Konuş, senin de olur
Şahin Alpay, medyadaki günahlarını itiraf edenlere teşekkür borcumuz olduğunu yazdı. AB temsilcisi Karen Fogg’un darbe planlarında kullanılan gazetecilerle ilgili itirafta bulunursa, en büyük teşekkürü kendisi hak edecek
Cüneyt Ülsever’in “libareller neden tedavülden kalkmıyor” diye sorduğu gün, Şahin Alpay’ın “Türkiye’de yargıdaki ’demokrasi açığı’nın başlıca sorunu, yargıç ve savcıların büyük bölümünün liberal demokrasinin temel ilkelerine değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisine öncelik vermeleri” yazması “cuk” diye oturdu.
İşte bunun için egemen güçler liberalleri tedavülden kaldıramıyor:
Onlar olmasa Türkiye’deki kurumların çözüm bekleyen öncelikli probleminin “Cumhuriyet ideolojisine bağlılık” olduğunu kim yazacak? Karen Fogg’un ifadesiyle, Türkiye’yi “özgürlükleri kullanarak, tarihinin hakkından gelmesi için” kim ikna edecek?
Cengiz Çandar gibi
Cengiz Çandar gibi Amerikan okullarında yetişen, Cengiz Çandar gibi 1971 Temmuz’unda arkasına bakmadan soluğu Filistin’de alan, Cengiz Çandar gibi gerilla kamplarından ayrılma zamanı hep İsrail saldırılarının arifesine denk gelen, yani Çandar gibi hep son anda yırtan Şahin Alpay yargıdan sonraki tasfiye adresini hedef gösterdi dün: Medya...
Medyanın siyasi, bürokratik ve iktisadi güç sahiplerinin çıkarları doğrultusunda manipülasyona açık olduğundan yakındı. İtirafçı eski patronlar ve eski genel yayın yönetmenlerinin “kirli çamaşırları”nı saçmasını umut verici bulduğunu belirtti. İşlediği günahları anlattıkları ve medyanın ortak günahlarına ışık tuttukları için itirafçılara, onları konuşturanlara teşekkür borçluymuşuz...
Diyorum ki siz de kendi gazetecilik günahlarını anlatsanız da, elimizi vicdanımıza atmışken bir kerede ödesek bütün borçlarımızı! Bu kadar takdirle andığınıza göre, ufukta sizin için de bir “itiraf ayini” gözüküyordur değil mi?
Belki vakit vardır
Neden Filistin’e kaçmak zorunda kaldığınızdan, arkadaşlarınız bir bir ölür veya cezaevine konarken, MOSSAD eylemlerinden, hapisten, işkenceden paçanızı nasıl kurtardığınızdan başlayıp bir bir sıralasanız ya siz de pişmanlıklarınızı...
Pişmansanız tabii!
Diğer itirafçıların, bülbül gibi şakımaya, sırtlarını yasladıkları güçten mahrum kalınca başladığını düşünürsek, belki sizin için henüz erkendir ha! Belki hala “birlikte” yapacağınız işler vardır?
Karen Fogg’un size yolladığı mesajdaki “uyuyan güzelleri tahrik, ayaklandırma” yolunda, belki atmanız gereken son bir kaç adım kalmıştır.
(Uyuyan güzeller, Karen Fogg gibi AB’li diplomatların, Anadolu’da etnik kimlik siyaseti yapanlar, genç (ve sivil) aktivistler, Mason Atatürkçüler!, para karşılığı AB’yle çalışan sivil toplum kuruluşları ve neoliberaller için kullandığı “kod adı”ydı. Hedefleri “uyuyan köpekler” adını taktıkları milliyetçi çevreleri, ’gizli, sinsi hareketle bilgi toplama’ dahil her yola başvurarak, psikolojik savaşla yıpratmaktı!)
Yok eğer “Nevruz’da baktık bu maya tutmuş” diyorsanız, size teşekkür etmek için sabırsızlıkla yapacağınız itirafları bekliyoruz: Yazınızda eksik bıraktığınız, ’emperyalist güç odaklarının medya üzerinden manipülasyonu’nu anlatır mısınız?
Neden Taraf’a sızdırılan belgeleri, kimin sızdırdığı değil içeriği önemli de, Aydınlık’a sızdırılan Karen Fogg’la ilgili belgelerin içeri değil kimin sızdırdığı önemli? Liberal bakışın bu tezatını izah eder misiniz?
Amaç Karen Fogg’un şahsında, Avrupa Birliği‘ni karalamak diyen diller, neden amaç amirallerin, generallerin, emeklilerin, muvazzafların şahsında TSK’yı karalamak diyemiyor anlatır mısınız?
57. hükümeti devirmek için AB ve ABD’nin güdümünde, para karşılığı yazı yazanlar “darbecilerin kullandıkları gazeteciler” listesinde neden yoklar söyler misiniz?
Bu sorulardan başlayın, konuştukça devamı gelir... Söz ilk teşekkürü biz edeceğiz!
Açılım sonuç verdi:
Olaysız nevruz!
Devletin polisinin, savcısının işlenen suçları boş gözlerle izlemesi eğer olay değilse; evet, nevruz gerçekten olaysız geçti... Dikkat ederseniz.. Artık pankartlarda ya da konuşmalarda “Halkların kardeşliği” gibi sloganlara da pek rastlanmıyor. İskele önlerinde vapur görürsünüz... Vapur hareket etmiş gidiyor mu yoksa iskeleye mi yanaşıyor ilk anda anlayamazsınız... Ama bir tahminde bulunabilirsiniz... Buyurun: Acaba açılım olumlu sonuç verdi de ülkemizde kanayan yara iyileşiyor, bir büyük sorun çözülüyor mu? Yoksa tam tersine, ülkeyi derinden sarsacak bir bölünmenin ayak sesleri mi duyuluyor?
Melih Aşık / Milliyet
Bu nasıl bir
ajan sevmezlik!
Yenişafak’taki köşesinde “ajan-sever” medyayı eleştiren çiftkimlikli yazar, MİT eski Müsteşarı Sönmez Köksal’ın gazeteci-istihbaratçı ilişkisi için “Olur böyle şeyler” demesine pek içerlemiş. “O böyle diyor da, gazeteciler ve örgütleri ne diyor?” diye soruyor...
Topu başkalarına atmak kolay; peki sen ne diyorsun bay çiftkimlikli? Taha Kıvanç imzalı yazında, taaa1980’lere kadar gidip, konuyu, MİT’in sızdırdığı ölü terörist resimleri üzerinden sorgulayacağına, daha üç-beş yıl önce, gözünün önünde, yalının balkonuna çıksan, boğazın karşı yakasında göreceğin; Bebek’te gazeteciler, MİT’çiler, CIA’cıların ilişkisini belgeleyen bu fotoğrafı sorgulasana! Topu ortaya atmadan, konunun muhataplarına sorsana “Ne diyorsunuz bu işe” diye!
“Ajan-sever”leri gerçekten eleştiren yazar, tescilli ajanlarla kafa kafaya veren meslektaşlarına torpil mi yapıyor yoksa?
Liberaller ne işe yarar?
Türkiye’de liberallerin önemli bir bölümü -gerçeklerinden özür dilerim- SSCB’nin çöküşü ardından “sosyalistliğin” dünyada artık hiç prim yapmamaya başlaması üzerine sosyalistlik/komünistlik/Marksistlik’ten “liberalliğe” devşirilmiş “eski tüfeklerdir”.
“Devrimciliği” de “pratik” çalışmalarla öğrenmiş olan bu kişilerin çoğunluğu “liberalliğe” de kulaktan dolma masallarla alışmışlardır.
Kaba bir genelleme ile “eski sosyalist-sonradan liberal” ekibin iki ortak noktasından daha bahsedilebilir:
1) Karşı çıktıkları “statüko” onlar için tek kelimeye indirgenebilir: TSK!
2) “İktidar nimetlerine” karşı Özal döneminden beri zaaf içindedirler. Adları önünde “Prof. Dr.” ibaresi taşıyanlar bile son yıllarda herhangi bir araştırma yapmamış olmalarına rağmen yandaş medya sayesinde “yollarını bulmakta” maharet sahibi olmuşlardır.
Tedavülden kalkmadı
“Sözüm ona liberaller” ne işe yararlar da 2002’den beri tedavüldeler?
Ben kendi ağızlarından cevap vereyim. Bir tanesi tek bir “kusuru” karşısında kendisini azarlayan Başbakan’a köşesinde aynen şu cevabı veriyor:
“Bu hiddetli yaklaşım, nice dış ve iç gulyabaniye karşı sizi desteklerken geçerli miydi? O durumlarda ’yanlışın avukatı’mıydık?”
Türkiye “Anayasa değişikliği” bahanesi altında yeni yol kavşağına geliyor. Bakalım, “liberaller” bu dönemde nasıl bir tavır alacaklar?
ABD’nin 28. Başkanı Woodrow Wilson liberallerin en büyük umdesi özgürlük konusunda şunları söylüyor. “Özgürlüğün tarihi direnmenin tarihidir. Tarihi hükümet gücünün artırılmasına değil, sınırlanmasına dayanır.”
