Kızmıyorum, mâzursun!
Dün biz, “Fatih’ler, Kanuni’ler ‘Kan verip toprak almakla’ övünürlerdi, ne oldu ne değiştiyse, Erdoğan’lar, Unakıtan’lar, ‘Toprak satmakla övünür, millet de onları alkışlar’ oldu; benim bu işlere nasıl aklım ersin?” demiştik.
Birileri de bize ‘hayret’ ediyor:
“- Bu çağda bu düşünce, olacak iş mi?!”
Böyle düşünen yüz kişi olsa, dert değil. Milyonlar, hükümetler, siyasi partiler böyle düşünüyor. “Dünya ile bütünleşmek lâzım” diyorlar, “Globalizm” diyorlar.
Biz kalabalıklara fazla kızamıyoruz.
Çünkü “Globalizm” bahsinde millet bir bakıma “yumurtadaki civciv” gibi. Sen, kabuğunu 21 günde kıracak olan “yumurtanın içindekine” 10 günlükken, “Kabuğun dışında öyle bir hayat var ki, aklın durur, okyanuslar, uçsuz bucaksız gökyüzü, ‘insan’ denen iki ayaklı canlılar, dört ayaklı tilkiler, bilgisayarlar, uçaklar, Birleşmiş Milletler” falan desen, o sana elbette, “Bu kafayı yemiş, oysa dünya, yumurtanın içindeki bu âlemden ibaret ve burada her şey çok güzel!” der, anlatılanlara ve kabuğun dışına elbette itibar etmez..
1920’li yıllarda Damat Ferit ve Ali Kemal gibi hainler hariç onların söylediklerine inanan bir kısım insanlar yumurtanın içindeki 10 günlük civciv gibiydiler.
Yunan ordusu Anadolu’ya çıkmış, Trakya dahil Urfa’dan Maraş’a, İstanbul’dan Adana’ya Anadolu’nun dörtte üçü işgal ve ordusu terhis edilmiş, geri kalan coğrafyada isyanlar almış başını gitmiş ve böyle bir ortamda biri çıkmış, “Ya istiklâl ya ölüm!” diyerek o gün adı Sevr olan “Globalizm” e meydan okumuştu.
Peki sonra ne oldu?
Bu meydan okumadan “Globalizm” korktu.
Korktu ve “Sevr” de bâzı değişiklikler yapmak için Yunanistan ve Türkiye’nin de katılacağı bir konferans düzenledi. Konferansa Osmanlı Hükümeti dâvet edildi, Mustafa Kemal’in de konferansa katılabileceği söylendi. O Mustafa Kemal’di, öyle her çağrılan yere, “Oh ne güzel, süpürmediler, beni de adamdan saydılar!” diye koşup gitmezdi. Çünkü “Adam olan” kendisiydi, milletiydi, ötekiler, “Tek dişi kalmış canavardı”. Şimdikiler o “tek dişi kalmış canavarın ‘stratejik ortağı’ yahut, ‘Eş Başkanı’ olmayı tercih ediyor; neyse, konuyu dağıtmayalım.
Baktılar olmuyor, “Globalizm” TBMM’yi Londra Konferansı’na resmen davet etti. Böylece, “Yumurtanın kabuğu dışında da hayat var” diyenler, fiilen muhatap alınmış oldu.
23 Şubat 1921’de toplantı başladı, “Globalizm”ciler, Sevr’de küçük değişiklikler önerdi, Türk heyeti reddetti ve konferans sonuç alınamadan dağıldı.
Konferans dağıldıktan sonra katılan Bekir Sami Bey Fransız, İtalyan ve İngilizlerle ayrı ayrı, görüşmeler yaptı. Bekir Sami Bey, “Verilecek imtiyazlarda Fransızlar tercih edilecek, Türk Fransız Ekonomik İşbirliği kurulacak, Ergani madenlerini işletme imtiyazı Fransızlara verilecek, Ereğli madenleri ise, Türk İtalyan sermayesi işbirliği ile işletilecek” dedi ve ’ne güzel iş yaptım’ diye sevinerek Ankara’ya döndü.
Ama bakanız Mustafa Kemal bu ‘iş’i nasıl karşıladı: “- Elbette bu sözleşmeyi hükümetimiz kabul edemezdi. Londra’ya barış yapmak için gönderdiğimiz Delegeler Kurulumuz Başkanı Bekir Sami Beye imza ettirdikleri sözleşmelerle Sevr tasarısından sonra aralarında yaptıkları, ‘Üçlü Anlaşma’ adı verilen ve Anadolu’yu sömürge bölgelerine ayıran anlaşmayı başka adlar altında milli hükümetimize kabul ettirmek amacını güttükleri apaçık bellidir. Neyse, “Globalizm” denize döküldü. 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi toplandı ve bakınız Mustafa Kemal neler dedi: “- Tanzimat’tan sonra yabancı sermaye memlekette seçkin bir mevziye sahip oldu. Devlet ve hükümet yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her medenî millet gibi Türkiye de buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yapamaz!”
Siz ey “Globalizm” yumurtasındaki embriyolar, aslında siz, “Dünya ile bütünleşmeyip” Bekir Sami Bey gibi, ’Çağdaş Bir Sevr’i tercih ediyor, bu çağda başka türlü olamaz diyerek, “Kabuğunu kır, dışarıda hürriyet var” diyen bize kızıyor, “geri kafalı” diyorsun.. Kızmıyorum, mazursun!