konuşuyorum. Çarşambaları görüş günüm, oğlum ve kocam geliyor. Onun dışında hiç konuşamıyorum, konuşacak kimsem yok. O yüzden konuşmam geriledi, konuşmayı unutuyorum yavaş yavaş. Biraz konuşunca da hemen dilim şişiyor’ diyor.
O an gözlerinin dolduğunu görüyorum.
Aslında aynı ‘dertle’ o masaya oturduğumuzu anlıyorum.
Birbirimize umut vermek için.
Kimse o masadan ağlayarak ve karararak kalkmak istemiyor.
İtiraf ediyor, ‘Kendimle yalnız kalmamaya özen gösteriyorum. Özellikle kafam yastığa düşene kadar okuyorum. Sabah başlıyorum ve gece baygın düşene kadar okuyorum. Hiç düşünmemeye çalışıyorum çünkü düşünmeye başladığım an delirecek gibi oluyorum. Uğradığım haksızlığa isyan etmek istiyorum. Edemeyince çok çaresiz hissediyorum. Tüm yazarları okuyorum. Bazılarının yazılarını dosyalıyorum. Notlar alıyorum. Bugünleri tarihe not ediyorum. Kimin kime hizmet ettiğini uzaktan çok daha net görüyorum. Kitap yazıyorum, bitmek üzere. 1919 Malta Mahkemeleri ile bugünü karşılaştırıyorum kitapta...’ diyor. Ellerine bakıyorum; yara ve nasır içinde, ‘Bu düzelmiş hali’ diyor...
‘Televizyonu çok az izliyorum. Ahmet Hakan’ın programını seyrediyorum. Cüneyt Özdemir değişik konular işliyor, ona bakıyorum’ diyor. ‘Nagehan Alçı’yı ve Nazlı Ilıcak’ı gülmek için izliyorum. Sahi onlara para mı veriyorlar o program için’ diye soruyor, basıyor kahkahayı: İçeriye girdiğimden beri 100 tane kitap bitirmişim. Sürekli göz numaram artıyor diyor. Artık iyice bulanık görüyorum etrafı...
Haliyle gündem konuşuluyor. Kürtaj meselesine kızgın. Sezaryenle doğum yapmış, ‘Başbakan beni önce terörist ilan etti şimdi de cani’ diyor.
Bizi unutmayan
gazeteciler tehlikede
Susmadan konuşuyoruz. O bana soruyor ben ona. Bir yandan da birbirimizi tanımaya çalışıyoruz.
Ara ara duygulanıp hemen konuyu dağıtıyoruz. Oğlundan bahsederken, kocasından bahsederken gözlerinin içi gülüyor. Arkadaşlarına kırgın, çoğu bu süreçte terk etmiş onu. ‘Sık sık mektup yazan gazeteciler vardı, dostlarım vardı, hepsi kesildi. Korkuttular onları’ diyor. Ayşenur Arslan’ın gönderdiği öpücüklerden bahsediyoruz. ‘Ona nasıl acımasızca saldırıyorlar, çok üzülüyorum’ diyor.
Sonra elimi tutuyor: Bizi unutmayanın, bizi yok saymayanın başı belada. Sizlerden istenen bizi terk etmeniz. Bu olayı, bu dosyayı, bu davayı yok saymanız... Çoğunluk üzerinde başarılı da oldular ama bir azınlık kaldı ki, işte o azınlık hep tehlikede...
Tuğçe Tatari / Akşam

+++

Eskiden “korka korka” da
olsa yazardı; ya şimdi!