Yalakalara not
Ülkemizde Hükümet’in “bağımlı ama tarafsız” bir yargı erki kuracağını iddia eden yalakalara benim bir tek sözüm var: Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay, Danıştay gibi hukuk kurumlarına TBMM, dolayısı ile Hükümet “sadece birkaç üye” verse bile Hükümet’in (siyasal) gücü, Wilson gibi gerçek liberallerin karşı çıkmasına rağmen, orantısız artacaktır!
Hükümet yanlısı liberallerin yargı erki üzerinde Hükümet’in gücünü artırma gayretine karşı nasıl bir tavır alacaklarını yakınen takip edeceğim.
Cüneyt Ülsever / Hürriyet
Ayrımcılık varsa orada işin ne...
Şener Şen, Adanalı. Sinan Çetin, Vanlı. Yılmaz Erdoğan Hakkârili. Necati Şaşmaz Elazığlı. İbrahim Tatlıses Şanlıurfalı. Ferdi Tayfur, Adanalı. Yavuz Bingöl, Karslı. Alişan, Bingöllü. İzzet
Yıldızhan Diyarbakırlı. Ferhat Göçer Şanlıurfalı.
Londra Filarmoni’de yetişmediler yani... UC Berkeley mezunu da yok.
Başbakan açılımı anlatırken, Doğu’nun ne kadar Batı’nın gerisinde kaldığını söylüyor ama, istisnalar hariç, salonda neredeyse Batı doğumlu yok! Çünkü, memlekette “bölgesel” ve “etnik” ayrımcılık olmadığının kanıtıdır sanatçılarımız... Beklerdim ki,
“Bu memlekette ayrımcılık olsa, biz zirveye çıkabilir miydik?” desinler.
Demediler.
Dolayısıyla, kimse kusura bakmasın... Asıl isimleri Abdullah Bazencir, Bahriye Tokmak, Turan Bayburt, Hatice Yıldız olan sanatçılarımızın, şimdi çıkıp, sahne isimleriyle “ayrımcılık var” demesi, AKP’nin kendine “ak” demesi gibi bi şeydir.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Civanımın kahvaltı programı
Haziran’da televizyon program sunucularıyla, Temmuz’da din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleriyle kahvaltı edecek. Ağustos’taki kahvaltı, mübarek ramazan ayı münasebetiyle sahurda yapılacak ve imamlarla müftüler davet edilecek. Kürt açılımı kahvaltılarına Eylül’de tutuklanmamış emekli veya muvazzaf general ve amirallerle, Ekim’de gayrimenkul yatırım ortaklığı müteahhitleriyle, Kasım’da fuar ve konser organizatörleriyle, Aralık’ta antika müzayedecileriyle devam edilecek. Dolmabahçe Sarayı’na yakın çevrelerden edinilen bilgiye göre Ocak 2011’de ise Kürt açılımı ziyafeti verilecek. Ziyafete, kahvaltılara çağrılan meşhur kişiler katılacak ve akşam yemeği bir bakıma Kürt açılımı zirvesi olacak.
Topkapı Sarayı Has Oda’da yapılması planlanan ziyafet zirvesinde, 2011 yılının aylık Kürt açılımı kahvaltı programı karara
bağlanacak. Deniz Som / Cumhuriyet
Aşkları depreşti
Hürriyet’in sürmanşetinde Obama’yı “İşte değişim böyle bir şey” diyerek alkışladığı gün, Afganistan’da Türk askerlerini taşıyan helikopterin düştüğünü öğrendik. Malum ABD’nin çıkarlarını beklemek üzere yollanmışlardı orada. Enis Berberoğlu bir zahmet Telafer’i, Kerkük’ü, Süleymaniye’yi, Bağdat’ı, Kabil’i, Panşir’i arasın da, değişimi oralardaki haber kaynaklarının ağzından dinlesin. Ölenlerin sayısından başka ne değişmiş öğrenelim!
MİNİ YORUM
Karşı gazetecilik
Karşı darbeyi andırır biçimde kurulan karşı medya derneğinin başkanı “majestelerinin karikatüristi” namlı Salih Memecan, “yandaş” eleştirilerine cevaben “Gazetecilerin taraf olması çok normal, ‘taraf oldu’ diye eleştirilmelerini yanlış buluyoruz...” demiş. Bırakın gazetecileri tasfiye etmeyi, tarafsızlığı temel alan bir mesleğin taraflı icrasını kurumsallaştırarak gazeteciliği bile tasfiye ettiler...