Koca şairlerin koca aşkları
Sol'un şiir ekolü olarak bir türlü kabullenemediği Hisar Ekolünün en değerli şairlerinden biri olan rahmetli Mehmet Çınarlı'nın son kitabına da adını vermiş olan bir şiirini paylaşacağım önce:
Saçlar ağardı, sanma ki yaşlanmışız gülüm/ Vallahi neyse sendeki, hoşlanmışız gülüm.
Yıllar ilerledikçe gönül uslanır sanıp/Düşmüş büyük hatalara, aldanmışız gülüm.
Gel, ağzı süt kokanlara yaklaşma, zevki yok/ Onlar gibiyken aşkı oyun sanmışız gülüm.
Gül koklamak usulünü yıllarca meşk edip/Bin bir çeşit dikenlere katlanmışız gülüm.
"Şairler incedir kıyamaz fazla sarmaya"/Derlerse, gör ki biz dahi insanmışız gülüm.
Çınarlı üstadımız bu şiiri, o genç gülüne, çınar ömrü sürdüğü yıllarda yazmıştı. Koca bir şairdi yani bu koca aşka düştüğünde.
Olur mu? Diye soranlar olacaktır, gülenler, dudak bükenler, belki ayıplayanlar olacaktır... Bunlar aşkı yeterince ya da hiç bilmeyenler, yaşamamış olanlardır. Bakınız ne diyor Stendhal: "Aşk eşitlik aramaz, onu kendi meydana getirir", yani yaş uçurumları aşk sayesinde eşitleniyor. Nasıl eşitlenecek? Çılgınlıkla tabii ki... Öyle diyor Muhyiddin Arabî: "Aşk çılgınlıktır, âşık çılgındır." Şair Şükrü Erbaş, geçen zaman selinden bir kütük kapmak gibi değerlendiriyor yaşlı aşkları: "İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk".
Türk siyasetinin "Anadolu Fırtınası" lakaplı en büyük hatibi, Osman Bölükbaşı, şairdi de... Benim lise öğrencisi olduğum yıllarda (1963-1966), o günlerin en ünlü Türk Sanat Müziği sanatçısı olan Behiye Aksoy'a âşık olmuş ve gazetelerin diline düşen şu şiiri kaleme almıştı:
Bende saç ağarmış gönül tüter mi?/Kül olmuş sinemde çiğdem biter mi?/Viran yerlerde hiç bülbül öter mi?/Geçelim güzelim gel bu sevdadan
Taze bir çiçeksin bahar istersin/Çileyen bülbülsün gülzar istersin/Gönlü ateş dolu bir yar istersin/Geçelim güzelim gel bu sevdadan
Sen taze, ben geçkin, güzelim, olmaz/Genç gönül kadehi benimle dolmaz/Ben hazanı gördüm baharım olmaz/Geçelim güzelim gel bu sevdadan
Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1976 yılında Yugoslavya'nın İştip şehrinde bir etkinliğe davetli olduğu sırada tanıştığı "Mariya" adlı genç kıza âşık olur. Dostlarıyla o gece Mariya'yı konuşur, Mariya'nın şerefine içer. O güne kadar yazdığı aşk şiirlerini elinin tersiyle iterek "Mariya ilk aşkım benim" demeye başlar. Sabah, bir mektup yazar Mariya'ya, Yugoslavyalı Türk şair Hasan Mercan'dan mektubu götürüp vermesini rica eder. Mektup şöyledir: "Aziz Mariya, Sizi bir daha görmek istiyorum. Şimdi gelen bir telefonla Belgrad'a gitmek zorunda kalıyorum. 27.8.1976'da saat 20'de konuşacağım. Gelebilir misiniz? Ben gelemeseniz de sizi orada bileceğim. İstanbul'dan isteklerinizi hemen göndereceğim. Hasan Mercan bu mektubu çevirsin, sizde kalsın el yazım. Bütün yakınlığımla..." Mercan, götürür mektubu, Türkçe çeviri de yapar, Mariya almaz mektubu, Mercan'a: "Siz de kalsın, belki değerlendirirsiniz" der.
Ve 60 yaşındaki Abdülhak Hamid Tarhan'ın 18 yaşındaki Lüsyen'e aşkı ve onunla üçüncü evliliği yapması... Tam bir çılgınlık... En yakın zamanda özgürlüğüne kavuşmasını dilediğim Can Dündar'ın "Lüsyen" adlı romanında bu işin tüm ayrıntısı vardır, okumayanlara tavsiye ederim.
"Aşkın gelişi, aklın gidişi..." demiş Antonine Bert... Aşk mı, akıl mı?.. Dünyanın en çetin sorusudur bu...