Kitaplığı karıştırırken gözümüze Kenan Evren’in “12 Eylül’den önce ve sonra - Ne demişlerdi, Ne dediler, Ne diyorlar” adlı kitabı ilişti. Milliyet Yayınları’ndan 1997 yılında çıkan bu kitapta Evren, 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrası yazılan köşe yazılarını toplamış, vakti zamanında aldığı notları da ekleyerek bir kitap oluşturmuştur. Bu kitabın 360. sayfasında aynen şunları okursunuz:
“Melih Aşık da bana karşı olanlar arasında baş sıralarda yer alır. Gün geçmiyor ki aleyhimde bir şeyler yazmamış olsun...”
Kitabın diğer sayfalarında olumsuz yazılarımızdan alıntılar yer alır...
Evren kimi gazeteler ve köşe yazarlarından şikâyetçiydi. Genel eleştiriler yaptığı olmuştur. Ancak yazarların şahsıyla uğraşmadı. Ne hakaret duyduk ne kırıcı bir söz... Üstelik sivil hukukun askıya alındığı bir dönemdi...
Öyle ve böyle dönemlerde yazılar kelle koltukta yazılır. Mustafa Ekmekçi cesur yazı yazan kalemlerin başında gelirdi. Bir gün okuru sormuş:
- Bu cesur yazıları nasıl yazıyorsun?
- Korka korka, diye yanıt vermişti Ekmekçi...

***

Gazetelerde yapılan eleştirileri olağan kabullenen, dava açmayan siyasilerden biri de Süleyman Demirel’dir. Onun şu sözü ünlüdür:
- Siyasetçi kafayı gazetelere takarsa öğleye kadar kendine gelemez...

***

Mesleğin ünlülerinden Hüseyin Cahit Yalçın bir gün öfleye pöfleye yazısını bitirmeye çalışıyor. Çünkü ne yazsa egemenlere dokunuyor. Sıkıntıyı hisseden arkadaşı sormuş:
- Ne o üstat ilham perisiyle aran bozuk galiba...
- İlham perisiyle değil de ilham polisiyle başım belada üstat...
Melih Aşık / Milliyet

+++

“Aracılar” size çalışıyor
Sayın Başbakan

Muhalefet partileri de aynen iktidar partisi gibi “milli iradenin tercihi” olarak Meclis’e girmiştir ve iktidar kadar konuşma, fikir üretme, tartışma, eleştirme hakkı vardır. Bunlar ortada dururken Başbakan’ın neden devamlı olarak halka “medyayı ve muhalefet partilerini kötüleme, şikayet etme” yolunu seçtiği anlaşılmaz bir durum.. Diyarbakır’da da bir önceki konuşmasında olduğu gibi dedikodudan filan söz ettikten sonra “Biz aracılarla konuşmayız, devamlı medya üzerinden iletişim kuranlardan değiliz” dedi.. Oysa o aracılar halkın “haber alma” özgürlüğünün ta kendisidir ve Başbakan da örneğin Grup konuşmalarını aynı medya tarafından ülkeye duyuruyor.. Yani medya istediğiniz şekilde hareket edince iyi, istemediğiniz bir şey olduğunda kötü olarak değerlendirilemez, siyasetçiler bunu yapmamalıdır, daha önceki dönemlerde de yapmadılar.
Ruhat Mengi / Vatan

+++


Yandaş ayrışmasında son perde
İlla bir “Ali” kovulacaksa Yeni Şafak neden “onu” göndermedi
...Eğer Yeni Şafak’ta hükümet aleyhindeki yazılarından dolayı işine son verilenler olsaydı, bu isimlerin başında Ali Bayramoğlu gelmeliydi. Çünkü Bayramoğlu İçişleri Bakanı’na “Marangoz hatası” dedi fakat işine devam ediyor. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken kimin kimi işten attırdığı değil, Ali Akel’i işten atıp, Ali Bayramoğlu’nu tutmanın anlamıdır!
Nuh Gönültaş / Bugün

+++

GÜNÜN SORUSU
Yaklaşık 300 milyon liraya yaptırılması planlanan yeni Başbakanlık ‘Sarayı’ için 1. derece sit alanı olan Gazi Tesisleri, sadece 10 gün içinde 3. derece sit alanına dönüştürülmüş. Bunun için de arazide yer alan 60 yaşındaki sedir ağaçları, 20 yaşında gösterilmiş... Soru TMMOB Orman Mühendisleri Odası Başkanı Ali Küçükaydın’dan bu kararı verenlere:
İçerisinde 133 bitki türü bulunan bir alanı herhangi bir Batı ülkesinde 10 günde imara açabilir misiniz?
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları